TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: Doğu Akdeniz’deki Jeopolitik Gerilimin Anatomisi
Doğu Akdeniz’deki Jeopolitik Gerilimin Anatomisi
Türkiye ile Yunanistan arasında tırmanan gerginlik nedeniyle uluslararası kamuoyunun dikkati Doğu Akdeniz’e çevrilmiş durumda. İki NATO müttefiki arasında Ege Denizi’nde yıllardır devam etmekte olan deniz yetki alanlarının paylaşımı sorunu, şimdi de Doğu Akdeniz’e sirayet etti. 1999 yazında Ege’nin iki kıyısını sarsan ardışık depremler sonrasında hayata geçirilen “sismik diplomasi” ile Türkiye ve Yunanistan arasında bir yakınlaşma sürecine girilmesi ve istikşafi görüşmelerin başlaması umut verici gelişmeler olarak kayda geçse de, taraflar arasındaki sorunlar yumağının çözümü mümkün olamadı. Son on yıl içerisinde Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynaklarının keşfedilmesi, deniz yetki alanlarının paylaşımı sorununu üst boyuta taşıyan bir gelişme oldu. Bölgede iç içe geçmiş farklı uyuşmazlıklar eksenindeki kırılmalar, sorunu daha da karmaşık hale getirmiş durumda. Düzensiz göç, Libya krizi, Suriye iç savaşı ve Kıbrıs meselesi eksenlerindeki fay hatları Akdeniz Havzası’ndaki dengeleri son derece hassas kılıyor. Fransa gibi bölge dışı aktörlerin de dahil olmasıyla Doğu Akdeniz’de artan askeri hareketlilikle birlikte, olası bir askeri kazanın NATO müttefikleri arasında sıcak çatışmanın fitilini ateşleyebileceği riski bugünlerde daha çok telaffuz edilir hale gelmiş durumda.
Doğu Akdeniz’in Değişen Jeopolitik Konumu
Son on yıl içerisinde Doğu Akdeniz’de kayda değer büyüklükte hidrokarbon rezervlerinin varlığının tespit edilmesi, enerji şirketlerinin iştahını kabartırken küresel aktörlerin bölgeye yönelik ilgisinin artmasına neden oldu. Mısır, İsrail ve Lübnan’ın kara suları ile Kıbrıs Adası açıklarında keşfedilen rezervlerin bölge ülkeleri arasında işbirliğini artıracak bir nimet olması beklenirken, bu kaynak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tek yanlı hamleleri sonucunda kısa sürede bir gerginlik unsuruna dönüştü. GKRY’nin adadaki doğal kaynakların ortak sahibi konumundaki Kıbrıslı Türklerin haklarını hiçe sayarak; Mısır, Lübnan ve İsrail ile münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşmaları imzalaması, bunu takiben de uluslararası enerji şirketlerine bölgede arama ruhsatı vermesi tansiyonu artırdı. Bu adımlar karşısında Türkiye, KKTC ile bir kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzalama ve Türk Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) hidrokarbon arama ruhsatı verme yoluna gitti. KKTC’nin, adada kapsamlı çözüm bulununcaya kadar tüm faaliyetlerin durdurulması ya da kaynakların ortak bir komite tarafından yönetilmesini öngören teklifleri GKRY nezdinde kabul görmedi.
Doğu Akdeniz’deki en büyük rezervin 2015 yılında Mısır’a ait Zohr sahasında keşfedilmesi gerek bölgenin enerji jeopolitiğindeki konumunun yükselmesine gerekse enerji kaynakları üzerindeki rekabetin artmasına neden oldu. Kıbrıs adası açıklarındaki doğalgazın Mısır ve İsrail gazıyla birleştirilerek sıvılaştırılmış gaz (LNG) olarak denizaltından boru hattıyla Avrupa’ya taşınması fikrinin telaffuz edilmeye başlanmasını Türkiye’yi dışlayan “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” oluşumu takip etti. Aslında bölgedeki rezervlerin Türkiye üzerinden bir boru hattı ile Avrupa’ya taşınmasının en az maliyetli ve rasyonel seçenek olduğu biliniyordu. Bunu takiben Türkiye, 27 Kasım 2019 tarihinde Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik bir mutabakat muhtırası imzalayarak, Doğu Akdeniz enerji denkleminden dışlanmasının söz konusu olmadığını ortaya koydu.
