İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni

KÜRESEL GÜNDEM: Birleşik Krallık-Çin Hattında Neler Oluyor?: Gerilimin Perde Arkası

Hong Kong’da uygulanacak Ulusal Güvenlik Yasası ile başlayan Birleşik Krallık-Çin gerilimi; Londra’nın Huawei ile suçluların iadesi anlaşmasına yönelik kararlarıyla iyice kızıştı.
KÜRESEL GÜNDEM: Birleşik Krallık-Çin Hattında Neler Oluyor?: Gerilimin Perde Arkası

 Birleşik Krallık-Çin Hattında Neler Oluyor?: Gerilimin Perde Arkası

Yaklaşık yedi aydır yeni nesil koronavirüs ile zorlu ve ağır hasarlarla dolu bir mücadele verilirken, artık gündemde virüs dışında başka gerilimler ve çözülmesi gereken problemlerin giderek daha fazla yer bulduğunu görüyoruz. Bunu ABD’deki siyahi vatandaş George Floyd’un bir polis memuru tarafından gözaltı işlemleri sırasında boğularak öldürülmesinden sonra dünyaya yayılan “Black Lives Matter” protestolarında gördük, AB’nin üzerinde zar zor uzlaşı sağladığı 2021-2027 Çok Yıllı Mali Çerçevesi’nde  duyduk, müdahil olduğumuz Libya ve Doğu Akdeniz krizlerinde ülkece yaşıyoruz.

Tüm bunlara ilaveten son günlerde Asya ile Avrupa arasında da yüksek gerilime sahne olan ve çözüm bekleyen bir güzergâh var: Birleşik Krallık-Çin hattı. Haziran ayının sonundan beri gerilen bu hattın perde arkasında şüphesiz ki bazı önemli sebepler yer alıyor. Çin’in Hong Kong’da uygulama kararı aldığı Ulusal Güvenlik Yasası ile başlayan gerilim, Birleşik Krallık’ın Hong Kong ile yıllardır yürürlükte olan suçluların iadesine ilişkin anlaşmayı süresiz askıya alması ve ülkenin 5G altyapısından Çin menşeli teknoloji devi Huawei’yi çıkarması ile iyice tırmandı. Uzun yıllardır Pekin yönetiminin Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türklerine yönelik yürüttüğü insanlık dışı faaliyetler ise gerilen Birleşik Krallık-Çin hattında, Londra’nın eteğinden dökülen son taş oldu.

Hong Kong: Güzel Kokulu Liman

Resmi adıyla Çin Halk Cumhuriyeti Hong Kong Özel İdari Bölgesi, yaygın kullanımıyla Hong Kong, Çin’in güney kıyısında yer alan bir şehir. Kelime anlamı “güzel kokulu liman” olan bu şehre ismini veren şey ise bir zamanlar parfüm ve tütsü yapımında kullanılan ve güzel kokusu ile bilinen öd ağaçları. Artık o kokulardan pek eser kalmayan ve dünya şehrine dönüşmüş Hong Kong’un kaderi, yıllar içerisinde iki ülke arasında el değiştirmekle ve egemenlik tartışmalarıyla örüldü. 1842 yılındaki Birinci Afyon Savaşı’nda Çin’in Birleşik Krallık’a yenilmesinin ardından Çin egemenliğinden çıkan Hong Kong, o yıldan itibaren İngiliz sömürgesi oldu. Bir ada olan Hong Kong’un çevresindeki bölgeler de 1898 yılında Çin tarafından 99 yıllığına Birleşik Krallık’a kiralandı.

Hong Kong, İngiliz sömürgesi olduğu dönemde gelişen kapitalist hizmet ekonomisi, sunduğu düşük vergi oranları ve ekonomiye devlet müdahalesinin az olması gibi imkânlar sayesinde kısa zamanda dünyanın finans merkezlerinden biri haline geldi. Yerel para birimi Hong Kong dolarının dolarının küresel piyasalarda en çok işlem görenler arasında yer alması ve BM tarafından her yıl yayımlanan İnsani Gelişme Endeksi’nde (Human Development Index) üst sıralarda konumlanması gibi özellikleri, Hong Kong’u dünyanın gelişmiş ekonomilerinden biri haline getirdi. Hong Kong’un diğer dikkat çeken özellikleri ise dünyanın en uzun beklenen yaşam süresine sahip olması, son derece gelişmiş ulaşım ağı ve dünyada en fazla gökdelene ev sahipliği yapan şehir olması şeklinde sıralanabilir.

1 Temmuz 1997 tarihinde Hong Kong’un egemenliğinin Birleşik Krallık’tan Çin’e geçmesinden önce taraflar, 1984 yılında ortak bir deklarasyon imzaladı. Dönemin Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Zhao Zyang ile Birleşik Krallık Başbakanı Margaret Thatcher arasında imzalanan Ortak Deklarasyon’a göre Hong Kong, kendi hükümetine ve meclisine sahip olmaya devam edecek, ayrıca serbest piyasa ekonomisine dayanan sisteminde, para biriminde ve finans piyasalarında herhangi bir değişiklik olmayacaktı. Birleşik Krallık tarafından 100 yılı aşkın bir sürede inşa edilen bu “doğudaki batılı sistemin” korunması amacıyla “bir ülke-iki sistem” formülü ile Çin’e devrolan Hong Kong, özel idari bölge statüsü ile yönetilmeye başlandı. 50 yıl boyunca yürürlükte kalması amaçlanan bir ülke-iki sistem formülü ile bir zamanların güzel kokulu limanında kuvvetler ayrılığının korunmasının yanı sıra basın, ifade, toplanma ve seyahat özgürlüğü ile dini inanç gibi serbestiler garanti altına alındı. Böylelikle Çin’e bağlı olsa bile Hong Kong’un ana karadan farklı bir yönetim ve ekonomi düzenine sahip olabileceği kabul edildi. Son bir ayda yaşananların ardından bu kabulün sadece kâğıt üzerinde kalıp kalmadığı sorgulanıyor.

Limanı Saran Ateş Hattında İlk Perde: Ulusal Güvenlik Yasası

Haziran sonu itibarıyla güzel kokulu limanı, Birleşik Krallık ve Çin arasında yükselen gerilim sonucunda ateş hattı sarmaya başladı. Bu durumun sebebi, 30 Haziran 2020 tarihinde Çin’in en üst düzey yasama organı olan Ulusal Halk Kongresi’nin (UHK) Hong Kong’da Ulusal Güvenlik Yasası’nın yürürlüğe girmesini oy birliği ile kabul etmesi . Peki, neydi bu yasa ve devamında neden Birleşik Krallık’tan üst üste Çin aleyhinde hamlelerin gelmesine yol açmıştı?

Çin hükümetinin onayı sonrasında Hong Kong’da yürürlüğe giren Ulusal Güvenlik Yasası ile Çin’i yıkmayı ve vatana ihanet etmeyi amaçlayan, ayrıca ulusal güvenliği tehlikeye sokan faaliyetlerin yasaklanması öngörülüyor. Söz konusu yasanın çıkarılma amacının Hong Kong’daki suçluların Çin’e iadesini öngören tasarıyı protesto etmek için Haziran 2019’da başlatılan ve yılsonuna kadar yoğun bir şekilde devam eden Çin aleyhindeki eylemlerin önüne geçmek olduğu ifade ediliyor. UHK tarafından 30 Haziran’da çıkarılan yasa ile Çin’in “vatan haini” olarak nitelendirdiği Hong Kong’daki gösterilere katılan ve Çin karşıtı faaliyette bulunan kişilerin yargılanmasının ve işledikleri suça göre üç yıldan müebbete kadar hapis cezasına çarptırılmasının önü açılıyor.

1997 yılında Birleşik Krallık’tan Çin’e geçen Hong Kong için “o tarihten bu yana yaşanan ve vatandaşların hayatını en derinden etkileyecek değişiklik” olarak yorumlanan Ulusal Güvenlik Yasası kapsamında Hong Kong’daki yerel hükümet, Pekin karşısında sorumlu olacak ve şehirde doğrudan Pekin hükümetine bağlı bir Ulusal Güvenlik Komisyonu kurulacak. Bu komisyonun başkanlık görevini, Pekin yanlısı olmasıyla bilinen Hong Kong Baş Yöneticisi Carrie Lam üstlenecek ve yine komisyonda Pekin tarafından atanacak bir ulusal güvenlik danışmanı yer alacak. 30 Haziran’da Çin tarafından kabul edilen yasa Hong Kong lideri Carrie Lam’e ulusal güvenliğe ilişkin davalara özel yargıç atama yetkisi de veriyor. Dolayısıyla Ulusal Güvenlik Yasası, Birleşik Krallık tarafından Çin’in bir ülke-iki sistem formülü ile yönetilmesi konusunda mutabık kalınan Hong Kong’un statüsünü ihlal ettiği gerekçesiyle suçlanmasına neden oldu ve devamı çorap söküğü gibi geldi. 

İkinci Perde: Huawei Kararı ve Suçluların İadesi Anlaşması

Ulusal Güvenlik Yasası henüz UHK’da kabul edilmeden Birleşik Krallık hükümeti, yasanın uygulanması durumunda göç politikasının değiştirilerek Hong Kong’daki 350 bin civarında İngiliz Ulusal Denizaşırı (British National Overseas) pasaportuna sahip kişiye ilk etapta çalışma vizesi verileceğini ve böylelikle Birleşik Krallık vatandaşlığının kapısının açılabileceğini duyurdu. Pekin yönetimi ise Birleşik Krallık tarafından yapılan bu açıklamayı Çin’in iç işlerine karışılması olarak yorumladı. 

30 Haziran’da Ulusal Güvenlik Yasası’nın Çin’in en üst düzey yasama organı UHK’da kabul edilmesinin ardından Hong Kong’u sarmaya başlayan Birleşik Krallık-Çin ateş hattının ikinci perdesi, Çin menşeli teknoloji devi ve dünyanın en büyük ikinci akıllı telefon üreticisi Huawei cephesinde yaşandı. Başbakan Boris Johnson, 14 Temmuz’da beşinci nesil kablosuz iletişim teknolojisi olan 5G’ye ilişkin Birleşik Krallık’ın altyapısından Huawei ekipmanlarının 2027 yılına kadar çıkarılması talimatını verdi. Bu kapsamda ülkedeki telekomünikasyon firmaları, 31 Aralık 2020 tarihinden sonra Huawei’ye ait ekipmanları satın alamayacak ve 2027’ye kadar da mevcut ekipmanlarını kullanımdan kaldıracak.

Birleşik Krallık’taki telekomünikasyon şirketlerini milyarlarca dolar zarara uğratması ve ülkede 5G’ye geçişi birkaç yıl geciktirmesi beklenen bu kararın hem taraflar arasında Hong Kong sebebiyle süren gerilimden hem de ABD Başkanı Donald Trump’ın Londra üzerindeki baskısından kaynaklanmış olabileceği yorumları yapılıyor. Ancak Birleşik Krallık söz konusu karara sebep olarak, ABD yaptırımlarına tabii olan Huawei ürünlerinin güvenliğinden emin olunamayacağını gösterdi. Bu kapsamda konuşan Kültür, Medya ve Spor Bakanı Oliver Dowden, Ulusal Siber Güvenlik Merkezi tarafından Huawei’nin ülkenin 5G altyapısındaki rolünün incelendiğini ve ABD’nin ticaret savaşları sebebiyle Huawei’ye uyguladığı yaptırımların şirketi, Birleşik Krallık’a 5G ekipmanı sağlamada zorladığı sonucuna varıldığını kaydetti. Londra Huawei’ye yönelik kararını açıkladıktan sonra Pekin yönetiminden de Birleşik Krallık’a sert tehditler geldi ve bu kararın sonuçlarının ağır olacağı ifade edildi.

Hong Kong’u saran ateş hattının ikinci perdesi, Birleşik Krallık tarafından Huawei’ye yönelik alınan kararın ardından suçluların iadesine ilişkin anlaşma ile devam etti. 20 Temmuz’da Avam Kamarası’nda konuşan Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Dominic Raab, Birleşik Krallık’ın Hong Kong ile yaptığı ve 30 yıldır yürürlükte olan suçluların iadesi anlaşmasının süresiz aksıya alındığını açıkladı. Ulusal Güvenlik Yasası’nın Birleşik Krallık ile Çin arasında 1984 yılında imzalanan Ortak Deklarasyonu aleni bir şekilde ihlal ettiğini belirten Raab ayrıca Çin’e uygulanan silah ambargosunun Hong Kong’u da kapsayacak şekilde genişletileceğini duyurdu.

Son Perde: Doğu Türkistan’da Dünyanın Kanayan Yarası

Birleşik Krallık-Çin hattında bir aydır yükselen gerilimin son perdesi ise Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi olan Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türklerine uzun yıllardır yaptığı insanlık dışı muameleler sebebiyle yaşanıyor. Özerk olmasına rağmen yoğun bir şekilde Çin egemenliğinin hâkim olduğu bölgede yaşayan halk, şiddeti her geçen gün artan asimilasyon, işkence ve insan onuruna yakışmayan daha birçok uygulama ile karşı karşıya. Öyle ki Pekin hükümeti tarafından “mesleki eğitim merkezi” ya da “rehabilitasyon merkezi” adı altında dünyaya lanse edilen onlarca yerin aslında toplama kampından başka bir şey olmadığı malumun ilamı. BM tarafından yayımlanan raporlara göre, yaklaşık 1 milyon Uygur Türkü sayısı son yıllarda üç kat arttığı ifade edilen bu kamplarda esir tutuluyor.

Uygur Türklerine son 10 yıldır dini ve kültürel alanda birçok baskı ve kısıtlama uygulanıyor olsa da özellikle Sincan Bölgesi’nde ve Çin’in diğer noktalarında meydana gelen saldırılardan Pekin yönetiminin Uygurları sorumlu tutması ile 2014 sonrasında Doğu Türkistan’daki azınlık halka yapılanlar ayyuka çıktı. Müslüman halka zorla dinlerini ve inançlarını reddettiklerini beyan eden belgelerin imzalatılmasından tutun da erkeklerin sakal bırakmasının ve kadınların uzun etek giymesinin yasaklanmasına, zorla alkol tükettirilmesinden toplama kamplarda küçücük alanlarda üst üste ve hijyen dışı ortamlarda onlarca kişinin yaşamak zorunda bırakılmasına kadar birçok insanlık dışı uygulama mevcut.

Kamplarda olmayan halkın bile sokağa çıkamadığı, çıktığı anda kitle halinde gezen Çinli yetkililerin sorgulamalarına maruz kaldığı, camilere gidenlerin fişlendiği, özgürlüklerin ve insan haklarının hiçe sayıldığı bir ortam. Kamplardan bir şekilde kaçan ya da salıverilen kişilerin gördükleri işkenceye dair korku içerisinde verebildikleri birkaç satırlık röportajlar bile okurken insanın kanını donduruyor. Annelerin çocuklarından ayrıldığı ve yıllarca akıbetini öğrenemediği, kayıp insan sayısının her geçen gün katlanarak arttığı ve tel örgülerin sadece Çin’in sözde mesleki eğitim merkezlerinin duvarlarını mı yoksa tüm Doğu Türkistan’ı mı çevrelediğinin artık pek bir ayrımının olmadığı bir insanlık trajedisi, dünyanın kanayan yarası.

Ancak dünyanın genel olarak sağır ve dilsiz kaldığı Doğu Türkistan’daki bu durum, son bir aydır tırmanan Birleşik Krallık-Çin ateş hattında Londra hükümetinin Pekin’i tabir-i caizse vurmak için kullandığı bir diğer silah oldu. BBC’ye konuşan Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Dominic Raab, Çin’in Doğu Türkistan’daki Müslüman azınlığa uyguladığı insanlık dışı muamelelerin kabul edilemez olduğunu ve Birleşik Krallık’ın bu konuda uluslararası arenada çalışmalar yürütmeye devam edeceğini belirtti. Çinli yetkililere karşı yaptırımların ajandalarının üst sıralarında yer aldığını belirten Bakan Raab’a cevap, Çin’in Londra Büyükelçisi Liu Xiaoming’den geldi ve yaptırım uygulanması durumunda Pekin’in aynı şekilde cevap vereceği belirtildi. 

Özetlemek gerekirse, Birleşik Krallık-Çin hattında yaklaşık bir ay önce Hong Kong sebebiyle başlayan gerilim, gün geçtikçe artıyor. Pekin yönetiminin Hong Kong’daki protestocuları yargılamak amacıyla kabul ettiği ve şehirdeki Çin nüfuzunu artıracak olan Ulusal Güvenlik Yasası bu gerilimin ilk perdesi oldu. Hong Kong’un özel statüsünün ihlal edildiğini iddia eden Birleşik Krallık, söz konusu yasaya ülkenin 5G altyapısından Huawei ekipmanlarının çıkartılması ve Hong Kong ile yürürlükte olan suçluların iadesine yönelik anlaşmanın durdurulması ile karşılık verdi. Gerilimin son perdesi ise Doğu Türkistan’da yaşananlar sebebiyle Londra yönetiminin Çin’e yaptırım uygulayacağını açıklaması sonucunda yaşandı. Tüm bunlar hesaba katılınca, Mart 2018’den 2020’nin başına kadar süren ve hâlâ ne yöne gideceği pek kestirilemeyen ABD-Çin geriliminde sahneye yeni bir oyuncu olarak Birleşik Krallık’ın çıkmakta olduğunu ve yer alacağı tarafın Transatlantikteki ortağı olacağını söylemek çok zor değil. 

Merve Özcan, İKV Uzman Yardımcısı

Diğer Yazılar