AB Yoluna Devam Ederken: Göç, Reform, Genişleme ve Diğer Konular
AB’nin strateji, gidişat ve vizyonunun oluşturulduğu en üst düzey siyasi kurumu olan AB Konseyi Zirvesi 28-29 Haziran tarihlerinde yapıldı. Zirve öncesinde hazırlık amaçlı toplantılar ve görüşmeler bir süredir devam ediyordu. Politico adlı haber portalı tarafından “Tüm AB zirvelerinin anası” olarak adlandırılan Zirve öncesinde 24 Haziran Pazar günü özellikle İtalya ve Almanya arasında uyuşma sağlamak için gayrıresmi bir göç toplantısı yapılmıştı. 26 Haziran tarihinde ise, AB üyesi devletlerin dış işleri bakanlarından oluşan Genel İşler Konseyi toplanarak, genişleme ve Batı Balkanlara yönelik İstikrar ve Ortaklık Sürecini görüşmüştü.
AB Devlet ve Hükümet Başkanları, Bulgaristan Dönem Başkanlığı’nı sona erdiren bu zirvede AB’nin geleceği açısından hayati konuları bir bir ele aldı. Gündemin başında AB’yi bölen bir konu olan göç geliyordu. Göç konusunda özellikle İtalya’da kurulan yeni hükümetin tavrı uzlaşıyı zorlaştırdı. İtalya AB’nin deniz yoluyla en fazla göçmenin ulaştığı ve iltica taleplerinin yapıldığı üyesi olarak bu yükün diğer ülkelerle ve özellikle Almanya gibi bir hedef ülke ile paylaşılmasını istiyordu. Buna karşılık Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) Partisi’nin baskısı altındaydı. Hükümette iç işleri bakanı olan CSU lideri Horst Seehofer Merkel’e süre tanısa da, İtalya’da kayıtlı olup Almanya’ya geçmek isteyen göçmenlerin iade edilip edilmeyeceği konusu bir çekişme noktası olmaya devam etti.
Göçün yanında Avro Alanı’nın reformu, Brexit süreci, 2020 sonrası 7 yıllık yeni bütçe dönemi, genişleme ve aday ülkelerin durumu gibi konuların da gündemde olması Zirvenin zorlu geçeceğinin göstergesi idi. Yine Politico’dan David Herszerhorn’un bir Avusturyalı diplomata atıfla aktardığına göre, Üye Devletler arasında bölünme ve görüş ayrılığına yol açacak o kadar önemli konular ele alınacaktı ki, bu konulardaki görüşme ve pazarlıkların zaman alması nedeniyle, zirvenin oldukça uzun sürmesi bekleniyordu.
Genel İşler Konseyi’nin Perspektifi: Genişleme Sürecine Yeni Nefes
26 Haziran’da toplanan Genel İşler Konseyi Avrupa Komisyonunun 17 Nisan’da açıkladığı, aday ve potansiyel aday ülkeler hakkındaki raporları ele aldı. Toplantı sonuçlarına göre, Konseyin AB’nin kilit önemde bir politikası olarak genişlemeye bağlılığı teyit edildi. Konsey, genişlemenin “barış, demokrasi, refah, güvenlik ve istikrara yapılan stratejik bir yatırımı temsil ettiği”ni belirtti ve “temel Avrupa değerlerine bağlı olmak ve bu değerleri kucaklamanın bir seçim olduğunu ve AB üyeliğini isteyen tüm ülkeler için esas olduğunu vurguladı. Buradan yola çıkarak, Batı Balkanların sosyal, ekonomik ve siyasi dönüşümü için AB’nin taahhüdünü güçlendirmeye kararlı olunduğu açıklanırken, Türkiye’nin de “aday ülke ve birçok alanda kilit bir ortak olmaya devam ettiği” ifade edildi.
Batı Balkanlara ilişkin olarak Konsey, adil ve sıkı bir koşulluluk politikasının uygulanacağını ve her aday ülkenin kendi liyakatına göre ilerleyeceğini, bunun yanında AB’nin yeni üyeleri entegre etme kapasitesinin de dikkate alınacağını açıkladı. Görülüyor ki, AB’nin özellikle Batı Balkanlara yönelik genişlemesi üzerinde AB içindeki uzlaşı yeniden teyit edilmiş olsa da, bu genişleme süreci oldukça çetin geçecek. Batı Balkanların AB üyesi olmasında, başta gelen zorlayıcı etmenlerden biri bu ülkelerin hukuk, temel haklar, rekabet edebilirlik, demokratik kurumlar, kamu yönetimi ve yolsuzlukla mücadele gibi alanlarda oldukça sorunlu olmaları ve yönetme kapasitesi ve demokratik olgunluk açısından problemler yaşamalarında yatıyor. Bunun yanında, AB’nin entegrasyon kapasitesi dediğimiz yeni üyeleri alarak kendi iç sistemine sorunsuz dâhil etme yetisinde de önemli kısıtlar mevcut. Özellikle 2004 yılındaki “big bang” olarak da adlandırılan genişleme sürecinde AB’ye dâhil olan Macaristan ve Polonya gibi ülkelerin AB değerlerine şüpheyle yaklaşan ve yargı bağımsızlığının aleyhine olacak şekilde, yürütmenin gücünü ve yargı üzerindeki etkisini pekiştiren yasalar çıkarmaları, 2007’de üye olan Romanya ve Bulgaristan’ın da AB fonlarını kullanma, yolsuzlukla mücadele ve yargının bağımsızlığı gibi konularda sorunlar yaşamaları tam olarak hazır olmadan aday ülkelerin AB’ye üye yapılması konusunda AB’yi iyice temkinli ve çekimser davranmaya itti.
Genişlemeyi kontrol altına alma ve bunu yaparken aday ülkelerin AB sürecinde ilerleme kararlılık ve heveslerini zedelememe gibi bir ikilem içindeki AB, Batı Balkanlara üyelik vaadini ifade ederken aynı zamanda AB üyeliğinin koşullara bağlı olduğunu da hatırlatmaya özen gösteriyor. Bunun yanında Genel İşler Konseyi Sonuç Bildirisi’nde belirtildiği gibi, gerek Batı Balkan ülkeleri gerekse Türkiye ile AB’yi tehdit eden güvenlik riskleri, terörizm ve radikalleşme, düzensiz göç, enerji nakli gibi konularda işbirliğini gündemin üst sıralarına yerleştiriyor.
Genel İşler Konseyi toplantı sonuçlarında, Batı Balkan olarak adlandırılan coğrafyanın içinde AB müzakere sürecinde en fazla ilerleme kaydeden Karadağ ve Sırbistan’daki durumu değerlendirmiştir. Bugüne kadar 35 fasıldan 31’inin müzakerelerinin başlatıldığı ve 3 fasılda müzakerelerin kapatıldığı Karadağ’ın yolsuzlukla ve organize suçla mücadele gibi konularda reformlara devam etmesi tavsiye edilmiştir. Bunun yanında Sırbistan, 35 fasıldan 14’ünü açmış ve 2’sini geçici olarak kapatmıştır. Konsey Sırbistan’a, hukukun üstünlüğü ve temel haklar fasıllarında ilerleme ve Kosova ile ilişkilerin normalleştirilmesinin vazgeçilmez koşullar olduğu ve katılım müzakerelerinin hızını belirleyeceğini hatırlatmıştır. Bu ülkelerde henüz kırılgan olan kurumlar, demokratik dengeler, hukuki süreçler ve yönetim kapasitesinin güçlendirilmesinde AB üyelik sürecinin bir manivela rolü üstlenmesi istenmektedir. Bu ülkelerin AB’ye yakınlaşması ile AB değer ve kurallarının Balkanlarda daha da yerleşmesi ve Rusya gibi AB’nin etkinliğine rakip olarak görülen ülkelerin etkisinin bertaraf edilmesi öngörülmektedir.
AB’ye aday olan ve üyelik müzakereleri yürüten Türkiye’ye de sonuç bildirisinde önemli bir yer ayrılmıştır. Türkiye’nin kilit bir ortak olduğu ve Konseyin Türkiye ile ilişkilere önem atfettiği belirtilmiştir. Türkiye ile “açık ve dürüst” bir diyaloğun devam ettirilmesine, ortak meseleleri birlikte ele almaya ve göç, terörle mücadele, enerji, ulaştırma, ekonomi ve ticaret gibi temel alanlarda işbirliğine bağlı olunduğu ifade edilmiştir.
Bunun yanında Türkiye’nin 3,5 milyon Suriyeli mülteciye kapılarını açarak yapmış olduğu katkı ve çabadan övgüyle söz edilmiştir. 18 Mart tarihli AB-Türkiye Zirve bildirisi’nin önemine de vurgu yapılmış ve uygulamanın devam etmesi gereği üzerinde durulmuştur. 28-29 Haziran tarihlerinde yapılan AB Konsey Zirvesi öncesinde Hollanda Başbakanı Mark Rutte bu anlaşmadan Türkiye modeli olarak söz etmiş ve Türkiye ile varılan uzlaşının AB göç rotaları üzerinde transit konumda yer alan diğer ülkelere de uygulanmasını düzensiz göç sorununa bir çözüm olarak önermiştir. Genel İşler Konseyi açıklamalarına cevaben AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, 18 Mart bildirisinin sadece göçün kontrol altına alınmasını içermediğini ve vize serbestliği, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve katılım müzakerelerinin hızlandırılması gibi başka maddeleri olduğunu da hatırlatmıştır.
Konsey, Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimine de değinmiş ve Konseyin 18 Temmuz’da darbeyi derhal ve güçlü bir şekilde kınadığını ve Türk halkı ile dayanışma içinde olduğunu ifade ettiğini, ancak darbe sonrasında alınan önlemlerin orantısız olması ve AB değerlerine ters düşmesi nedeniyle endişesini belirttiğini yinelemiştir. Konseyin özellikle hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve temel haklar alanındaki geriye gidişten endişeli olduğu vurgulanmıştır.
Türkiye’nin AB kriterlerinden uzaklaşması olarak görülen bu noktaların ardından, Türkiye’de tutuklu bulanan AB vatandaşları ve özellikle 2 Yunan askerinin durumuna değinilmiştir. Burada 1981’de Yunanistan’ın AB’ye üye olması ve Türkiye’nin hala üye olamamasının Türkiye açısından yarattığı sakıncalara bir örnek daha ortaya çıkmaktadır. Yunanistan AB üyesi olarak AB içindeki konumunu Türkiye aleyhine kullanmış, 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığına karşı veto kullanmamasına rağmen, Ege ve Kıbrıs gibi konularda Türkiye ile ikili meselelerinde AB’yi arkasına almayı başarmıştır. Yunanlı askerlerin durumunda da AB vatandaşı statüsündeki bu kişiler bir AB meselesi olarak ele alınmaktadır.
Konsey bildirisinde Türkiye’ye yönelik oldukça sert eleştiriler ve hatırlatmalar yer almaktadır. Türkiye’ye üyesi olduğu farklı bir Avrupa kuruluşu olan Avrupa Konseyi, AİHS ve AHİM kapsamındaki yükümlülükleri hatırlatılmaktadır. Bunun yanında, iyi komşuluk ilişkilerine, uluslararası anlaşmalara ve anlaşmazlıkların barışçı çözümüne bağlılık vurgusu da bildiride yer almaktadır. Bu vurgu Kıbrıs sorunu ve ilgili konular ile bağlantılıdır. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ta münhasır ekonomik bölgede doğal gaz araması konusundaki anlaşmazlık ve Türkiye’nin AB üyesi olan GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” ve adanın tek meşru temsilcisi olarak tanımaması konuları gündeme getirilmiştir. Aday ülkeler için tüm aday ülkelerin tanınması ve Kıbrıs ile ilişkilerin normalleştirilmesi çağrısında bulunulmuştur. Kıbrıs sorununda herhangi bir çözüme ulaşılamaması bu sorunun Türkiye’nin AB sürecinde önemli bir engel olmaya devam ettiğini ortaya koymuştur. Özellikle Kıbrıs çevresindeki münhasır ekonomik bölgenin paylaşımı gibi konuların da çözüme kavuşturulamaması ve Kıbrıs meselesinin AB’ye üyelikle birlikte mal olması AB’nin Türkiye’ye karşı tavrının giderek sertleşmesine, Türkiye’nin de AB’nin tavrını giderek daha fazla haksız ve ayrımcı olarak değerlendirmesine yol açmaktadır.
Konsey bildirisinin Türkiye ile ilgili bölümünün sonunda ilişkilerin geleceğine de değinilmekte ancak herhangi bir açılımdan söz edilmemektedir. Türkiye’nin AB’den uzaklaşmakta olduğu, bu sebeple katılım müzakerelerinin fiili olarak durmuş olduğu, herhangi yeni bir faslın açılması veya kapatılmasının düşünülmediği ve AB-Türkiye Gümrük Birliği'nin modernizasyonuna yönelik bir gelişmenin öngörülmediği belirtilmiştir. Vize serbestliği sürecinden söz edilmemiştir. Sonuç bildirisinde belirtilmese de, Konseyin bu tavrında bir değişiklik ve ilişkilerde hareketlilik sağlanması için Türkiye’de bir değişim ve normalleşme sürecinin başlatılması tetikleyici olacaktır.
Konsey bildirisinin henüz AB müzakerelerine başlamamış potansiyel aday ülkelere yönelik bölümü de önemlidir. Zira 17 Nisan’da yayımlanan genişleme stratejisi ve ülke raporlarında Avrupa Komisyonu Makedonya ve Arnavutluk ile müzakerelerin başlatılması tavsiyesinde bulunmuştu. Konsey Komisyonun tavsiyelerini görüşmüş ve gerekli koşulların sağlanması halinde bu iki ülkeyle Haziran 2019’da müzakerelerin başlatılması kararı almıştır. Bugüne kadar Yunanistan ile isim konusundaki anlaşmazlık nedeniyle AB tarafından “Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya” olarak adlandırılan, Türkiye’nin ise anayasal ismi olan Makedonya olarak tanıdığı Makedonya ile Yunanistan arasında geçtiğimiz günlerde isim konusunda anlaşma sağlanmıştır. Ülkenin AB sürecinde bugüne kadar sağlamış olduğu ilerlemeden olumlu bir şekilde söz edilmekte ve isim konusunda da anlaşma sağlanması üzerine AB müzakerelerinin başlatılmasına yönelik yol haritası sunulmaktadır. Arnavutluk’un AB sürecinde bugüne kadar kaydettiği olumlu ilerleme de benzer şekilde değerlendirilmiş ve yargı reformu, yolsuzlukla ve organize suçla mücadele gibi konulardaki ilerlemeye bağlı olarak Haziran 2019’da müzakerelerin başlatılabileceği müjdesini vermiştir. Müzakerelerin hemen başlatılmaması ve reform sürecinde gerekli koşulların yerine getirilmesine bağlı olarak tarih verilmesi, Türkiye için 2002’de AB Konseyince verilen “tarih için tarih” yöntemine benzemektedir.
28-29 Haziran AB Zirvesi
Bulgaristan Dönem Başkanlığı’nı sona erdiren ve Avusturya’nın 1 Temmuz’da başlayacak dönem başkanlığından hemen önce yapılan AB Zirvesi oldukça gergin bir ortamda gerçekleşti. Başbakan Merkel, koalisyon ortağı CSU’nun baskısına karşı direnirken, Merkel zirve öncesi yaptığı bir konuşmada göçün AB için bir ölüm kalım savaşı olduğunu ve göç ve iltica konusunda ortak bir tavır ve politika belirlenememesi halinde, artık kimsenin AB’nin bir değerler bütünü olduğuna inanmayacağı uyarısında bulundu. Öte yandan, İtalya İç İşleri Bakanı Salvini İtalya’nın artık tek bir mülteci daha almayacağını belirterek herhangi bir uzlaşmaya açık olmadığı mesajını verdi. Salvini daha ileri giderek, “bir yıl içinde birleşik bir Avrupa’nın hala var olup olmadığını göreceğiz” diyerek tehditkâr bir söylemde de bulundu. Bilindiği üzere İtalya gibi deniz sınırında olan ülkelerin yükünü hafifletmeye yönelik zorunlu mülteci kotası uygulamasına Macaristan ve Polonya gibi birçok ülke karşı çıkıyor.
Zirve bu gerilim ve anlaşmazlıkların ortasında son derece kritik bir gündemle toplandı. Zirvenin ilk gecesinin sabahında çetin müzakereler sonrasında basına bir uzlaşıya varıldığı yansıdı. Buna göre AB’nin Akdeniz kıyısı boyunca yeni göç merkezleri oluşturulması, bu merkezlerin maliyetinin sadece İtalya gibi sınır ülkeler değil, tüm AB tarafından üstlenilmesi, Dublin İltica Sistemi’nin korunması ve iltica talebinde bulunanların Üye Devletler arasında zorunlu bir kotaya göre dağıtılmasını getiren zorunlu kota sisteminin bırakılması üzerinde görüş birliğine varıldı. Ancak sorunun tam olarak çözülmediği ve dış sınırların güçlendirilmesi, transit ülkelerle işbirliği, Kuzey Afrika’da göçmenlerin tutulacağı merkezlerin oluşturulması ve Dublin sisteminin revizyonu konusunda çalışmaların Zirve sonrasında da devam etmesi bekleniyor.
Kısmi uzlaşıya rağmen, Üye Devletler arasında görüş ayrılıkları devam ediyor. Örneğin, Avusturya dış sınırların korunmasında esas sorumluluğun deniz ve kara sınırındaki ülkelerde olması gerektiğini savunurken, İtalya iltica talebinde bulunanların Üye Devletler arasında yerleştirilmesini öngören zorunlu kota sistemini destekliyor. İtalya’nın yeni Başbakanı Guiseppe Conte, göç konusunda arzu etmediği bir sonucun çıkması halinde Zirve’yi terk edeceği ve sonuç bildirisine karşı çıkacağı tehdidinde dahi bulundu. Conte’nin Konsey tamamlanana kadar sonuç belgesine onayını bekleteceği yönündeki ısrarı sebebiyle 28 Haziran’da yapılması planlanan açıklama ve basın toplantısı ertelendi.
Göç konusunda varılan uzlaşıya “İtalya’ya ulaşan ilticacıların ‘Avrupa’ya ulaşmış sayılacağı” şeklinde bir ifadenin eklenmesi, yani maliyetin tüm AB tarafından üstlenileceğini içeren bir ifadenin yer alması İtalyanları biraz olsun rahatlattı. Conte “İtalya artık yalnız değil” açıklamasında bulundu. Yine Conte gibi yeni olan bir başka lider, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ise İspanya’nın da İtalya gibi AB’nin deniz sınırında yer alan bir ülke olmasına rağmen, daha uzlaşmacı bir tavır benimsedi ve Conte ile özdeşleşmekten kaçındı ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un göç merkezleri açılması yönündeki önerisini destekledi. Conte’nin AB Konseyi sonuç belgesinin hukuki ve siyasi anlamı ve etkisi konusunda prosedüre hâkim olmaması diğer liderler tarafından istihzayla karşılandı.
Zirveye göç ve iltica konusu damga vururken, AB reformu, Avro Alanı ve Brexit gibi konular da ele alındı. Brexit konusunda son durumu özetleyen bir sunum, Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May tarafından yapıldı. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar ve Ukrayna’nın doğusu için yapılan Minsk 2 Barış Anlaşması’nın uygulanmasındaki zorluklar konuları da görüşüldü ve Rusya’ya yaptırımların 6 ay daha uzatılmasına karar verildi. Ayrıca, Rusya’ya 2014’te Ukrayna üzerinde düşürülen Malezya Havayollarına ait MH-17 numaralı uçak için sorumluluğu üstlenmesi çağrısında bulunuldu. Bunun yanında, AP Başkanı Antonio Tajani ile özellikle AP’nin Brexit sonrasındaki yapısı hakkında görüş alışverişi yapıldı. Güvenlik ve savunma, istihdam, büyüme ve rekabet edebilirlik, inovasyon, dijitalleşme, genişleme ve çok yıllı mali çerçeve görüşüldü.
Zor geçen bir gün ve gecenin ardından sonuç belgesi üzerinde uzlaşı sağlandı. AB Konsey sonuçları siyasi nitelikte bir belge olup, bir uluslararası anlaşma gibi hukuki bir statüye sahip değil. Yasama ve yürütme görevini yerine getiren diğer AB kurumlarının çalışmalarını, politika oluşturma ve yasalaştırma sürecini yönlendiriyor.
Temel Öncelik: Düzensiz Göç ile Mücadele
28 Haziran tarihli sonuç bildirisi, göç, güvenlik ve savunma, istihdam, büyüme ve rekabet edebilirlik, inovasyon ve dijitalleşme ve diğer konuları kapsadı. Yukarıda da belirtildiği üzere Zirve’ye damgasını vuran göç konusu anlaşılabileceği gibi sonuç bildirisinde de en geniş yeri aldı. Konsey sonuç bildirisinde, göç konusuna kapsamlı bir yaklaşımın işleyen bir göç politikası için önkoşul olduğu ve göçün sadece tek bir Üye Devlet için değil tüm AB için bir meydan okuma olduğu belirtildi. 2015’ten beri AB’nin dış sınırlarının güçlendirilmesine yönelik olarak alınan önlemler sayesinde, AB’ye yasadışı sınır geçişlerinin Ekim 2015’e göre %95 oranında azaltıldığı vurgulandı. AB’ye düzensiz göçün üzerinden geçtiği “tüm var olan ve ortaya çıkan rotalar”dan yasadışı göçün kontrol edilmesi konusunda kararlı olunduğu vurgulandı. Özellikle İtalya’nın muzdarip olduğu ve son dönemde göçün yöneldiği Orta Akdeniz rotası üzerinde duruldu ve Libya ve diğer bölgelerdeki göçmen kaçakçılığının önlenmesi için daha fazla çaba sarf edilmesi, İtalya ve diğer “ön cephe ülkeleri” ile dayanışma içinde olunması mesajı verildi. Aşağıdaki noktalarda AB’nin desteğinin artırılacağı belirtildi:
-Sahel bölgesi ve Libya sahil güvenliği,
-Kıyısal ve güneydeki topluluklar,
-Göçmenlerin karşılanmasında insani koşullar,
-Göçmenler için insani gönüllü dönüş,
-Menşe ve transit ülkeler ile işbirliği,
-Göçmenlerin gönüllü yeniden yerleştirilmesi
Sonuç bildirisinde Türkiye ve Yunanistan üzerinden geçen Doğu Akdeniz rotası üzerinde de duruldu. Buna göre, 18 Mart tarihli AB-Türkiye Bildirisi’nin bütünüyle uygulanması, Türkiye’den yeni göçmen geçişlerinin önlenmesi, 2013 tarihli AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nın ve Üye Devletler ile Türkiye arasındaki ikili anlaşmaların uygulanması, geri dönüşlerin hızlanması, yeni deniz ve kara rotalarının ortaya çıkmasının önlenmesi, Batı Balkan ülkeleri ile işbirliğinin artırılması, bilgi alışverişinin geliştirilmesi, düzensiz göçle mücadele, sınır koruma, iade ve geri kabul prosedürlerinin geliştirilmesi konularında daha fazla çaba sarf edileceği belirtildi. Göçün artış gösterdiği Batı Akdeniz rotasında da düzensiz göçün önlenmesi için, İspanya başta olmak üzere tüm Üye Devletlerin ve Fas gibi transit ülkelerin AB tarafından maddi ve diğer yöntemlerle destekleneceği vurgulandı.
Yukarıda bahsedilen göç merkezleri ve transit ülkelerde oluşturulması düşünülen “bölgesel tahliye (karaya çıkma) platformları”na da sonuç bildirisinde yer verildi. Sonuç bildirisinde göç konusunda söylenenler arasında yeni olarak adlandırılabilecek olan bu bölüm idi. Buna göre, temel amaç göçmen kaçakçılığının ve denizden göç etmek isteyenlerini hayatlarını kaybetmelerinin önlenmesi ve bu göç rotalarının cazip olmaktan çıkarılması olarak öne sürüldü. Akdeniz’de AB ve Üye Devletler tarafından yürütülen “arama ve kurtarma" operasyonları sonucunda ele geçen göçmenlerin karaya çıkarılması için bölgesel tahliye merkezlerinin kurulması ve bu kavram üzerinde ilgili üçüncü ülkeler, UNHCR ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ile ortaklaşa çalışılması önerildi.
Bunun yanında, sonuç bildirisinde, AB topraklarında ele geçenlerin (ki sonuç bildirisinde kurtarılan ifadesi kullanılmaktadır) ortak bir çaba ile ve uluslararası hukuk uyarınca Üye Devletlerde kontrollü merkezlere transfer edilmesi öngörüldü. Bu merkezlerin gönüllülük esasına göre Üye Devletlerde oluşturulacağı ve buralarda yapılacak bir ayrım ile uluslararası korumaya hak kazananların düzensiz göçmenlerden ayrılacağı belirtildi.
Özellikle Türkiye’yi ilgilendiren “Türkiye’deki mülteciler için araç” kapsamında 2018-2019 için öngörülen ikinci tranşın uygulanmaya başlanması ve Afrika için ayrılan fona da 500 milyon avro aktarılmasına karar verildi. Göçe neden olan sebeplerin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak Afrika ile işbirliği konusunun üzerinde önemle duruldu. Buna göre, AB’nin Afrika’nın sosyoekonomik transformasyonuna daha fazla katkıda bulunması, kalkınma yardımını geliştirmesi ve özel sektör yatırımlarının önemli ölçüde artmasına yönelik yeni bir çerçevenin oluşturulması ve Afrika Birliği ile işbirliğinin ilerletilmesi öngörüldü. AB’nin dış sınırlarının güçlendirilmesi için Frontex’e daha fazla katkı aktarılması ve geri dönüş politikasının güçlendirilmesinin yanında, AB içinde Dublin İltica Sistemi hilafına gerçekleşen ikincil hareketleri de Ortak Avrupa İltica Sistemi’ni zora soktuğu kaydedildi. Zirve sonrasında Almanya Başbakanı Merkel’in belirttiği gibi Ortak Avrupa İltica Sistemi’nin reformu henüz gerçekleşemedi. Ancak bu süreçte Dublin Tüzüğü’ne dayalı sistemin revizyonuna yönelik çalışmaların devam etmesi talimatı verildi.
Güvenlik ve Savunmada daha Güçlü bir AB
Özellikle ABD Başkanı Trump’ın NATO çerçevesinde Avrupalı devletlerin kendi savunmaları için daha fazla sorumluluk üstlenme çağrısı ve Transatlantik ittifakındaki çözülme sonrasında AB’nin kendi içinde güvenlik ve savunma politikasını güçlendirmesi de AB gündeminin üst sıralarında yer alan bir meydan okuma unsurunu oluşturuyor. Konsey sonuç bildirisinde, Avrupa’nın kendi güvenliği için daha fazla sorumluluk alması ve savunmayı güçlendirmesi gereği üzerinde duruldu. Bu amaçla savunma yatırımları, kapasite geliştirme ve operasyonel hazırlık unsurlarının geliştirilmesi, NATO faaliyetlerini tamamlayacak ve pekiştirecek şekilde Avrupa’nın stratejik özerkliğinin sağlanması, PESCO olarak bilinen Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği kapsamında uzlaşılan savunma projelerinin geliştirilmesi, bunun yanında AB’nin sivil kriz yönetimi ve misyonlarının güçlendirilmesi ve hibrit, kimyasal, biyolojik, radyolojik, nükleer ve siber güvenlik tehditlerine karşı dayanıklılığın artırılması konuları özellikle vurgulandı.
Ekonomisiz Olmaz: İstihdam, Büyüme ve Rekabet Edebilirlik ile İnovasyon ve Dijitalleşme
Her ne kadar göç konusunun gölgesinde geçse de sonuç bildirisinde ekonomiyi ilgilendiren konulara da yer verildi. AB’nin büyüme oranları iyileşme sürecinde olsa da ABD’nin AB’ye karşı da uyguladığı gümrük vergileri ile tetiklenen ticaret savaşları, Çin’in ekonomik gücündeki artışa paralel olarak Avrupa da dâhil olmak üzere birçok bölgede etkisini artırması, Rusya ile yaşanan uyuşmazlıklar ve yaptırımlar gibi konular ve her şeyden önce İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan liberal dünya düzeninin çözülmekte olması AB’nin ekonomik alandaki gücünü de olumsuz etkilemekte. AB, tüm bu gelişmelere uyum sağlama ve teknolojik gelişmelere ayak uydurma hedefiyle iddialı bir gündemi uygulamaya koydu.
Sonuç bildirisinde, ekonomide reformların ve iyileştirmenin devamı için şu konular üzerinde duruldu: vergi kaçakçılığı ile mücadele, vergi sistemlerinin dijital çağ ile uyumlaştırılması, kural temelli çok taraflı ticaret sisteminin korunması ve derinleştirilmesi, DTÖ’nün reformu ve güçlendirilmesi, kilit oyuncularla yeni nesil ticaret anlaşmalarının müzakere edilmesi, doğrudan yabancı yatırımların elemeden geçirilmesiyle ilgili yasal mevzuatın hazırlanması. Konsey, ABD’nin AB çelik ve alüminyum ihracatına getirdiği ek vergilere karşı korunma önlemleri alınmasını desteklediğini ve ticarette korumacı önlemlere karşı tepki verilmesi gerektiğini belirtti. AB’de kapsayıcı bir inovasyon ekosistemi yaratılması, yeni ürün, hizmet ve iş modelleri ortaya çıkaracak yüksek kaliteli araştırmacılığın teşvik edilmesi, 2019’da Dijital Tek Pazar için gerekli mevzuatın tamamlanması, bir Avrupa veri ekonomisi oluşturmak için etkili veri kullanımının geliştirilmesi, Üye Devletlerle koordineli bir yapay zekâ planı oluşturulması, işletmelerin finansmana erişiminin kolaylaştırılması ve bir Avrupa İnovasyon Konseyi kurulması gibi hedefler de sonuç bildirisinde yer aldı.
Son olarak, AB Konseyi, sonuç bildirisinde, Makedonya ve Yunanistan arasındaki isim sorununun çözümüne yönelik anlaşma sağlanmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Yukarıda detaylıca verdiğimiz Genel İşler Konseyi’nin genişleme ile ilgili kararlarını kabul etti. Rusya Federasyonu’na 2014 yılında Ukrayna’da düşen Malezya Havayollarına ait Mh-17 uçağı için sorumluluğu üstlenmesi çağrısında bulundu. Komisyon tarafından hazırlanan 2021-2027 çok yıllı mali çerçeveye ait tasarıyı da görüşmeleri için AP ve Bakanlar Konseyi’ne havale etti.
Trablus açıklarında göçmen teknelerinin alabora olması sonucu yine can kaybının yaşandığı bir günde AB liderleri göç konusunu masaya yatırarak, kısmi bir anlaşma sağladılar. Ancak Üye Devletler arasındaki temel görüş ayrılıkları devam ediyor. Mülteciler konusunda sorumluluk üstlenmeyen ülkeler, göç akınlarının hedefi olan ülkeler ve nihai destinasyon olan ülkelerin pozisyonları farklılaşıyor. AB liderleri 1 Temmuz itibarıyla başlayacak Avusturya Dönem Başkanlığı’nın motto’sunda olduğu gibi, korumaya odaklılar: Kendi vatandaşlarını korumak, popülist siyasi söyleme karşı siyasi geleceklerini korumak ve düzensiz göçmenlere karşı AB sınırlarını korumak. Ancak yüzyılımızın en önemli olgularından olan göçü kısa vadeli önlemler ve defansif stratejilerle durdurmak mümkün gözükmüyor. Üstelik küresel iklim değişikliği, gelir eşitsizliğindeki artış, kalkınma politikalarının birçok gelişmekte olan ülkedeki çöküşü gibi birçok faktör; güvenlik, aş ve iş peşindeki milyonların göçünü kalıcı bir olgu haline getiriyor. AB’nin mutlaka uluslararası platformda, göç veren ve alan ülkeler ile transit ülkeleri bir araya getiren yeni bir anlaşma çerçevesinde göç konusunun küresel yönetimini yönlendirmesi zor da olsa tek çözüm gibi gözüküyor.
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri