2021`de Takip Edilmesi Gereken 13 Önemli Konu
1) Türkiye-AB İlişkilerinde Yeni Yıl Yeni Umutlarla mı Geliyor?
Türkiye-AB ilişkilerinin 2021 gündemi neler getirecek? Bu soruyu yanıtlarken, ilişkilerde ilerleme ve düzlüğe çıkma potansiyelini uluslararası gelişmeler, Doğu Akdeniz ve Türkiye-Yunanistan ilişkileri, Üye Devletler ile ilişkiler, Türkiye’de reform sürecinin hız kazanması, AB’de entegrasyon sürecinin öncelikleri ve ABD’de Biden yönetiminin yaklaşımları ekseninde ele almak gerekiyor. Hatırlanacağı üzere, 10-11 Aralık tarihli AB Konseyinde Doğu Akdeniz ve Ege’de sismik araştırmalarda bulunan TPAO yetkililerine yönelik kısıtlayıcı önlemler listesinin genişletilmesi yönünde bir karar çıkarken, 1 Ekim tarihli Zirve’de önerilen pozitif siyasi gündem önerisinin geçerli olduğu ifade edilmişti. Ticaret ve ekonomi alanı, halklar arası temaslar, yüksek düzeyli diyalog, göç konusunda işbirliği alanlarını kapsaması öngörülen pozitif gündemin uygulamaya koyulması koşullara bağlanmış ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki eylemlerini durdurması talebinde bulunulmuştu. Türkiye ile ilişkiler konusunun kapsamlı bir şekilde 25 ve 26 Mart 2021 tarihlerinde yapılması planlanan AB Konseyi’nde ele alınacağı belirtilmiş ve Avrupa Komisyonu ve Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Borrell’e o tarihe kadar konuyla ilgili bir rapor hazırlama görevi verilmişti. Bunun yanında, Türkiye ve Doğu Akdeniz konularının ABD ile koordine edileceği de vurgulanmış ve 20 Ocak 2021 tarihinde görevi teslim alacak Biden yönetimi ile bu konularda yakın çalışılacağı anlaşılmıştı.
2021’de Türkiye-AB ilişkilerinde 25-26 Mart tarihlerinde yapılacak olan AB Zirve’sine sunulacak olan rapor ve bu temelde Türkiye konusunda alınacak olan kararlar belirleyici olacak. Bu kararlar önerilen pozitif gündemin hayata geçirilmesine yönelik olarak olumlu da olabilir, daha sert yaptırımlar içerecek şekilde olumsuz da olabilir. Pozitif gündemin hayata geçirilmesi durumunda, bu kapsamda gümrük birliğinin güncellenmesi, vize serbestliği için kalan kriterlerin karşılanması, mülteci ve göç konusunda 2016 bildirisinin devamı olacak yeni bir işbirliğinin tesis edilmesi ve yüksek düzeyli diyaloglar gibi kurumsal mekanizmaların tekrar işlerlik kazanması mümkün olabilir. İlişkilerin pozitif yönde ilerlemesi halinde AB gündemindeki Yeşil Mutabakat ve dijitalleşme alanlarını da kapsayacak şekilde işbirliği geliştirilebilir. Bu konular Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve modernizasyonu kapsamında da ele alınabilir ve AB ve Türkiye arasında son dönemde gerçekleşen ayrışma yerini uyum ve yakınsamaya bırakabilir. Böyle bir durumda, üyeliğin yakın bir vadede gerçekleşmesi mümkün olamasa da, uyum ve yakınsamanın devamı sonucunda üyelik daha ileri bir tarihte tekrar gündeme gelebilir. Bu durum Türkiye’nin AB’ye yakınlaşmasının yanında, AB bütünleşme süreci ve genişleme politikasının da ne yönde gelişeceğine bağlı olacaktır.
Türkiye’nin üyelik perspektifinin AB gündeminden düştüğü göz önüne alınırsa, Avrupa Komisyonu ve Yüksek Temsilci Borrell’in kaleme alacakları raporda, Türkiye’nin AB için vazgeçilmez bir komşu ve bölgesel aktör olduğu, ilişkilerin iki tarafın da yararına olacak şekilde düzeltilmesi ve canlandırılması gereği vurgulanacak ve Türkiye’deki gelişmelere de bağlı olarak ilişkilerin geleceğine yönelik yeni bir öneri gündeme gelecek. Türkiye tarafında, ilişkilerin olumlu bir şekilde ilerlemesine yol açması beklenen gelişmeler ise şöyle sıralanabilir: Yargı reformunun ciddi bir şekilde ele alınması ve yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güvenceye alınması için adım atılması, vize serbestliği yol haritasında kalan kriterlerin karşılanmasına yönelik girişimde bulunulması, örneğin terör tanımının Avrupa Konseyi standartlarına getirilmesi, AİHM’in kararlarının uygulanması, dış politikada çok taraflı diplomasiye ağırlık verilmesi, Yunanistan’ın tutumuna da bağlı olarak istikşafi görüşmelerin başlatılması, AB ile temaslara ağırlık verilmesi ve Fransa başta olmak üzere bazı Üye Devletlerle ilişkilerin gerilmesine yol açan megafon diplomasisinin yerini yapıcı diplomasiye bırakması. Bu şekilde olumlu adımların atılması pozitif gündemin hayata geçirilmesi ile ilişkilerin canlandırılmasının önünü açabilir. Aksi takdirde, Türkiye’nin AB üyeliği hedefine bağlı kalmaya devam ettiği yönündeki açıklamalar inandırıcı bulunmayacak, imtiyazlı ortaklık önerilerini bile aratacak olan, ticarete dayalı sınırlı bir ortaklık oluşturulması için öneriler gündeme gelebilecektir. Dolayısıyla önümüzdeki aylar ilişkilerin geleceği açısından oldukça kritiktir.
İlişkilerin 2021’deki gidişatını etkileyecek diğer unsurlar arasında öncelikle AB’nin Türkiye’ye bakışını etkileyecek olan entegrasyonun geleceği konusu gelmektedir. Brexit sonrasında 27 üyeli bir birlik olarak yoluna devam eden AB, başta dış politika alanı olmak üzere geleceğe yönelik kritik adımları atarken oydaşmayı sağlamakta zorlanmaktadır. Bu durum oybirliği ile karar almanın tamamen geride bırakılması ihtiyacını doğurmakta ve çok vitesli entegrasyon ya da farklılaştırılmış entegrasyon gibi farklı yöntemleri gündeme getirmektedir. 2021’de Avrupa’nın Geleceği konusunun ele alınacağı Konferansın çalışmaya başlaması öngörülmektedir. Bu çerçevede Avrupa entegrasyon sürecinin hangi yönde ilerleyeceği ve bu bağlamda genişleme sürecinin gidişatı da Türkiye-AB ilişkilerinde belirleyici olacaktır. Yukarıda söz edildiği gibi Biden yönetiminin iktidara gelmesi ile AB ile yakın bir ilişkinin ortaya çıkıp çıkmayacağı, çoktaraflılık ekseninde güçlü işbirliğine geri dönülüp dönülmeyeceği de belirleyici olacaktır. Bu kapsamda özellikle Türkiye konusunda yaklaşımlarını koordine edecekleri beklenebilir. Ayrıca dış politikada aktif olması beklenen Biden’ın Kıbrıs’ta çözüm için insiyatif alıp almayacağı, AB Konseyinin de taraftar olduğu Doğu Akdeniz’deki sorunlara yönelik çok taraflı bir konferansın toplanıp toplanmayacağı da etkili olacaktır. Biden yönetiminin önderliğinde bu bölgede sorunların çözümüne yönelik Türkiye’yi dışlamayan güçlü bir iradenin ortaya koyulması ilişkilerdeki gerilimin yumuşamasına yol açabilir.
Başlıktaki soruya geri dönersek, umutlu olmak için yeterince neden olduğunu söyleyebiliriz. 2021’de özellikle aşı uygulamalarının yaygınlaşması ile COVID-19 ile mücadelede daha fazla mesafe alınacağını da umabiliriz. AB’nin COVID-19 salgınının tahribatını en aza indirmek niyetinde olduğunu ve hızlı değişime ayak uydurmak ve küresel liderlik konumu için dijitalleşme ve Yeşil Mutabakat’a önem verdiğini görüyoruz. Bu alanlar Türkiye ve AB için de birlikte çalışılarak işbirliği yapılacak alanlar olarak ilişkileri güçlendirebilir ve yeni köprüler kurulmasına yol açabilir. Ancak tüm bu olasılıkların gerçekleşmesi ve ilişkilere umudun egemen olması için Türkiye’nin olumlu adımlar atmaya başlaması, AB reformlarına geri dönmesi, hukuk, yargı, özgürlükler ve demokrasi alanında atılımlar yapması ve dış politikayı diplomasi ekseninde yeniden düzenlemesi temel oluşturacaktır.