Doğu Akdeniz’de Sıcak Yaz
Türkiye, Doğu Akdeniz’de sürdürdüğü hidrokarbon arama faaliyetleri kapsamında Oruç Reis gemisi aracılığıyla Meis ve Rodos adaları arasında kalan bölgede sismik araştırmada bulunacağını 21 Temmuz 2020’de denizcilere bildirim (NAVTEX) yayımlayarak ilan etmişti. Oruç Reis’in faaliyet göstereceği bölge Türkiye’nin BM’ye bildirdiği kıta sahanlığı içerisinde ve 2012’de TPAO’ya verilen ruhsat sahasında yer almasına karşın Yunanistan, karşı bir NAVTEX yayımlayarak bu bölgede yapılacak faaliyetlere egemenlik haklarını ihlal ettiğini öne sürerek tepki gösterdi.
Yunanistan’ın iddialarının temelinde adaların anakaraların uzantısı olduğu ve aynı anakaralar gibi deniz yetki alanına sahip olduğu varsayımı yatıyor. Yunanistan, bu varsayıma dayanarak Türkiye’ye uzaklığı 2 kilometre iken Yunanistan anakarasına uzaklığı 580 kilometre olan 10 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip Meis Adası için 400 bin kilometrekarelik deniz yetki alanı iddiasında bulunuyor. Yunanistan’ın maksimalist iddialarının uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirten Türkiye, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasının hakkaniyete uygun şekilde, coğrafi unsurların ve kıyı uzunluklarının da hesaba katılarak yapılması gerektiğini savunuyor. Uluslararası Adalet Divanı kararları ve içtihadı ile benzer uyuşmazlıkların çözümündeki somut uygulamalar da Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirir nitelikte. Uluslararası Adalet Divanı, bir ülkeye ait adaların coğrafi olarak başka bir ülkeye daha yakın olması durumunda, adalara etki tanımayan yol gösterici nitelikte bir dizi karara imza atmış durumda. 1977-78 Fransa-Birleşik Krallık kıta sahanlığı davasında, Tahkim Mahkemesi’nin Manş Denizi’nde Birleşik Krallık’a ait adaların kıta sahanlığı olamayacağına hükmederek Fransa lehinde karar vermesi, bu örneklerden en çok bilineni. Bunun yanında, Yunanistan’ın İyon Denizi’nde İtalya ile 9 Haziran 2020 tarihinde akdettiği deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasında adaların yetki alanlarından söz etmeyerek, kendi tezleriyle çelişen adımlar attığı görülüyor.
Türkiye, Almanya’nın uzlaşı çağrısı üzerine meselenin diyalog ve müzakereler yoluyla çözümlenmesi için iyi niyet göstergesi olarak sismik araştırma faaliyetlerine ara verse de, görüşmeler Yunanistan’ın Mısır’la deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzaladığını duyurmasıyla çöktü. Söz konusu anlaşma, Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan mutabakat muhtırasını geçersiz kılma amacını taşıyor. Atina ile Kahire arasındaki anlaşma ile sınırlandırılan alanın kıta sahanlığı içerisinde kaldığını ve hem kendi haklarının hem de Libya’nın haklarının gasp edildiğini dile getiren Ankara, anlaşmayı yok hükmünde saydığını ifade etti. Türkiye, kararlılığının ifadesi olarak 10 Ağustos’ta yeni bir NAVTEX yayımlayarak askıya aldığı sismik araştırma faaliyetlerini sürdüreceğini açıkladı. Yunanistan ise bu adıma karşı NAVTEX ile cevap vererek birliklerini alarm durumuna geçirdi.
Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliğe Fransa da dahil olmuş durumda. Yunanistan ve GKRY’nin tezlerine destek veren Fransa, Doğu Akdeniz’deki geçici askeri varlığını güçlendireceğini ilan ederek bölgeye savaş uçakları ve fırkateyn göndermiş durumda. Paris’in Atina’nın tezlerini desteklemesinin altında Libya ve Suriye’deki krizler bağlamında Türkiye’nin angajmanından duyduğu rahatsızlık yatıyor. Hatırlanacağı üzere, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik düzenlediği Barış Pınarı Harekâtı sonrasında sarf ettiği “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözleri büyük tepki çekmişti. Libya krizinde Hafter güçlerini destekleyen Fransa’nın, Türkiye’nin desteğiyle Ulusal Mutabakat Hükümeti lehine değişen dengelerden son derece rahatsız olduğu biliniyor.
Ağustos ayında bölgede askeri hareketliliğin arttığı bu süreci, karşılıklı tatbikat açıklamaları ve askeri eğitimler takip etti. Yunanistan’ın İyon Denizi’ndeki karasularını 6 deniz milinden 12 mile çıkaracağını açıklayarak bunu Ege Denizi’nde de yapmaya hazırlandığı imasında bulunması – ki böyle bir adım Türkiye için savaş nedeni sayılıyor- ve Meis Adası’nı silahlandırma girişimleri tansiyonu daha da artıran olaylar oldu.
Doğu Akdeniz Geriliminin Türkiye-AB İlişkilerine Yansıması
Doğu Akdeniz’de her geçen gün yeni açıklamalar ve hamlelerle tırmanan gerginlik, Ağustos ayında Türkiye-AB ilişkilerinin de başlıca gündem maddesiydi. Konu, önce AB Dışişleri Bakanlarının Yunanistan’ın çağrısıyla 14 Ağustos 2020’de gerçekleştirdikleri olağanüstü toplantıda, 27-28 Ağustos 2020’de de AB Dönem Başkanı Almanya’nın ev sahipliğinde Berlin’de düzenlenen AB Dışişleri Bakanları Gayri Resmi (Gymnich) Toplantısı’nda ele alındı. “Üye ülke dayanışması” adı altında Yunanistan ve GKRY’nin tezlerini desteklemeyi sürdüren AB Dışişleri Bakanları, Türkiye ile kötüleşen ilişkilerin AB açısından Doğu Akdeniz’in ötesinde olumsuz stratejik sonuçlar doğurduğunu not ettiler. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell’in Türkiye ile diyaloğun yeniden tesis edilmesi yönündeki çabalarına verdikleri desteği teyit eden AB Dışişleri Bakanları, Borrell’i gerilimin sürmesi halinde başvurulabilecek seçenekler üzerinde çalışmakla görevlendirdiler.
Yüksek Temsilci Borrell’in açıklamaları, Berlin’deki Gymnich toplantısında da benzer bir yaklaşımın benimsendiğini gösteriyor. Borrell, sorunun çözümünde diyaloğa şans tanınması gerektiğini vurgularken yaptırımların da masada olduğunu ortaya koyan açıklamalarda bulundu. Borrell ayrıca, AB Dışişleri Bakanlarının mevcut yaptırım listesine yeni isimlerin eklenmesi için Konsey’in ilgili çalışma gruplarını görevlendirme yönünde siyasi uzlaşıya vardığını duyurdu. Doğu Akdeniz’deki gelişmeler bağlamında Türkiye ile ilişkilerin 24-25 Eylül 2020 tarihlerinde AB liderleri tarafından masaya yatırılması öngörülüyor.
Bilindiği üzere, 15 Temmuz 2019 itibarıyla AB Konseyi, Türkiye’nin Kıbrıs Adası açıklarındaki hidrokarbon arama faaliyetleriyle bağlantılı olarak bir dizi yaptırım kabul etmişti. Ortaklık Konseyi ve üst düzey diyalog toplantılarının askıya alınması, Kapsamlı Hava Taşımacılığı Anlaşması’na yönelik müzakerelerin rafa kaldırılması, 2020 için Türkiye’ye ayrılan IPA fonlarında kesintiye gidilmesi ve Avrupa Yatırım Bankası finansmanının gözden geçirilmesi tavsiyesi gibi sembolik yaptırımları, sondaj faaliyetleriyle bağlantılı kişi ve şirketlere yönelik yaptırım listesi takip etmişti. Şubat 2020’de ise iki TPAO yetkilisi sondaj faaliyetleriyle bağlantılı olarak mal varlıklarının dondurulması ve AB’ye seyahat yasağından oluşan kısıtlayıcı tedbirler kapsamına alınmıştı.
Borrell’in açıklamalarına göre, ilk etapta hedef odaklı yaptırımlar gündemde bulunuyor. Öncelikle yaptırım listesine yeni kişilerin eklenmesinin, bunu takiben ise gemilere yönelik olarak AB’ye ait limanların, kapasitelerin, teknolojiler ile teçhizatın kullanımının sınırlandırılması gibi kısıtlayıcı tedbirlerin söz konusu olabileceği belirtiliyor. Daha geniş perspektifte ise Türkiye ekonomisinin Avrupa ekonomisi ile bağlantılı olduğu alanlarda önlemlerin gündeme alınması üzerinde duruluyor.
AB’nin, Yunanistan ve GKRY’nin maksimalist taleplerine koşulsuz destek veren ve sorunun çözümünü sadece Türkiye’nin tutumundaki değişime endeksleyen bu yaklaşımının olumlu sonuç vermesini beklemek gerçekçi görünmüyor. Aksine, yaptırımlara dayalı bu yaklaşım, Türkiye ile AB ilişkilerinin daha da gerilmesine yol açarak bölgede tansiyonu artırma riski taşıyor. Katılım müzakereleri sürecinin siyasi blokajlar nedeniyle işlerliğini kaybettiği, ilişkileri kısa vadede canlandıracağı ümit edilen Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin siyasi koşullara bağlandığı ve vize serbestliğinin halen sağlanamadığı bir ortamda, AB, Türkiye üzerindeki siyasi etki gücünü zaten çoktan kaybetmiş durumda.
Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sorunların çözümünde uluslararası hukuka ve iyi komşuluk ilişkilerine dayalı bir yaklaşımı benimsediğini ve gerilimin azaltılması için önkoşulsuz şekilde diyaloğa hazır olduğunu her fırsatta dile getirirken, Yunanistan bir dizi ön koşul sunarak süreci çıkmaza sokuyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Ankara ve Atina’nın bölgede çatışmasızlık mekanizmaları kurmak için teknik görüşmelere başlama yönünde anlaştıklarını açıklamasının Yunanistan tarafından yalanlanması ve diyaloğun önkoşulu olarak Türkiye’nin gemilerini bölgeden çekmesini talep etmesi, Atina’nın uzlaşma niyeti taşımadığının göstergesi.
Doğu Akdeniz’deki gerilimin tırmanmasının önlenmesi, AB’yi jeopolitik gelişmelere göre pozisyon alabilen bir aktör olarak konumlandırma iddiasıyla göreve gelen yeni AB liderliği için de son derece önemli bir sınav niteliğinde. Bir tarafta Türkiye’ye yaptırım uygulanması çağrısında bulunan Yunanistan, GKRY ve Fransa, diğer tarafta ise bunun durumu daha da kötüleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacağının bilincinde olan İtalya, İspanya, Malta ve Almanya gibi ülkeler var. Gelinen noktada, 24-25 Eylül 2020 tarihli AB Liderler Zirvesi’nden önce Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşürülmesi için uluslararası konferans düzenlenmesi önerisi masada. Türkiye, GKRY dışındaki tüm kıyıdaş ülkelerle diyaloğa hazır olduğunu ortaya koyan Türkiye’nin AB’den en büyük beklentisi ise Doğu Akdeniz’deki sorunlara yönelik tarafsız bir tutum takınması.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı