KÜRESEL GÜNDEM: ABD İklim Rejimine Geri Döndü: 22-23 Nisan İklim Liderler Zirvesi
ABD İklim Rejimine Geri Döndü: 22-23 Nisan İklim Liderler Zirvesi
COVID-19 salgını, birçok önemli faaliyetin ve toplantının yanı sıra, günümüzde önemini daha iyi anladığımız yüksek düzeyli iklim zirvelerinin de ertelenmesine neden oldu. Bunlardan en önemlisi, şüphesiz Kasım 2020’de gerçekleştirilmesi planlanan ancak COVID-19 salgınının tüm dünyada süregelen etkisi nedeniyle iddialı ve kapsayıcı bir şekilde gerçekleştirilmesi mümkün olmayan 26’ncı Taraflar Konferansı idi (Conference of the Parties - COP26). Ancak COP26’nın gerçekleştirilememesi, ülkelerin iddialı hedefler koymasının önünde bir engel olmadı. Aksine, AB başta olmak üzere, birçok küresel aktör yıl boyunca adeta yarışırcasına birbirinden iddialı iklim ve enerji hedeflerini açıkladı.
İklim değişikliğiyle mücadele, yıllardır ağırlıklı olarak AB’nin liderliğinde şekillenen bir politika unsuruydu. Özellikle iklim şüphecisi olan Donald Trump’ın başkan olmasıyla, dört yıllık dönemde ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çıkarması ve “Önce Amerika” odaklı ticaret politikasıyla ülkesini fosil yakıt temelli büyümeye teşvik etmesi, ABD’nin Obama yönetimi sırasında kendine yer edindiği konumunu yerle bir etti. Ancak yeni ABD Başkanı Joe Biden, göreve gelir gelmez 100 gün içerisinde Paris Anlaşması’na geri dönerek ve daha iddialı iklim hedefleri ortaya koyarak iklim değişikliğiyle mücadele konusunda ABD’yi tekrar birincil bir aktör hâline getirmeyi planladığının sinyalini verdi. AB’nin izinden giderek 2050 yılına kadar tüm ekonomiyi kapsayacak şekilde %100 temiz enerji ve net sıfır emisyon hedeflerini kamuoyuyla paylaştı. ABD’nin “yeniden oyunda” olduğunu tüm dünyaya göstermek adına da 40 ülkenin liderlerini bir araya getiren Dünya Çevre Günü vesilesiyle İklim Liderler Zirvesi’ni 22-23 Nisan 2023 tarihlerinde gerçekleştirdi.
ABD “Yeniden Oyunda”
Dünyanın en büyük ekonomisine sahip ve aynı zamanda en fazla CO2 salımı yapan ikinci ülkesi olan ABD’nin son dört yıldır iklim şüpheci yaklaşımlarla hareket ederek iklim değişikliğine ilişkin taahhüt vermekten ve iş birliğinden kaçınması, tüm dünya için büyük bir endişe kaynağıydı. Son dönemde AB’nin önderliğinde şekillenen iklim politikaları Çin, Birleşik Krallık ve birçok büyük ekonomi tarafından benimsenirken, ABD’nin başında olduğu “iklim inkârcı” blok iklim değişikliğiyle mücadele yolunda kolektif eylemlerin alınmasının önüne geçiyordu. Eski ABD Başkanı Trump’ın 2019 yılının Haziran ayında gerçekleştirilen G20 Zirvesi’nde, Suudi Arabistan, Brezilya, Türkiye ve Avustralya liderlerine iklim hedeflerini zayıflatmaları için baskı yapması buna verilebilecek en önemli örneklerdendi.
Diğer yandan, 2020 ABD başkanlık seçimlerinde Joe Biden, kendi adını verdiği bir planla, ABD’nin 2050 yılına kadar %100 yenilenebilir enerjiye dayanan ekonomi ve net sıfır emisyon hedeflerini benimseyeceğini ve ilkim değişikliği konusunda öncü bir rol oynayacağını açıklamıştı. Ocak ayında göreve başlayan ABD Başkanı Biden, özellikle de İklim Liderler Zirvesi’ni düzenleyerek seçim kampanyasının arkasında olduğunu gösterdi. Bununla da kalmayarak Zirve vesilesiyle güçlü bir 2030 iklim hedefi ortaya koydu: ABD, 2030 yılında sera gazı emisyonlarını 2005 yılına kıyasla yarı yarıya indirecek. Bu hedef önemli zira daha önce Obama yönetimi tarafından verilen taahhüdün neredeyse iki katına denk geliyor. Biden yönetimi ayrıca, iklim hedeflerini altyapı ve inovasyona yatırım yaparak, istihdam yaratan bir ekonomik iyileşmeyi teşvik ederek, temiz hava ve temiz suya erişim ile çevresel adaleti geliştirerek ve temiz enerji ürünlerini ABD’de üreterek gerçekleştirmeyi amaçladığını açıkladı. ABD Başkanı Biden, Trump döneminin en önemli sorunlardan biri olan iklim finansmanı konusunu da çözmeye adanmış görünüyor. Zira Zirve’de ABD’nin 2024 yılına kadar her yıl gelişmekte olan ülkelere yapılacak kamu iklim finansmanını da iki katına çıkmayı amaçladığı da açıklandı.
AB Sonunda İklim Yasası Üzerinde Anlaştı
Avrupa’nın 2050 yılında ilk iklim nötr kıta hâline gelmesini amaçlayan Avrupa Yeşil Mutabakatı, aynı zamanda 2030 iklim hedefinin de %40’tan en az %50’ye, hatta %55’e yükseltilmesi için bir etki değerlendirilmesi yapılmasını öngörüyordu. Yapılan etki değerlendirmesinin ardından Avrupa Komisyonu ve AB Konseyi 2030 yılı iklim hedefini %55 olarak kabul ederken, AP daha iddialı olarak %60 sera gazı azaltımı hedefini kabul etmişti.
Ancak İklim Yasası’na ilişkin müzakereler, AB Konseyi ve AP arasındaki ihtilaflar dolayısıyla uzun sürdü. AP, AB’nin 2030 yılında sera gazı emisyonu hedefinin İklim Yasası’na %60 olarak geçmesi yönünde bir müzakere pozisyonu alırken, Konseyin tarım ve ormancılıktaki karbon gidermeyi de içeren daha az iddialı “net %55” hedefinde ısrarcı olması İklim Yasası üzerinde bir anlaşma sağlanmasının önünde bir engel hâline geldi. Zira AP, %55 net sera gazı azaltımının karbon yutaklarının dâhil edilmesiyle elde edileceğini; aslında yaklaşık %52,8 oranında bir azaltım vadeden bu hedefin daha zayıf bir hedef olduğunu savunuyordu.
Diğer yandan, İklim Liderler Zirvesi’nde İklim Yasası’nın nihai hâlini duyurmak için acele eden AB kurumları, sonunda Zirve’den yalnızca bir gün önce, 21 Nisan’da uzlaşıya vardı. İklim Yasası’nın son hâline genel olarak bakıldığında, AP’nin kendi müzakere pozisyonundan taviz vererek Konsey’in belirlediği 2030 iklim hedefini kabul ettiği ancak endişelerinin de dikkate alındığı görülüyor. Zira 1990 yılına kıyasla %55 net sera gazı azaltımı taahhüdünde uzlaşılsa da, emisyon azaltımının ve gideriminin bu hedefe ne kadar katkıda bulunacağı konusuna açıklık getirmek ve 2021 yılına kadar daha iddialı bir Arazi Kullanım Değişikliği ve Ormancılık düzenlemesi ortaya koyarak karbon yutaklarının iyileştirilmesini sağlamak da uzlaşının bir parçası oldu. Bununla birlikte, 2040 yılı için iklim hedefi belirlenmesi için bir sürecin başlatılması, 2050 yılının ardından negatif emisyon eğilimine geçilmesi ve bilimsel tavsiyeler sağlayacak bir Avrupa Bilimsel Tavsiye Kurulu’nun kurulması da İklim Yasası’na işlenecek önemli maddelerden bazıları.
Brexit Daha İddialı İklim Hedeflerinin Önünde Bir Engel Değil
Birleşik Krallık’ın AB’den çıkmak istemesinin en önemli nedenlerinden biri, yasaları üzerinde mutlak bir egemenliğe sahip olmak istemesiydi. Zira Birleşik Krallık AB üyesi olmaya devam ettiği takdirde, AB yasalarını kendi yasalarından üstün kabul etmek zorundaydı. Bu nedenle de, Brexit oylaması gerçekleşir gerçekleşmez akıllarda bir soru belirdi: Birleşik Krallık, AB’den ayrıldığı takdirde aynı şekilde iddialı iklim hedefleri koymaya devam edecek mi?
Birleşik Krallık, AB’den ayrılsa da iklim değişikliğiyle mücadele konusunda benzer hedefler ortaya koyarak endişelere mahal vermedi. Hatta Birleşik Krallık daha önceki, 1990 yılına kıyasla sera gazı emisyonlarını %80 azaltma taahhüdünü bir kenara atarak, 27 Haziran 2019 tarihinde 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine yönelik bir kanun kabul eden ilk büyük ekonomi oldu.
İklim Liderler Zirvesi’nde de en iddialı hedeflerden birini açıklayan ülke Birleşik Krallık oldu. Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson, Zirve’de Birleşik Krallık’ın sera gazı emisyonlarını %78 oranında azaltma taahhüdünde bulundu. Bununla birlikte, 1-12 Kasım 2021 tarihlerinde gerçekleştirilecek ve büyük umutlara gebe olan COP26, Birleşik Krallık’ın ev sahipliğinde Glasgow’da gerçekleşecek.
Türkiye’nin Daha İddialı Adımlar Atması Gerekiyor
Zirveye davet edilen ülke liderlerinden biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, Türkiye’nin iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için yoğun çabalar sarf ettiğini ve orman alanını ve ağaç servetini çoğaltmak, biyolojik çeşitliliği geliştirmek, çevreyi korumak için ciddi yatırımlar yaptığını açıkladı. Ulusal iklim değişikliği strateji ve eylem planı ile iklim değişikliği uyum strateji ve eylem planını 2030 ve 2050 iklim hedefleri doğrultusunda güncelleyeceğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin ulusal katkı beyanı kapsamında 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında %21’e varan bir azalma taahhüdünde bulunduğunu hatırlattı.
Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadeleye önem verdiğini açıklasa da aldığı mevcut tedbirler artık yeterli değil. Türkiye Paris Anlaşması’nı ilk imzalayan ülkelerden biri olmasına rağmen, günümüzde Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen ile birlikte Paris Anlaşması’nı onaylamayan yalnızca altı ülkeden biri. Ayrıca Türkiye’nin 2030 hedefi, sera gazı emisyonlarının mutlak olarak %21 oranında azaltılmasını değil, referans senaryoya kıyasla %21 sera gazı emisyonu azaltılmasını öngörüyor. Bu da Türkiye’nin aslında artacak sera gazı emisyonlarından azaltma taahhüdü verdiğini gösteriyor ve zayıf bir iklim hedefine işaret ediyor. Zira Climate Change Tracker’a göre de Türkiye’nin ulusal katkı beyanı “kritik seviyede yetersiz”.
Türkiye’nin mevcut hedefleri yeterli olmadığı gibi vadettiği yeni hedefler de yeterince iddialı görünmüyor. Özellikle ABD’nin Paris Anlaşması’na dönmesi ve daha iddialı hedefler ortaya koymasıyla, yeni küresel iklim rejimi iyiden iyiye meşrulaşmış oldu. Türkiye her ne kadar “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ve “göreceli kabiliyetler” ilkelerini savunmakta haklı olsa da mevcut durumda bu iklim rejiminin dışında kalma riski her geçen gün artıyor. Zira iç savaş hâlinde olan ya da Batıya yeterince entegre olmayan birkaç ülke hariç Paris Anlaşması’nı onaylamayan ülke kalmadığı gibi, Türkiye G20 ve OECD ülkeleri arasında da tek kalmış durumda. Öyle ki, Türkiye’den daha az sera gazı emisyonuna neden olan ve ekonomisinde sorunlar olan bir diğer G20 ülkesi Arjantin bile Paris Anlaşması’nı imzalamakla kalmayıp, Zirve’de ulusal katkı beyanını güçlendirmek konusunda taahhüt verdi. Bu durumda, gelişmiş ve gelişmekte olan çoğu ülke Paris Anlaşması’nı onaylamış ve kendi kapasitesine göre iddialı hedefler ortaya koymuşken, Türkiye’nin Ek 1’den çıkma talebinin zaten hâlihazırda fazlasıyla meşgul olan COP26 gündemine alınması ihtimali çok düşük. Belki de yıllar boyunca çözülemeyecek bu duruma karşı Türkiye’nin artık yeni bir yol çizmesi gerekiyor.
Genel Tablo
ABD, AB ve Birleşik Krallık dışındaki bazı büyük ekonomiler de umut vadeden bazı taahhütlerde bulundu. Bunlardan en önemlileri:
Ancak Japonya ve Kanada’nın bu yeni hedefleri çevreci gruplar tarafından yeterli bulunmadı. Diğer yandan, Rusya, Çin, Hindistan ve Avustralya gibi ülkeler daha iddialı taahhütler sunmayarak hayal kırıklığına uğrattı. Özellikle de Çin’in masaya güçlü taahhütler koymaması büyük bir hayal kırıklığı kaynağıydı. Zira Zirve öncesi ABD ve Çin’in iklim delegeleri, Paris Anlaşması doğrultusunda küresel ısınmayı sınırlandıracak bir şekilde emisyonları azaltmak için daha fazla somut eylem alma konusunda mutabık kaldığına dair ortak bir açıklama yapmışlardı. Ancak Çin, Zirve esnasında daha önceki taahhütlerini yineledi ve ek olarak CO2 dışındaki sera gazlarının kontrollerini güçlendirmeyi, kömür yakıtlı elektrik üretim projelerini sıkı bir şekilde kontrol etmeyi, kömür tüketimini aşamalı olarak azaltmayı ve Kigali Değişikliği’ne katılmayı taahhüt etti. Birçok iklim uzmanı Çin’in sera gazı emisyonlarını azalım eğilimine sokması için 2030 yılının çok geç olduğunu söyleyerek bu tarihi 2025 yılına çekmesi konusunda çağrıda bulunuyor.
Bu yüzyılın sonuna kadar küresel ısınmanın 1,5°C derece ile sınırlandırılması için iddialı sera gazı azaltımının içinde bulunduğumuz bu on yıl içerisinde gerekiyor. CO2 emisyonlarının, COVID-19 ile mücadele için alınan tedbirler doğrultusunda 2020 yılında bir nebze azalmış olsa da, son zamanlarda yeniden yükselişe geçmesi endişe yaratıyor. Öyle ki, Uluslararası Enerji Ajansı, küresel enerjiye bağlı CO2 emisyonlarında şimdiye kadarki ikinci en büyük yıllık artışın meydana gelmek üzere olduğunu açıkladı. Buna göre, başta kömür olmak üzere, fosil yakıtlara olan talebin 2021 yılında önemli oranda artacağı öngörülüyor.
Bir yandan ABD, AB, Kanada, Birleşik Krallık ve Japonya gibi küresel ekonominin yarısından fazlasını oluşturan büyük ekonomilerin duyurdukları yeni iklim hedefleri ile küresel ısınmanın 2100 yılına kadar 1,5°C ile sınırlandırılması konusuna adanmış olduğu görülebiliyor. Ancak diğer yandan, küresel ısınmanın 1,5°C ile sınırlandırılabilmesi için bu zirvede duyurulan güçlü taahhütlerin somut bir şekilde uygulanması ve taahhüt vermeyen ülkelerin daha güçlü taahhütler vermesi gerekiyor. COP26 için “öncü” bir görev gören bu zirve, 1,5°C hedefi için çok önemli gelişmelere sahne olsa da, bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için COP26’da çok daha iddialı hedeflerin ortaya koyulması gerekiyor.
N. Melis Bostanoğlu, İKV Uzman Yardımcısı