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri
2) 2021 yılına Girerken AB’nin Hedefinde Avrupa Sağlık Birliği Var
2020 yılına damgasını vuran COVID-19 salgını karşısında hazırlıksız yakalanılması ve AB düzeyinde ortak bir tutum oluşturma konusunda karşılaşılan zorluklar özellikle sağlık sistemleri ve ilaç tedarik zincirlerinin zayıf noktalarını iyice belirgin hale getirdi. AB üyesi ülkeler arasında AB’nin iç pazar kurallarına aykırı olarak ülkeler arası sınırların kapatılması ve ulusal çıkarlar doğrultusunda Üye Devletler arasında rekabete neden olan korumacı yaklaşımlar eleştirilere neden oldu. İlk tepkilerin ardından ülkelerin tek başlarına başa çıkamayacakları büyüklükte bir salgınla karşı karşıya olunduğu, rekabet yerine işbirliğine öncelik verilmesi halinde bu mücadelede yol kat edilebileceği görüşünün ağırlık kazanmasıyla işin şekli değişti. AB genelinde kamu sağlığı, salgının önüne geçmek için kritik önem taşıyan etkili ve güvenilir aşıların geliştirilmesi ve aşıların tüm dünya ülkeleri arasında eşit dağılımının sağlanması konuları AB’nin öncelikleri arasına taşındı. Sağlık konusunda AB’nin rolünün esas yetkiyi ellerinde bulunduran Üye Devletler arasında belirlenen konularda işbirliği ve koordinasyon sağlamak olması, AB’nin bu alandaki kısıtlarını COVID-19 sürecinde gözler önüne serdi. Ancak aynı zamanda bu doğrultuda AB’de sağlık alanında ileriye dönük olarak daha hazırlıklı, daha dayanıklı, sürdürülebilir bir sisteme olan gereksinimi ortaya koyarak bu yönde olumlu adımlar atılmasını hızlandırdı.
AB’nin salgınla mücadelesinin kısa vadede üç ana eksen etrafında oluştuğu görülüyor: hayat kurtarmak, sağlık sistemleri üzerindeki yükü hafifletmek ve virüsün yayılmasını kontrol altına almak. Sınırların Üye Devletler arasında Avrupa Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi’nin (ECDC) sağladığı epidemiyolojik veriler doğrultusunda açılmasının koordine edilmesi, RescEU girişimi ile salgınla mücadelede AB düzeyinde ortak olarak tedarik edilen ve dağıtılan tıbbi teçhizat, ilaç ve kişisel korunma gereçlerinden oluşan rezerv, kısa vadede salgının olumsuz etkilerini azaltmak ve tüm AB ülkelerinde ilaç ve tedavilere eşit erişimi sağlamaya yardımcı olmak amacıyla atılan adımlardan bazıları.
Virüsle ilgili bilgilerin paylaşıldığı bir veri platformu oluşturmak, Gavi ve COVAX gibi uluslararası aşı girişimleri çerçevesinde yapılan işbirlikleri kapsamında ilaç şirketlerine önceden ödeme yapmak suretiyle aşı çalışmalarına olan ilgiyi artırmak ve süreci hızlandırmak, aşı geliştirme çalışmalarında bulunan BioNTech ve CureVac gibi inovasyon yapan şirketlere AYB’nin destek vermesi de orta vadede aşı çalışmalarına ilişkin olarak gerek Birlik düzeyinde gerek küresel çerçevede AB’nin somut kazanımlar elde etmesi sonucunu doğuran yapıcı faaliyetleri arasında sayılabilir. AB için COVID-19’dan çıkış stratejisi ve iyileşme planı niteliğindeki YeniNesilAB (NextGenerationEU) kapsamında 2021-2027 döneminde kullanılmak amacıyla oluşturulan Sağlık için Avrupa Programı’na (EU4Health) ayrılan 5,1 milyar avro, bir yandan salgının kısa vadede yarattığı olumsuz etkileri ortadan kaldırmayı hedeflerken diğer yandan da AB’yi ileride oluşabilecek sağlık tehditlerine karşı daha hazırlıklı, sağlık ve ilaç alanlarında daha sürdürülebilir, Ar-Ge ve inovasyon yoluyla daha rekabetçi ve dijital dönüşümü hedefleyen, çevreye saygılı bir ekosistem yaratmayı gündeme alıyor.
2020 yılı içinde COVID-19 salgınının yarattığı şartların da dayatmasıyla AB, 17 Haziran’da Avrupa Aşı Stratejisi ve 25 Kasım’da Avrupa İlaç Stratejisi’ni kabul etmek suretiyle uzun vadeli gündemini uygulamaya başlamış oldu. Aşı milliyetçiliğine taviz vermeden AB düzeyinde ortak aşı tedarik etmek, bu aşıların dağıtımını koordine etmek ve Üye Devletlere aşılama ile ilgili plan önerilerinde bulunmak gibi hedeflerle kabul edilen Avrupa Aşı Stratejisi ve hastayı merkeze koyan, en başta ilaç eksikliğini gidermek, antimikrobiyal direnç, plazma, çocuk kanserleri ve nadir hastalıklar gibi konularda araştırmaları desteklemek ve yeni yasal düzenlemeler yapmak ve Birliğin her köşesinde hastaların ilaç ve tedavilere eşit erişimi gibi hedefleri olan ve bir ilacın tüm yaşam döngüsünü kapsamına alan bir Avrupa İlaç Stratejisi bu yolda atılmış çok önemli adımlardan.
11 Kasım itibarıyla Avrupa Komisyonu tarafından açıklanan Avrupa Sağlık Birliği ise bu hedeflerin en iddialısı. Avrupa Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA) gibi AB kurumlarının yetkilerini artırmak, ABD’deki Biomedik İleri Araştırma ve Geliştirme Kurumu (Biomedical Advanced Research and Development Authority-BARDA) benzeri yeni bir kurum yaratmak suretiyle Sağlık için Avrupa (EU4Health) programı hedeflerini genişletilmiş olarak 2027 yılı ötesine taşımayı merkezine koymuş durumda. Sanayi, ticaret ve rekabet politikaları ile uyumlu ve Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal), Kanseri Yenme Planı (Beating Cancer Plan), Ufuk 2020 (Horizon 2020), dijital sağlık, e-sağlık gibi programları destekleyecek ve tamamlayacak şekilde AB’nin sağlık alanındaki yetkilerini mevcut anlaşmalar çerçevesinde artırmayı hedefliyor. 2021 yılı Avrupa Sağlık Birliği’ne doğru giden yolda atılan bu adımların somut kazanımlar haline dönüşme sürecine tanık olacak gibi görünüyor.
2021 yılı aynı zamanda aşı anlaşmalarının ve aşılama uygulamalarının gerçekleşeceği ve konuşulup üzerinde yorum yapılacağı bir yıl da olacak. Şu ana kadar AB, çeşitli ilaç firmalarıyla değişik teknolojilerden oluşan ve gelecek vaad eden 6 aşıdan oluşan aşı portfolyosu için toplam 2,3 milyara yakın doz aşıyı kapsayan anlaşmalar yapmış durumda: BioNTech ve Pfizer ile 600 milyon doz, AstraZeneca ve Johnson and Johnson ile 400 milyon doz, Moderna ile160 milyon doz, CureVac ile 405 milyon doz ve Sanofi-GSK ile 300 milyon doz. Novavax ile 200 milyon doz aşılık bir anlaşma imzalamaya da çok yaklaşmış durumda.
Bunlardan BioNTech ve Pfizer ve Moderna Avrupa İlaç Ajansı (EMA)’ndan etkililik ve güvenlilik açısından onay ve ayrıca şartlı pazarlama yetkisini almış durumda. 27 Aralık itibarıyla AB’de aşılama süreci Komisyonun Avrupa Aşı Stratejisi çerçevesinde önerdiği aşılama öncelikleri ve ”nüfusa orantılı olarak dağıtma” prensibi üzerinden başladı. Aşılama uygulamaları ile birlikte başlayan bir başka şey de bu sürece ilişkin eleştiriler. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen liderliğindeki AB’nin bu eleştiriler karşısında direnerek ve her aşamada öğrenilenleri göz önünde bulundurarak- görevi devraldığı zaman konuşmasında belirtmiş olduğu önceliklerden biri olan- sağlık alanında son 1 yıl içinde gösterdiği gelişmeleri geleceğe taşımak konusunda kararlı bir tavır içinde olacağını beklemek hiç de yanlış olmaz.
Şehnaz Dölen, İKV Kıdemli Uzmanı
3) Yeşil Mutabakat Konusunda Bizi Neler Bekliyor?
Hiç şüphesiz ki, Avrupa Yeşil Mutabakatı 2020 yılına damga vurdu. 2050 yılında Avrupa’yı iklim nötr ilk kıta hâline getirmeyi amaçlayan Avrupa Yeşil Mutabakatı, enerjiden döngüsel ekonomiye, akıllı ve sürdürülebilir ulaşımdan çevre dostu gıda sistemlerine, biyoçeşitliliğin korunmasından kirliliğin önlenmesine birçok alanda çevresel dönüşümler öngörüyor.
Öyle ki, von der Leyen Komisyonu’nun en önemli girişimlerinden biri olan Avrupa Yeşil Mutabakatı, tüm dünyanın muzdarip olduğu COVID-19 salgınına rağmen sadece AB’nin değil, tüm dünyanın en kritik gündem maddelerinden birini oluşturdu. AB, 2050 yılı iklim nötr hedefini ilk “İklim Yasası” ile tescillerken, 2030 yılı hedefini de %40’tan %55’e yükseltti. Sanayi sektörü, döngüsel ekonomi, tarım, enerji ve kimyasallar gibi Yeşil Mutabakat’ın etkilemesi beklenen alanlara yönelik olarak, tüm yıl boyunca tamamlayıcı nitelikte stratejiler yayımlanmaya devam etti.
İklim değişikliğinin etkilerini son süratle göstermeye devam ettiği dünyamızda, 2021 yılında Yeşil Mutabakat’a olan ilginin azalmayacağı, aksine daha da artacağı öngörülebiliyor. 2021 yılında da Komisyonun ajandası Yeşil Mutabakatı tamamlayıcı değere sahip birçok eylem planı içeriyor. Buna göre, ulusal stratejik planların Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Tarladan Sofraya Stratejilerini ne kadar ele aldığı incelenecekken, iklim değişikliğine uyum sağlamak adına yeni bir strateji ortaya koyulacak. Gelecek aylarda, özellikle ulaştırma sektörüne yönelik birçok stratejinin yayımlanması bekleniyor. Diğer yandan Komisyonun takviminde, Emisyon Ticaret Sistemi Direktifi’nin yeniden gözden geçirilmesi, sıfır kirlilik eylem planının harekete geçirilmesi, biyoçeşitlilik kaybı ile mücadele, enerji vergilendirmesi gibi önemli konulara yönelik yeni öneriler bulunuyor. Ancak 2021 yılının en merakla beklenen uygulaması karbon sınır vergisi olacak gibi görünüyor. AB, üçüncü ülkelerin iklim çabalarının yeterli olmadığı durumlarda karbon kaçağı riskinin azaltılması için birkaç sektöre yönelik karbon sınır düzenlemeleri mekanizması oluşturulmasını önerecek. Buna göre, AB’nin ithal ettiği ürünlerin fiyatları, içerdiği karbon miktarıyla orantılı olarak belirlenecek. Yani, bir ülke AB’ye ihraç ettiği ürünü üretirken daha fazla karbon salınımına neden oluyorsa daha fazla vergi ödemek durumunda kalacak. Türkiye gibi ticaretinin önemli bir payını AB’ye gerçekleştiren ülkeler, AB’nin uygulamaya başlayacağı karbon sınır mekanizmasından fazlasıyla etkilenecek. Bu uygulamaya ilişkin ilk önerinin 2021 yılının ilk sömestrinde yayımlanması ve en geç 1 Ocak 2023’e kadar uygulamaya koyulması bekleniyor.
N. Melis Bostanoğlu, İKV Uzman Yardımcısı
4) AB-Birleşik Krallık İlişkilerinin Geleceği Anlaşmada Yer Almayan Detaylarla Belirlenecek
COVID-19 salgınının yoğun bir şekilde hissedildiği 2020 yılının Brexit’le ilgili olumlu bir gelişme ile sona ermesi yüzleri güldürdü. Birleşik Krallık’ın (BK) AB’den ayrılmasına ilişkin 2016 Haziran ayında yapılan referandumu takip eden ve belirsizlikle geçen uzun sürenin ardından Birleşik Krallık’ın AB ile olan gelecekteki ilişkilerinin bir anlaşma çerçevesinde düzenlenip düzenlenmeyeceği konusu 24 Aralık 2020 tarihinde, Geçiş Dönemi’nin biteceği tarih olan 31 Aralık 2020 tarihinden tam da bir hafta önce, AB ve Birleşik Krallık arasında bir anlaşmaya varıldığı yönündeki açıklama ile belirlilik kazandı. İmzalanan AB-Birleşik Krallık Ticaret ve İşbirliği Anlaşması ile iki taraf arasında 660 milyar sterlin tutarında bir ticareti yönetecek olan anlaşma AB ve BK tarafından memnuniyetle karşılandı. Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen yapılan anlaşmanın her iki taraf için de ”adil ve dengeli” olduğunu dile getirdi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson ise BK olarak Gümrük Birliği’nden ve Tek Pazardan çıktıklarını ve egemenliklerini ve BK’nın “kendi kaderinin kontrolünü” tekrar ele geçirdiğini vurguladı.
Anlaşma ile her şeyden önce AB ile Birleşik Krallık arasında bir serbest ticaret anlaşmasının temelleri atıldı. Vatandaşların güvenliğini korumaya yönelik yeni bir işbirliğinin oluşturulması ve varılan anlaşmanın yönetişimi ve anlaşmazlık halinde başvurulacak mekanizmalar anlaşmanın kapsamında ele alınan konulardan. Malların ve hizmetlerin ticaretinin yanı sıra BK ile ilişkilerde AB çıkarlarını ilgilendiren yatırım, enerji ve sürdürülebilirlik, verilerin korunması, hava ve karayolu taşımacılığı, ulaşım ve sosyal güvenlik alanında işbirliği ile en tartışmalı konulardan olan balıkçılık, rekabet, devlet yardımları, kamu alımları ve vergide şeffaflık konuları da 1298 sayfalık anlaşmada yer alıyor.
Hatırlanacağı üzere, AB ile BK arasındaki ticaret ilişkilerinin sıfır tarif ve sıfır kota üzerine dayanan bir serbest ticaret anlaşması ile düzenlenmesini öngören Anlaşma, BK tarafından onaylandı. AB nezdinde Üye Devletler tarafından imzalanan anlaşmanın tam anlamıyla geçerli olabilmesi için AP tarafından 28 Şubat 2021 tarihine kadar görüşülüp onaylanması gerekiyor. Ancak anlaşma şartları geçici olarak 1 Ocak 2021 itibarıyla yürürlüğe girmiş bulunuyor.
2021 yılının ilk gününden itibaren Birleşik Krallık’ın, AB üyesi iken faydalandığı malların, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımından faydalanamayacak olmasının birtakım yansımaları olması bekleniyor. Mal ticaretine ilişkin menşe kuralları, daha fazla doküman, gümrük formalitesi ve sınır kontrolü, zaman zaman standart ve gıda sağlık güvenliğine ilişkin çift başvuru ve ek kontrollerin yanı sıra, kişilerin serbest dolaşımına ve çalışmasına yönelik olarak vize ve izin alma gerekliliği doğacak. Uygulamada belgelendirmeye ilişkin ortaya çıkacak zorluklar ve gecikmeler, anlaşma ile ticaret dışı konularda yalnızca çerçeve olarak belirlenmiş olan konuların detaylarının oluşturulması sürecinde yer alacak olan sürekli müzakere durumu, anlaşma şartlarına ilişkin yorum farklılıkları ve olası anlaşmazlıklar, İrlanda sınırı, İspanya ile Cebelitarık meselesive İskoçya’nın bağımsızlığı AB’den ayrıldıktan sonraki dönemde taraflar arasındaki ilişkileri belirleyecek konulardan bazıları.
Birleşik Krallık’ın AB’den anlaşmalı ayrılmasına en çok sevinen taraflardan biri de Türkiye oldu. AB ile arasındaki Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye’nin en büyük ikinci ticaret ortağı olan Birleşik Krallık’la bir ticaret anlaşması yapabilmesinin yasal zemini böylece hazırlanmış oldu. Belirsizlik döneminde BK ile Türkiye arasında yapılan uzun müzakereler sonucu nihai haline ulaşmış olan serbest ticaret anlaşması AB-BK arasındaki anlaşmanın imzalanmasının hemen ardından 29 Aralık 2020 tarihinde imzalandı. 1 Ocak 2021 itibarıyla yürürlüğe giren Birleşik Krallık ile Türkiye arasındaki STA ile iki ülke arasındaki mevcut ticaret şartlarının devamı sağlanmış olacak. Hatırlanacağı üzere, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan bu anlaşma ile bir yandan AB ile olan Gümrük Birliği’nin 25 yıl boyunca getirdiği kazanımlar korunurken, diğer yandan Birleşik Krallık ile ilişkilerin daha da derinleştirilmesi yönünde bir adım atılmış olduğunu bildirmişti. Birleşik Krallık'ın AB’den ayrılmasıyla iki ülke arasındaki ticaret rejiminin yeniden belirlenmesi ihtiyacı karşısında yapılan bu anlaşma sayesinde belirsizlik ve endişe ortadan kalmış oldu ve anlaşmanın yapılmamış olması halinde BK’ya yapılan ihracatın tabi olacağı vergi yükü ortadan kalmış oldu.
2021 yılı ile birlikte AB ile BK arasında, AB ile olan Gümrük Birliği’nde olduğu gibi, sanayi ürünlerinde tarife ve kotasız serbest ticaret yapılmaya devam edilecek, tarım ürünlerinde de mevcut şartlar korunuyor. Ancak bu durumda Gümrük Birliği geçerli olmadığı için menşe şahadetnamesi gibi bürokratik prosedürlerin devreye girmesi söz konusu olabilecek. İki yıl içinde tarafların mevcut şartları karşılıklı iyileştirerek anlaşmanın kapsamının tarım, hizmetler ve yatırım gibi alanlar dâhil genişletilmesi için çalışmalar yapması bekleniyor. İleriye dönük olarak ticaret ve dış yatırım üzerinde olumlu etkileri ve Türk sanayi ve ithalat-ihracatçıları açısından yaratacağı yeni fırsatlar 2021 için heyecan verici ve umut vaad eden beklentiler.
BK’nin AB’den ayrılması ile AB’nin kendi içindeki dinamiklerin ne yönde değişeceği, gelecekte alacağı yapının Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri etkileyeceğine şüphe yok. Olumlu perspektiften bakıldığında bu bağlamda BK ile Türkiye arasında savunma sanayi, enerji, hizmetler ve dış politika başta olmak üzere yeni işbirlikleri de söz konusu olabilir. Brexit ile değişen Avrupa’daki gelişmeleri 2021 boyunca yakından izlemek büyük önem taşıyacak.
Şehnaz Dölen, İKV Kıdemli Uzmanı
5) AB İç ve Dış Politikasında Önem Kazanan Hukukun Üstünlüğü
“Birlik, azınlıklara mensup kişilerin hakları dâhil olmak üzere insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulmuştur” ifadesi ile entegrasyon projesinin yapıtaşları arasında yer alan hukukun üstünlüğü; yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, yolsuzluk ve denge-denetleme mekanizmalarını kapsayan bir kavram olarak nitelendiriliyor. En genel anlamıyla herhangi bir bireyin veya grubun yasanın üstünde olmadığı anlamına geliyor. AB Antlaşması’nın 2’nci ve 49’uncu Maddelerine konu olan hukukun üstünlüğü prensibi aslında 1993 yılında kabul edilen Kopenhag kriterlerinin de merkezinde yer alan ve bu nedenle aday ülkelerin yakından tanıdığı bir kriterdir. Bu yönüyle hukukun üstünlüğü, AB’nin sadece kurucu sütunu değil aynı zamanda genişleme politikasının da birincil unsurlarından biri olarak konumlanıyor.
Avrupa Komisyonunun 2020 ajandasında öncelikli bir yere sahip olan hukukun üstünlüğü ilkesi, zamanın ölümsüz kıldığı temel değerlerden biri olarak entegrasyon projesinin geleceğini de şekillendirecek. Hem üye ülkeler hem de üçüncü ülkelerdeki hukukun üstünlüğü mekanizmalarını daha yakından izleyeceği mesajını açıkça veren Avrupa Komisyonu, bu nedenle 2021-2027 AB bütçesinin içerisine hukukun üstünlüğü ihlallerine karşı uygulanabilecek yaptırımları da dâhil etmek için çaba sarf ediyor. Özellikle 2020’nin ikinci yarısında üstlendiği AB Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında tasarıyı veto edeceğini açıklayan Macaristan ve Polonya’nın ikna edilmesinde Almanya’nın kazandığı başarı, 2021 yılına umutlu girilmesini sağladı. Bir sonraki adım AB Konseyi’nde bütçe konusunda yapılacak oylamada oy birliğine varılmasını sağlamak olacak ve bunu da 1 Ocak günü Almanya’dan altı aylığına devraldığı AB Konseyi Başkanlığı döneminde Portekiz’in gerçekleştirebilmesi bekleniyor.
Bütçesel harcamalarda hukukun üstünlüğü ilkesinin getirilmesi tartışmalarını tamamlamak amacıyla üye ülkeler ile üçüncü ülkelerin hukukun üstünlüğü temelli izlenmesine ağırlık veren Avrupa Komisyonu, yenilenmeler ve dönüşümler esnasında temel değerlerin her zamankinden daha fazla hatırlanmasının da önünü açıyor.
30 Eylül 2020 tarihinde 27 üye ülke için hazırlanmış olan Hukukun Üstünlüğü Raporları, üye ülkelerin hukukun üstünlüğü eksenli karnesini böylesine geniş bir çerçevede ilk kez ortaya koyarken, bu ilkenin sadece bir “adaylık kriteri” olmadığını da hatırlattı. Tüm üye ülkeler için hazırlanan Hukukun Üstünlüğü Raporları, her bir Birlik üyesini yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, yolsuzluk ve son olarak denge-denetleme mekanizmaları olmak üzere dört konuda değerlendirdi.
Devamı niteliğinde bir adım olarak 7 Aralık 2020 tarihinde yayımlanan basın duyurusu ile AB, üçüncü ülkelerdeki insan hakları ihlallerine karşı daha güçlü ve kapsamlı yaptırım rejimi kabul ettiğini duyurdu. AB dış politikasında önemli bir araç olarak konumlanan yaptırımlar, Birliğin üçüncü ülkeler ile ilişkilerinde de Kurucu Antlaşmalarda bahsi geçen temel değerlerin korunmasına olanak sağlıyor. Bu yasal çerçevede yürütülen mevcut uygulama ile coğrafi olarak sınırlı bir bölgede 40 farklı yaptırım rejimi söz konusudur. AB’nin yeni kabul ettiği sistem ise dünyanın herhangi bir yerindeki insan hakları ihlallerine karşı Birliğin söyleyecek bir sözü olmasını esas alıyor.
İnsan hakları ihlallerine karşı güçlendirilecek yaptırımlar, bu bağlamda insan haklarına verilen önemin bir parçası olarak konumlanıyor. Nitekim 10 Aralık Küresel İnsan Hakları Günü öncesinde bu konuya ilişkin atılımlar yapan AB, 18 Kasım günü Birliğin beş yıllık (2019-2024) “İnsan Hakları ve Demokrasi Eylem Planı”nı da açıkladı. İlk olarak Komisyon Başkan Yardımcısı ve Yüksek Temsilci Borrell tarafından 25 Mart 2020 tarihinde sunulan Eylem Planı, Almanya AB Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında kabul edildi.
Eylem Planı ile geniş kapsamlı bir içerik halinde birbirini tamamlayan unsurlar olarak sunulan “insan hakları ve demokrasi” prensiplerinin özellikle AB dış politikasında belirleyici bir konuma gelmesi hedefleniyor. İnsan onuru, özgürlükler, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı çerçevesinde Birliğin politikalarının şekillendireceğinin altını çizen ve buna yönelik politikaların güçlendirileceğini ifade eden Eylem Planı’nda AB Delegasyonları ve üye ülke büyükelçiliklerinin birincil yürütücüler olacağı belirtiliyor.
Sonuç olarak bütçe, hukukun üstünlüğü izlemesi ve artırılan yaptırımlar çerçevesinin dâhil olduğu bir gündemle 2021 yılına giren AB için hukukun üstünlüğü ilkesi, Yeşil Düzen ve dijitalleşme önceliklerine eklemlendi. Bu nedenle hukukun üstünlüğü, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde takip etmesi ve ileriye yönelik adımlar atması gereken konuların başında var olmaya devam edecek.
Selvi Eren, İKV Uzman Yardımcısı
6) Merkel Sonrası Almanya’da Geçiş Yılı: Yeni Dönemde Neler Beklemeli?
2021’in sadece Avrupa için değil tüm dünya için en önemli olaylarından biri Federal Almanya’da 15 yıldır Başbakanlık yapan Angela Merkel’in parti başkanlığı ve başbakanlığı bırakıyor olması. Merkel bu kararını 2018’de açıklamıştı. O günden bugüne popülaritesinde önemli bir artış olmasına rağmen, kararında bir değişiklik olmadı. Görev süresi boyunca AB Anayasal Antlaşması’nın reddi, küresel mali kriz, avro krizi, Ukrayna krizi, mülteci krizi, Brexit, COVID-19 salgını gibi birçok ciddi dönemeçte etkin bir liderlik sergileyen Merkel, hem kendi ülkesi hem de AB için istikrar, sağduyu ve rasyonel yönetimin sembolü haline geldi. Bu açıdan, Merkel sonrası dönem çeşitli soru işaretleri barındırıyor. Deneyimli siyasetçi Merkel’in yerini doldurmak oldukça zor olacak. Merkel kendi partisi içinde özellikle partiyi merkeze taşımak ve sağ oyları Almanya için Alternatif Partisi’ne kaptırmak ile suçlanmıştı. Halefi Merkel’in çizgisini devam ettirebileceği gibi, partiyi daha sağa çekmeye de çalışabilir. Bu durum Almanya’nın AB içindeki dengeli liderlik pozisyonunu, Fransa ve diğer Üye Devletler ile ilişkilerini, küresel rolünü ve göç konusundaki yaklaşımlarını olumsuz etkileyebilir. Daha güvenlikçi, korumacı ve içe kapanmacı bir siyaset hâkim olabilir.
Merkel sonrası döneme geçiş için ilk önemli adım 15-16 Ocak 2021 tarihlerinde yapılacak olan Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) kongresinde atılacak ve Merkel’in parti başkanı olarak halefi seçilecek. Parti Başkanlığı için üç aday bulunuyor. Bunlardan kazanması en muhtemel aday olan Friedrich Merz, Merkel’in en önemli rakiplerinden biri ve özel sektör kökenli. “Milyoner hukukçu” olarak tanınıyor. 1989 ve 1994 arasında AP üyesi olarak görev yapmış. 2000-2002 yılları arasında Bundestag’da CDU/CSU grubunun liderliğini yapmış ve Merkel’in isteği üzerinde bu görevi bırakmış. 2009’da siyasete ara veren Merz Axa sigorta şirketi, BASF kimya şirketi ve Black Rock adlı yatırım grubu için çalışmış. Düzen ve piyasa ekonomisi yanlısı Merz, Merkel’in merkezci politikaları sebebiyle partiyi terk eden seçmenleri geri getirmeyi vadediyor. İdeolojik duruşu yanında liderlik tarzıyla da Merkel’den ayrılıyor. 2018’de Merkel’in halefini belirlemek için yapılan seçimlerde Annegret Kramp-Karrenbauer’in arkasından ikinci gelmişti. Karrenbauer’in Thuringen eyaletindeki seçimlerde aşırı sağ ile işbirliğine giden partisini kontrol etmekte sorun yaşadığı için Merkel’in halefi olmayacağını açıklaması üzerine tekrar aday olacağını açıklamıştı. Son günlerde Birleşik Krallık ile AB arasında yapılan anlaşmanın Türkiye ve Rusya ile ilişkiler için model olabileceğine dair bir açıklamada bulunmuştu.
İkinci aday Armin Laschet 2017’den beri Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin başbakanlığını yürütüyor. Aynı zamanda CDU’nun Başkan Yardımcılığı görevini de yerine getiriyor. 1979’dan beri parti üyesi olan Laschet, farklı düzeylerde görevlerde bulunmuş. Merkel’in çizgisine yakın ılımlı görüşleri ile dikkat çekiyor. Dindar bir Katolik olan Laschet’in, eşcinsel evliliklere karşı olduğu ancak buna rağmen eşcinsel evlilik yapmış olan Jens Spahn’ı yardımcısı olarak seçtiği görülüyor. Göçmenler konusunda da ılımlı görüşleri ile dikkat çekiyor. Kendisini merkez ve sağ gruplar arasında bir köprü olarak tanımlıyor.
Son olarak, üçüncü aday Norbert Röttgen ise 2014’ten beri Bundestag’ın Dışişleri Komitesi Başkanlığı’nı yürütüyor. 2009 ile 2012 tarihleri arasında ise Çevre, Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı görevini yerine getirmiş. 2012 seçimlerinde uğradığı ağır kayıp sebebiyle Merkel tarafından kabine dışı bırakılmış. Siyasi pozisyonu merkezde olarak tanımlanan Röttgen CDU’nun eski üyeleri tarafından sevilen bir siyasetçi. Transatlantisizm, Fransız-Alman ortaklığı ve Almanya’nın AB’ye çıpalanması gibi klasik ve merkezi görüşleri benimsiyor.
26 Eylül Pazar günü yapılması planlanan federal seçimlere CDU’nun hangi liderle gireceği merak konusu. Kuşkusuz seçilecek liderin kimliği seçim sonuçlarını ve nihayetinde Almanya ve AB’nin geleceğini önemli ölçüde etkileyecek.
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri
7) 2021’de AB Genişleme Politikasının Öncelikli Gündemi: Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile Müzakerelere Başlanması
2021 yılında AB genişleme ajandasında önemli bir gelişme yaşanması beklenmezken 2019’dan miras kalan Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile müzakerelere başlanması konusu, genişleme ajandasındaki en acil konulardan biri olmayı sürdürüyor. Hatırlanacağı üzere, Haziran 2018’den beri AB Konseyi’nin gündeminde bulunan bu hususta, Arnavutluk’un örgütlü suçlarla mücadeledeki performansı konusunda Danimarka ve Hollanda’nın çekinceleri ve Ekim 2019’da Fransa’nın genişleme sürecinin köklü şekilde reforme edilmesini şart koşması nedeniyle karara varılması mümkün olmamıştı. Fransa’nın talepleri doğrultusunda; AB başkentlerinin ağırlığını artıran ve AB değerlerinden sapmanın doğuracağı olumsuz sonuçları vurgulayan yeni bir genişleme metodolojisinin benimsenmesi sonucunda, AB Konseyi’nin nihayet 25 Mart 2020 tarihinde Tiran ve Üsküp ile müzakerelere başlanmasına yeşil ışık yakması mümkün oldu.
Avrupa Komisyonunun müzakere çerçeve belgelerini temmuz ayında sunmasının ardından iki ülke ile müzakereleri resmen başlatacak ilk hükümetler arası konferansların 2020 yılının ikinci yarısında Almanya Dönem Başkanlığı sırasında toplanması beklenirken, süreç bu kez Makedoncanın kökeni ile tarihsel olaylara ilişkin yorum farklılıklarını gerekçe gösteren Bulgaristan’ın vetosu nedeniyle belirsizliğe sürüklendi. AB ile bütünleşme sürecinde “isim sorununu” bahane eden komşusu Yunanistan’ın vetosu nedeniyle yıllarını kaybeden ve ulusal kimliğini yeniden tanımlamak zorunda kalan Kuzey Makedonya’nın, kimliğinin bu kez de AB üyesi diğer komşusu Bulgaristan tarafından sorgulanması nedeniyle müzakerelere başlayamaması son derece düşündürücü. Sofya’nın bu vetosu, Konsey’in belirlediği ek koşulları yerine getirme yolunda aşama kaydeden Arnavutluk’un müzakerelere başlamasına da engel oluyor.
Avrupa Komisyonunun 2009’dan beri 10 kez yinelediği tavsiyesine rağmen Kuzey Makedonya’nın halen müzakerelere başlayamamış olması, genişleme politikasının içerisinde bulunduğu duruma dair umut verici bir geleceğe işaret etmiyor. AB’nin iç dinamikleri, genişleme ajandasındaki ülkelerin sorunları ve geçmiş genişleme dalgalarından edinilen deneyimler, Birliğe üyelik kriterlerinin daha zorlayıcı hale gelmesine neden oldu. Üye Devletler arasında genişlemenin zamanlaması ve aday ülkelerin hazırlık düzeyine ilişkin derin görüş ayrılıkları bulunuyor. AB Konseyi’nin genişleme politikasındaki ağırlığının artmasına bağlı olarak, genişleme süreci siyasileşmiş durumda. Kuzey Makedonya örneğinden de anlaşılabileceği gibi, kriterlerin karşılanması halinde dahi süreçte yeni engellemeler ve ek koşullar çıkması an meselesi. İkili uyuşmazlıkları Avrupalılaştırma eğiliminin yaygınlaşması, bunun en belirgin örneğini oluşturuyor.
Kuzey Makedonya ve Arnavutluk ile müzakerelere, Almanya’nın 2020 yılının son yarısında yürüttüğü Dönem Başkanlığı sırasında başlanamaması büyük talihsizlik olarak yorumlandı. 2021 yılında AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenecek Portekiz ve Slovenya’nın, Almanya kadar siyasi ağırlığa ve etki gücüne sahip olmamaları ve bu yıl Almanya ve Hollanda’nın, 2022 ilkbaharında ise Fransa’nın genel seçimler için sandığa gidecek olması, bu konuda bir atılım sağlanmasını zorlaştırıyor.
2021 yılının ilk yarısında AB Dönem Başkanlığı’nı üstlenen Portekiz, öncelikleri arasında yer almamasına rağmen Üsküp ve Tiran ile ilk hükümetlerarası konferansların haziran ayına kadar toplanabileceğinden umutlu. Bulgaristan genel seçim takvimi bu konuda belirleyici önemde görülüyor. 28 Mart 2021’de düzenlenmesi beklenen seçimin ardından Sofya’nın Kuzey Makedonya’ya yönelik tutumunda bir yumuşama olup olmayacağı merak ediliyor. Yılın ikinci yarısında Slovenya’nın AB Dönem Başkanlığı sırasında Batı Balkanların AB’nin gündemine gelmesiyle konunun yeniden AB’nin radarına girmesi öngörülüyor.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı
8) Avrupa’nın Geleceği Konferansı Gerçekleşecek mi?
Avrupa'nın Geleceği Konferansı, AB'nin orta ve uzun vadeli geleceğine ve politikalarında hangi reformların yapılması gerektiğine bakmak amacıyla Avrupa Komisyonu ve AP tarafından 2019 sonunda açıklanan bir öneri olma özelliğini taşıyor. AP, AB Konseyi ve Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenecek olan konferansın, iki yıl sürmesi ve gençleri, sivil toplum kuruluşlarını ve AB kurumlarını bir araya getirmesi amaçlanıyor. Üye Devletler, vatandaşlarını Avrupa'nın Geleceği Konferansı ile COVID-19 salgını da dâhil olmak üzere, önümüzdeki on yıl ve sonrasında Avrupa'nın geleceği konusunda geniş kapsamlı bir tartışmaya dâhil etmek istiyor. AB Konseyi, konferansın pandemi koşulları izin verir vermez başlatılmasını ve COVID-19 salgınının ekonomik yansımaları ve krizden çıkarılan dersler dâhil olmak üzere Avrupa'nın karşı karşıya olduğu zorluklarla daha etkili bir şekilde mücadele etmek için orta ve uzun vadede AB politikalarının nasıl geliştirileceğine odaklanılmasını amaçlıyor.
Konferansın ayrıca, Komisyon'un Siyasi Öncelikleri ve AB Konseyi'nin Stratejik Gündemi’nde belirtildiği gibi kilit konular etrafında yapılandırılması planlanıyor. Bu kilit konular arasında iklim değişikliği ve çevresel zorluklarla mücadele, verimli bir ekonomi, sosyal adalet ve eşitlik, Avrupa'nın dijital dönüşümü, Avrupa değerlerinin teşvik edilmesi, AB'nin dünyadaki sesinin güçlendirilmesi ve Birliğin demokratik temellerinin desteklenmesi yer alıyor.
Yapılan bütün bu planlara rağmen yaşanan iki ciddi sorun konferansın ertelenmesine sebep oldu. AP ve AB Konseyi’nin ayrı ayrı yayımladığı sonuç bildirgelerinde konferansın iki yıl boyunca Brüksel ve Strasburg gibi şehirlerde düzenlenecek birçok oturumla AB vatandaşlarını bir araya getirerek gerçekleştirilmesine karar verilmişti. Fakat 2019 yılının sonuna doğru Çin’de başlayan ve 2020’nin ilk aylarında hızla tüm dünyaya yayılan COVID-19, doğal olarak konferansın gerçekleştirilmesinin ilk ve en belirgin engeli oldu.
Pandeminin yanı sıra Avrupa’nın Geleceği Konferansı, liderlik konusu yüzünden son dönemde AP ve AB Konseyi arasında önemli ölçüde bir gerginliğe yol açtı. Tek başkanı olması planlanan konferansın başına geçmesi için AP’nin aday gösterdiği Guy Verhofstadt, resmi bir dille bir sonuç bildirgesinde ifade edilmese bile AB Konseyi tarafından “veto edildi”. AP’nin Verhofstadt’ı Ocak 2020’de konferansa başkanlık için aday göstermesine rağmen AB Konseyi’nin 24 Haziran 2020 tarihli bildirgesine kadar bu konuya değinmemesi, bildirgede ise “bağımsız bir başkan” ifadesine yeniden vurgu yapması, bazı liderlerin Verhofstadt’ı katı “Avrupa federalizmi” inancı yüzünden istemediklerine dair bir sinyal olarak yorumlandı.
Zafer Can Dartan, İKV Uzman Yardımcısı
9) Akdeniz Havzası’ndaki Dış Politika Sınamaları
Doğu Akdeniz’de, Türkiye ve Yunanistan arasında deniz yetki alanları konusunda artan gerginlik, özellikle 2020 yazına damgasını vurdu. Yunanistan’ın Mısır ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzalaması, İyon Denizi’nde kara sularını 12 mile çıkararak aynısını Ege’de de yapmaya hazır olduğu mesajını vermesi gibi provokatif adımları, tansiyonun yükselmesine ve iki NATO müttefiki arasında sıcak çatışma ihtimalinin telaffuz edilmesine yol açarken, AB’nin “üyelik dayanışması” adı altında Yunanistan ve GKRY’nin maksimalist tezlerini desteklemesi, Türkiye-AB ilişkilerinin de gerilmesine neden oldu. AB Dönem Başkanı Almanya, Atina-Ankara hattındaki sorunların diyalogla çözülmesi için diplomatik girişimlere ağırlık verirken, Türkiye’nin Suriye ve Libya krizleri bağlamındaki rolünden rahatsızlık duyan Fransa ise Yunanistan ve GKRY’nin yanında yer aldı. Ankara ve Atina’nın istikşafi görüşmelere yeniden başlamak üzere anlaşmaları, gerilimi bir nebze düşürse de, Yunanistan’ın ek koşullar öne sürmesi nedeniyle görüşmelere 2020 yılında başlanması mümkün olmadı. 10-11 Aralık 2020 tarihli AB Zirvesi’nde; Fransa, Yunanistan, GKRY ve Avusturya’nın Türkiye’ye ağır yaptırımlar uygulanması yönündeki talepleri AB içerisinde destek bulmazken, Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarıyla bağlantılı kısıtlayıcı tedbirler listesine yeni isimler eklenmesi hafif bir yaptırım seçeneği olarak öne çıktı. AB’nin, Türkiye ile pozitif siyasi gündem başlatma kararlılığını vurgulaması ve hafif yaptırımlarda karar kılmasıyla korkulan senaryo önlenirken, durumun 25-26 Mart 2021 tarihindeki AB Zirvesi’nde Yüksek Temsilci Borrell’in kaleme alacağı rapor temelinde ve yeni Beyaz Saray yönetimiyle koordinasyon içerisinde yeniden değerlendirilmesi bekleniyor. Mart ayındaki AB Zirvesi’ne giden süreçte, Türkiye ile Yunanistan arasında 2016’da askıya alınan istikşafi görüşmelere yeniden başlanması ve Türkiye’nin de üzerinde durduğu gibi Doğu Akdeniz’deki tüm aktörlerin katılımıyla çok taraflı bir konferansın toplanması, bölgede tansiyonun düşürülmesine katkıda bulunabilir. Aralık ayında, Ankara’nın Oruç Reis sismik araştırma gemisinin faaliyetlerini Antalya Körfezi ile sınırlaması ve istikşafi görüşmelerin bir sonraki turunun 25 Ocak’ta İstanbul’da yapılacağının duyurulması, bu konuda bir açılım yaşanabileceğinin habercisi.
Temmuz 2017’de, Rum tarafının uzlaşmaz tavrı nedeniyle kritik bir safhada çıkmaza giren Kıbrıs görüşmelerinde yeni bir sürece girilip girilmeyeceği de 2021’in önemli gündem maddeleri arasında yer alacak. KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tamamlanmasıyla BM Genel Sekreteri António Guterres’in adadaki iki toplum ile üç garantör devlet ve BM’nin katılımıyla gayri resmi bir konferansın toplanması yönündeki girişimlerini hızlandırdığı görülüyor. Ekim 2020’de Kapalı Maraş’ın KKTC yönetiminde açılması yönünde atılan adımlar ve “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözümün” en üst düzeyde dile getirilmesi, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının yaklaşımında önemli bir paradigma değişikliğine işaret ediyor. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının 5+BM formatında toplanması öngörülen Kıbrıs Konferansı’na egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm önerisiyle gitmeleri bekleniyor.
Suriye iç savaşı ve Libya krizi, 2021’de gerek Türkiye’nin gerekse AB’nin gündemindeki dosyalar arasında yer almaya devam edecek. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in aralık ayında kaleme aldığı blog yazısında, bu iki coğrafyayı, 2020’de Türkiye ile AB’nin dış politika tercihlerinin büyük ölçüde farklılaştığı alanlar olarak değerlendirmesi dikkat çekiyor. Türkiye’nin, 2019’da imzalanan mutabakat kapsamında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne 2020 yılında verdiği destek, sahadaki dengeyi meşru hükümet lehine değiştiren ve Libya’da kalıcı ateşkese zemin hazırlayan bir gelişme oldu. Almanya’nın arabuluculuk girişimlerine rağmen AB’nin Akdenizli üyelerinin Libya krizinde farklı safları desteklemeleri, Birliğin bu konuda tutarlı ve bütünlüklü bir tutum sergilemesini mümkün kılmadı. Malta ve İtalya, BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklerken Fransa ve Yunanistan’ın Tobruk merkezli General Halife Hafter güçlerine destek vermeleri, 2020’de Fransa ile Türkiye’yi karşı karşıya getirdi. 2020’nin sonuna yaklaşırken, AB’nin Libya’ya yönelik BM silah ambargosunun uygulanmasını denetlemek üzere faaliyete geçirdiği ancak taraflı olduğu için eleştirilen Irini Harekâtı kapsamındaki Alman fırkateyni tarafından Türk bandıralı ticaret gemisinin durdurularak gayrihukuki şekilde aranması, Ankara-Brüksel hattında iplerin gerilmesine neden oldu. 2021’e kırılgan bir ateşkesle giren Libya’da çatışmaların yeniden alevlenmesi düşük bir olasılık olarak değerlendirilirken, 24 Aralık 2021’de gerçekleştirilmesi öngörülen seçimlere giden süreçte BM öncülüğündeki siyasi sürecin ilerletilmesi önem taşıyor.
Mart 2021’de 10’uncu yılını geride bırakacak Suriye iç savaşında bu yıl da siyasi çözüm umudu düşük gözüküyor. Yeni anayasa yapım çalışmalarında anlamlı ilerleme sağlanması zor görünürken ülkede 2021 ortasında devlet başkanlığı seçiminin düzenlenmesi bekleniyor. ABD şimdiden BM Güvenlik Konseyi kararlarına uyulmaması halinde seçim sonuçlarını tanımayacağını açıklamış durumda. Suriye krizi, gerek İdlib ve yeni ABD yönetiminin Suriye politikası gerekse krizin insani boyutu ve mülteci meselesi boyutlarıyla 2021’de gündemde olmayı sürdürecek.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı
10) Öngörülebilirliğe ve Çok Taraflılığa Geri Dönüş Yolunda Beyaz Saray: Biden Dönemi
Uluslararası toplumun dikkat kesildiği Kasım 2020’deki ABD seçiminin galibi demokrat kanadın adayı Joe Biden oldu. 20 Ocak’ta başkanlık görevini devralmaya hazırlanan Biden, ABD iç ve dış politikasında oldukça bilinen ve karar alma süreçlerinde de etkin olmuş bir isim. Obama yönetiminde sekiz yıl boyunca başkan yardımcısı olan ve yeni Sağlık Yasası, Paris İklim Anlaşması çalışmalarında aktif rol oynayan Biden, ABD’nin Irak’tan çekilme kararını ve NATO’nun Libya’ya müdahalesini destekleyerek, 2015’de İran ile imzalanan nükleer anlaşmanın yapım ve onay aşamalarında da aktif bir tutum sergiledi. Biden’ın tüm bu yaklaşımlarını referans alarak, başkanlığı döneminde belirli politikalara yönelik olası tutum ve davranışları hakkında çıkarımlar yapılabilir. Fakat ondan önce, Trump yönetimindeki ABD’nin uluslararası sistemde güç kaybettiği, dolayısıyla ABD’nin etkinliğinin önemli derecede sarsıldığı ve mutlak güç olma konumunun giderek kaybolduğu tartışmalarının son yıllarda hatırı sayılır şekilde artış gösterdiğini belirtmek gerek.
Uluslararası sistemin gittikçe karmaşıklaşması, ekonomik ve teknolojik olarak büyüyen Çin’in sistemde önemli bir aktör olmaya devam etmesi ve bununla beraber orta ölçekli devletlerin ve etki sahibi devlet dışı aktörlerin giderek artması Biden başkanlığındaki ABD’nin nasıl bir tavır sergileyeceğine dair soruları gündeme getiriyor. Tüm bu sebepler dikkate alındığında, iç ve dış politik çevrelerde kan kaybetmeye başladığının farkına varan Amerikan seçmeninin, söylemlerinde ABD liderliğinin yeniden tesis edileceği anlamına gelen “Amerika geri dönüyor” sloganını kullanan bir adayı seçmiş olması da tesadüf değil. Öyle ki, Biden Ocak 2020’de Foreign Affairs dergisinde kaleme aldığı “Neden Amerika Yeniden Liderlik Etmeli?” başlıklı makalesinde ABD’nin bir ulus olarak yeniden liderlik etmeye hazır olduğunu ve liderliği bir güç örneği olarak değil ama örnek olmanın gücüyle sağlayabileceğini belirtiyor. Aynı doğrultuda, Biden’in kabinesi için seçmiş olduğu kişilerin geleneksel Amerikan dış politikasına, daha spesifik bir deyişle, ABD’nin uluslararası liberal düzeni koruma anlayışına sahip kişiler oldukları biliniyor.
Joe Biden, yaptığı seçim konuşmalarında ABD’nin dış politika önceliklerini, ülke içinde ve dünya genelinde demokrasiyi savunmak, ABD’nin ekonomik güvenliğini sağlamak ve ABD’nin tarihi ortaklıklarını ve ittifaklarını yenilemek şeklinde belirtti. Biden’ın, dış politika adımlarında kurumsal süreci by-pass etmeden, pragmatik ve orta yol izleyen bir tutum sergileyeceği düşüncesi de hayli kabul görmüş durumda. Dolayısıyla Biden döneminde Türkiye-ABD ilişkisinin, Trump döneminde öne çıkan kişisel diplomasi ekseninde değil daha çok kurumsal ve transatlantik ilişkilere dayalı bir yapıda seyretmesi bekleniyor. Bu doğrultuda Aralık ayındaki zirvede AB’nin, Türkiye ile ilişkilerinin geleceği konusunu ve Doğu Akdeniz özelinde Türkiye’ye karşı olası yaptırım kararını Mart 2021’e bırakması ve aynı zamanda Biden yönetimiyle aynı doğrultuda bir Türkiye politikası izleme kararı alması Türk-Amerikan ilişkilerindeki transatlantik ağın daha fazla gündemde olacağının işareti olarak yorumlanıyor. Türkiye’yle ABD’nin, Türkiye’nin Rusya’dan edindiği S-400 savunma sistemleri ve bu sebeple Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası’nın (CAATSA) Türkiye’ye uygulanması, İran’a yönelik Amerikan yaptırımını delmekle gündeme gelen Halkbank’ın yargı süreci, ABD’nin Suriye’de PYD/YPG yapılanmalarını desteklemesi ve Gülen’in iadesi konuları Biden’ın şu an için Türkiye özelinde sahip olduğu önemli dosyalar. Tüm bu hususlar dikkate alındığında, Türkiye’yi yakından tanıyan ve Obama yönetiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de çalışmış bir isim olan Biden’ın bahsi geçen krizler ve bu krizlerin getirdiği güvensizlik çevresinde şekillenen denklemi nasıl değiştireceği merakla bekleniyor. Demokratik ilkeleri çıkış noktası olarak temel alan Biden'in uluslararası diplomasiye ve teamüllere görece uyumlu bir yaklaşım sergileyeceği ve bu durumda Türkiye ile objektif kriterlere dayalı işbirliğini hedef alan ilişkiler geliştireceği beklentisi de olasılıklar arasındaki yerini koruyor. En nihayetinde, seçilmesiyle popülist liderlerin oluşturduğu konjonktürde karşı bir durum yaratan Biden’in ABD’nin sistemdeki yerini ve önceliklerini nasıl şekillendireceğini hep birlikte göreceğiz.
Bilge Kırca, İKV Uzman Yardımcısı
11) Küresel Ticarette Koronavirüs Darbesi ile Geçen 2020’nin Ardından Yeni Yıl Beklentileri
2020’ye damgasını vuran koronavirüs salgınından en çok etkilenen alanlardan olan küresel ticaret, yıl boyunca ağır yaralar aldı. Bu yaralara özellikle dünyadaki belirsizlik ortamı, sekteye uğrayan tedarik zincirleri, azalan tüketici güveni, birçok ülkede uygulanan karantina önlemleri sebebiyle daralan mal ve hizmet ticareti, azalan yatırımlar ve talepteki sert düşüş sebep oldu. “2008 uluslararası finansal krizinden bu yana küresel ticaretin aldığı en ağır darbe” olarak nitelendirilen koronavirüs sebebiyle yaşanan daralmanın IMF ve DTÖ gibi kurumlar tarafından %5 ile %10 arasında olduğu tahmin ediliyor. Her ne kadar yılın üçüncü çeyreğinden itibaren toparlanma yönünde sinyaller gelmeye başlasa da yıkıcı etkilerle geçen 2020’nin ardından “gelenin gideni aratacağı” korkusu ile diğer her alanda olduğu gibi 2021 yılının küresel ticaret için de neler getireceği merak ediliyor. Bu kapsamda birkaç başlık öne çıkıyor.
Kasım 2020’de 15 Asya-Pasifik ülkesi tarafından dünyanın en büyük STA’sı olan Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) imzalandı. Ayrıca Aralık ayının son günlerinde, 31 Aralık 2020’de AB’den ayrılmasına ilişkin Geçiş Dönemi sona erecek olan Birleşik Krallık ile AB arasında Ticaret ve İş Birliği Anlaşması imzalandı. Devamında Türkiye de Birleşik Krallık ile bir STA hayata geçirdi. Yine aynı günlerde AB ile Çin arasında 2013’ten beri müzakereleri süren yatırım anlaşmasında sonuca varıldı. Küresel ticaret için 2020 yılının ilk günlerinden daha fazla umut vadeden son günleri ile 2021 yılına güzel girildi diyebiliriz. Yine de yeni yıla salgın sebebiyle evlerinde merhaba demek zorunda kalan milyonlarca kişide olduğu gibi küresel ticaretin de 2021’de gözü kulağı koronavirüs aşılarında olacak. Çünkü aşılama ile vaka sayıları düşürülebilirse mal ve hizmet ticaretinde iyileşmeler olması, tüketici güveninin ve risk iştahının artması bekleniyor. Özellikle de yılın ikinci yarısında ekonomik toparlanma öngörülüyor.
Yeni yıl için umut verici bir diğer gelişme ise Kasım 2020’de ABD’de gerçekleşen başkanlık seçimlerinden Demokratların adayı Joe Biden’ın 45’inci ABD Başkanı Cumhuriyetçi Donald Trump’ı geride bırakarak galip çıkması oldu. Ocak 2017’de ABD Başkanı olarak göreve başlayan Trump, dört yıl boyunca küresel ticareti zora sokan birçok adım attı. Çin ürünlerine getirilen yüksek vergiler sonucunda başlayan ticaret savaşları, çok taraflı ticaret anlaşmalarından çekilme ya da revize etme, AB ile yaşanan çekişmeler, birkaç istisna ülke dışında uygulanan çelik ve alüminyum vergileri gibi kararlar, liberal ticaretin temellerini zayıflattı. Böyle bir mirası birkaç gün içinde devralmaya hazırlanan Joe Biden’ın ise daha uzlaşmacı olması bekleniyor. Uzmanlar her ne kadar Çin’e uygulanan vergilerin bir anda sıfırlanmasını beklemese de adımların diyalog yoluyla atılacağını ve kısasa kısas (tit-for-tat) uygulamalara başvurulmayacağını öngörüyor.
Trump ile artan korumacılığın yerini ılımlı bir havaya bırakması beklenen Biden döneminde küresel yönetişimin temel direklerinden olan DTÖ’nün de gündemde olacağı tahmin etmek zor değil. Bilindiği üzere Trump, DTÖ’nün Temyiz Organı’nda görev süresi dolan hâkimlerin yerine yenilerinin atanmasını engelleyerek ihtilafların çözümünü sekteye uğratıyordu. 1 Eylül 2020’de görevinden erken ayrılarak DTÖ’de var olan krizlere bir de Genel Direktör seçimini ekleyen Roberto Azevêdo’nun ardından yürütülen süreç, Nijeryalı ve Güney Koreli iki isim arasında yine Trump yönetimi tarafından çıkmaza sokuldu. Bu sebeple DTÖ reformu ve 2021’e kalan Genel Direktör seçimi, küresel ticarette konuşulacak konular arasında yer alıyor.
Merve Özcan Altan, İKV Uzman Yardımcısı
12) ABD ve Çin arasında AB: Dengeleyici mi, Arabulucu mu?
2020’nin uluslarası arenada en çok gündemde olan ve birçok sınamanın yaşandığı konularından biri de ABD-Çin ilişkileri oldu. Bilindiği üzere ABD'de Kasım 2016'da başkanlık seçimlerini kazanarak iktidara gelen Donald Trump “ABD’yi yeniden büyük yap” sloganıyla harekete geçmişti. Çin, 2017'den beri ABD hükümetinin resmi strateji belgelerinde “uzun vadeli stratejik rakip” olarak görülüyor.
Ülkeye kaybetmekte olduğu küresel gücünü yeniden kazandırma idealini gerçekleştirmek üzere öncelikle uluslararası ticarette korumacılık önlemlerinin artırıldığı Trump döneminde özellikle Çin ile gerilen ilişkiler ticaret savaşlarına dönüştü. Hatırlanacağı üzere Trump'ın Mart 2018'de Çin'den ithal edilen bazı ürünlere koyduğu ek gümrük tarifeleriyle başlayan gerginlik Çin’in de buna karşılık vererek ABD’den ithal ettiği birçok ürüne gümrük vergisi uygulaması ticaret savaşını kızıştırdı.
ABD-Çin ilişkilerinde son birkaç yıldır yaşanan gerilim başta uluslararası ticaret ve yatırımlar olmak üzere birçok alanı etkiledi ve bütün dünya ve AB’ye de yansıdı. ABD’nin Çin’in yanı sıra tüm dünyadan ithal ettiği çelik ve alüminyuma uyguladığı vergileri artırması ile başlayan süreçte, Trump’ın TTIP müzakerelerini askıya alması, ABD-Kanada–Meksika üçlüsünü kapsayan NAFTA anlaşmasının yenilenmesini sağlayarak daha bağlayıcı ve sınırlayıcı hale getirmesi gibi adımlar ile daha da hızlanıp dünyaya yayıldı.
Bir yıl önce, 15 Ocak 2020’de ABD ile Çin arasında birinci faz ticaret anlaşmasının imzalanması iki ülke arasındaki ticaret savaşlarına ara mı veriliyor ya da bu gerilim hafifliyor mu sorularını akla getirdi. Bu anlaşmayla Çin, ABD'den iki yıl boyunca, yılda 40 milyar dolarlık tarım ve gıda malları ithal etmeyi, toplam ithalatını da gelecek yıl 309 milyar dolara yükseltmeyi kabul etti. Buna karşılık, ABD’nin, Çin'den gelen mallara uyguladığı vergiye yenilerini eklememesi kararlaştırıldı. Anlaşma kapsamındaki önemli bir gelişme de Çin ile küresel ticarette şikâyet konusu olan fikri mülkiyet hakları konusuydu. Çin ile ticarette geçmişte küresel ticarette sürekli ihlal ettiği fikri mülkiyet haklarını korumayı, kopyalamayı, sahteciliği ve korsanlığı önlemeye yönelik yasaları daha da sıkılaştırmayı taahhüt etti. Ancak iki ülke arasındaki ve bütün dünyaya da yayılan gerilim devam ediyor.
Çin'e karşı her yıl giderek artan tutarda dış ticaret açığı veren ABD’nin bu ülke ile rekabeti dış ticaretle de sınırlı değil. Trump yönetimi Çin’in ticaretin yanı sıra, teknoloji ve güvenlik alanlarında dünyada egemen olmasını önlemek amacıyla girişimlerde bulundu. Ticaret savaşları ile başlayan iki ülkenin rekabeti bir yandan da jeopolitik ve siyasi boyut kazanarak Hong Kong, Tayvan ve Güney Çin Denizi gibi problem alanları ile daha ileriye taşındı. Çin'in giderek artan askeri gücünün, Tayvan’da yürüttüğü tek Çin politikası, Hong Kong'da karşılaştığı sorunlar ve son olarak da Hindistan'la yaşanan sınır çatışmaları bölge ülkeleri ve ABD tarafından kınanırken ABD donanmasının da bölgede yürüttüğü tatbikatlar Çin tarafından birer tahrik ve tehdit unsuru olarak algılandı.
Çin, uluslararası sahnede kendini giderek daha fazla gösterirken koronavirüs krizi bu eğilimi daha da vurguladı. Trump'ın koronavirüs salgınından Çin'i sorumlu tutan ve virüsü “Çin virüsü” olarak ifade eden yaklaşımı iki ülke arasındaki ipleri tamamen gerdi. ABD Çin’e karşı soruşturma ve ihracat kısıtlamaları kampanyası başlatarak, yarı iletkenlerin teknoloji şirketi Huawei'ye sevkiyatını bloke ederken, Çin ise Apple, Boeing ve diğer ABD firmalarını "güvenilmez kuruluşlar" listelerine koymakla tehdit etti. ABD hükümetini ulusal güvenlik bahanesiyle devlet gücünü kullanmakla ve diğer ülkelerin belirli işletmelerini kontrol ve baskı altına almak için ihracat kontrol tedbirlerini kötüye kullanmakla suçladı. ABD tarafından koronavirüsün merkezi olmakla suçlanan Çin, salgına karşı en kısa zamanda önlem alarak toparlanma sürecine giren ülke oldu. Dünya ticaretine ve tedarik zincirlerine eklemlenmiş yapısıyla Çin, başta ABD ve AB olmak üzere dünyanın Çin ile ticarete ne kadar bağımlı olduklarını da gözler önüne serdi.
Yeni göreve gelecek olan ABD Başkanı Joe Biden’ın nasıl bir uluslararası dış politika izleyeceği merak ediliyor. Trump kadar agresif ve öngörülemez olmayacağı tahmin edilmekle birlikte küresel güç savaşında ABD – Çin çekişmesi önümüzdeki dönemde devam edecek gibi görünüyor. Bu çekişmede AB’nin kendini nasıl konumlandıracağı önem kazanıyor. ABD ve AB demokrasi, hukukun üstünlüğü, siyasi çoğulculuk, bireysel haklar, basın özgürlüğü, denge ve denetleme gibi birçok evrensel temel değerleri öne çıkarırıkenküresel güç olma yolunda hızla ilerleyen Çin'in ise söz konusu değerler açısından sıkça eleştirildiği biliniyor. Öte yandan 28 Temmuz 2020 tarihinde gerçekleşen AB-Çin Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog toplantısında AB, Çin’in pazara erişim, rekabeti bozan sanayi teşvikleri, düzenleyici konular ve diğer alanlarda daha fazla adım ve taahhütte bulunması gerektiği açıkça belirtiliyor.
2020’nin son günlerinde, 30 Aralık’ta AB ve Çin çok önemli bir anlaşmaya imza attı. AB-Çin Kapsamlı Yatırım Anlaşması, pazar erişiminin önündeki engeller, yabancı yatırımcıya ayrımcılığın kaldırılması, eşit şartlarda rekabet gibi AB’nin Çin ile ticaret ilişkisini etkileyen en önemli hususların yer aldığı başlıklarıyla, tarafların ticaret ve yatırım dinamiklerini etkileyecek potansiyele sahip bulunuyor. Anlaşma kapsamında, Avrupalı şirketlerin Çin pazarına girmesinin kolaylaşması öngörülüyor. Aynı zamanda anlaşma ile birlikte daha adil rekabet şartları ve yeni iş fırsatları yaratılması bekleniyor.
2021’de söz konusu anlaşmanın nihai hale getirilerek AB kurumları tarafından da onaylanması süreci devam edecek. AB, küresel güç denkleminde hem ABD ve Çin ekseninde dengeleyici hem de önemli bir aktör olarak rol oynayacak gibi görünüyor.
Sema Gençay Çapanoğlu, İKV Kıdemli Uzmanı
13) İtalya’nın İlk G20 Dönem Başkanlığı 2021 için Umut Olabilir mi?
Dünyanın en büyük 19 ekonomisi ile AB’yi aynı çatı altında toplayan 20’ler Grubu (Group of Twenty – G20) daimi bir sekretaryaya sahip değil. Bu sebeple her yıl farklı bir üye, G20 Dönem Başkanlığı’nı üstleniyor ve o yıl içerisinde düzenlenecek başta Liderler Zirvesi olmak üzere çok sayıda bakanlar düzeyindeki toplantıya ve çalışma grubuna ev sahipliği yapıyor. Koronavirüsle geçen 2020 yılında G20’nin Dönem Başkanlığı’nı yürüten Suudi Arabistan, etkinliklerin çoğunu video konferans aracılığıyla gerçekleştirmek durumunda kaldı. 21-22 Kasım 2020 tarihlerindeki Riyad Zirvesi de G20’nin hayata geçirildiği günden bu yana sanal ortamda düzenlenen ilk zirve olarak tarihe geçti.
Zirvede koronavirüs ile küresel ölçekte mücadele için atılması gereken adımlar, virüse karşı geliştirilecek aşı ve yoksul ülkelerin borçlarının askıya alınması gibi akut problemlerin yanında dünyanın uzun süredir gündeminde olan iklim değişikliği ile mücadele gibi konular da ele alındı. Suudi Arabistan’ın düzenlediği 15’inci G20 Zirvesi; insan hakları örgütleri, STK’lar ve çok sayıda akademisyen tarafından Cemal Kaşıkçı cinayeti sebebiyle yapılan eleştirilerin gölgesinde gerçekleşti. Zirvenin en önemli çıktısı, zengin-fakir ülke ayrımı yapılmaksızın dünyadaki tüm insanların koronavirüs için geliştirilecek aşılara eşit erişiminin sağlanması amacıyla G20’nin üzerine düşeni yapacağını taahhüt etmesiydi.
Riyad Zirvesi’nin ardından G20’nin Dönem Başkanlığı, 1 Aralık 2020’de bu görevi ilk defa üstlenecek olan İtalya’ya geçti. Başkent Roma’da bulunan İtalya’nın sembollerinden Kolezyum’un önünde çekilen videoda Başbakan Giuseppe Conte ülkesinin Dönem Başkanlığı’nı “üç P’ye” dayandırarak, önceliklerinin insanlar, gezegen ve refah (people, planet, prosperity) olacağını söyledi. İçinde bulunduğumuz dönemde insanlarla ve gezegenle daha fazla ilgilenilmesi gerekirken, bir yandan da güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir ekonomik toparlanmanın hayata geçirilmesi gerekiyor. Dünya genelinde teşhis, tedavi ve aşı imkânlarına eşit erişim yoluyla salgına en hızlı şekilde cevap verilmesinin yanı sıra dijitalleşme, yenilenebilir enerji, kadınların güçlendirilmesi ve gıda güvenliği gibi konular da İtalya’nın Dönem Başkanlığı kapsamında ele alınacak.
Nisan ayına kadar olan organizasyonları internet üzerinden gerçekleştirmeyi planlayan İtalya, mayıs itibarıyla yüz yüze toplantılara ve zirvelere başlamayı umut ediyor. İtalya’nın G20 Dönem Başkanlığı kapsamında Avrupa Komisyonu iş birliği ile 21 Mayıs 2021 tarihinde Roma’da Küresel Sağlık Zirvesi’nin düzenlenmesi planlanıyor. Söz konusu Zirve’ye ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden gibi en üst düzeyde katılım olması ve koronavirüs salgınının etkilerini azaltmanın yanında önümüzdeki dönemde meydana gelebilecek benzer krizlerin ele alınması amaçlanıyor. G20 Liderler Zirvesi’nin ise 30-31 Ekim 2021 tarihlerinde yine Roma’da gerçekleşmesi öngörülüyor.
2008 uluslararası finansal krizinde olduğu gibi G20’ye kriz dönemlerinde daha çok görev düşmesi sebebiyle koronavirüsün AB’ye sıçradığı günlerde en ağır bedeli ödeyen İtalya’nın önünde zorlu bir dönem var. G20 kararlarının bağlayıcılığı olmasa da 2008 krizinin ardından yaşanan ekonomik toparlanmada grubun aldığı inisiyatifin önemli rol oynadığı biliniyor. Belki de son yarım asrın en büyük sağlık krizinin yaşandığı günlerde yine G20’nin liderliği büyük önem taşıyabilir. Dönem başkanlığı koltuğuna İtalya’nın oturması, en azından koronavirüse ilişkin önceliklerin gerçekleştirilmesinde yüzeysel çabalar yerine gerçekçi adımların atılmasını sağlayabilir. Yüz yüze gerçekleşmesi arzu edilen Roma Zirvesi ve o güne kadar yapılacak toplantıların 2020’de karanlık günlere mahkûm olan insanlığa tünelin ucundaki ışığı görmede yardımcı olması umut ediliyor.
Merve Özcan Altan, İKV Uzman Yardımcısı