Zayıflayan Üyelik Perspektifinin Gölgesindeki AB-Batı Balkanlar Zirvesi
AB ülkelerinin liderleri ve Batı Balkan ülkelerinden mevkidaşları, 6 Ekim 2021 tarihinde, AB Dönem Başkanı Slovenya’nın ev sahipliğinde Brdo Şatosu’nda düzenlenen AB-Batı Balkanlar Zirvesi’nde bir araya geldi. Zirve, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in eylül ayı sonunda bölgeye gerçekleştirdiği ziyaretin hemen sonrasında, AB’ye üye olmayı bekleyen altı Batı Balkan ülkesi; Arnavutluk, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya ile Sırbistan’ın liderleriyle AB liderlerini aynı fotoğraf karesinde bir araya getirmesi açısından sembolik önemdeydi.
Genişlemenin AB başkentleri arasındaki görüş ayrılıkları ve vetolar nedeniyle kan kaybettiği, AB üyeliğinin somut bir perspektiften uzak bir ihtimale dönüştüğü bir dönemde, son derece düşük beklentilerle toplanan Zirve’de, ekonomi ve bağlantısallık alanlarında hayata geçirilen somut girişimlere odaklanıldı. Zirvede kabul edilen Brdo Bildirisi’nde, AB’nin Batı Balkan ülkelerinin Avrupa perspektifine koşulsuz desteğinin ve genişleme sürecine bağlılığının teyit edilmesi ise başarı kabul edildi.
Ekonomik Kalkınma Odaklı Brdo Bildirisi
Brdo Bildirisi’nin büyük bölümünde ekonomik kalkınma, bağlantısallık, yeşil ve dijital dönüşüm, sağlık ve güvenlik alanlarında Batı Balkanlarla işbirliği temaları ön plana çıktı. Bu kapsamda, Avrupa Komisyonunun Batı Balkan ülkelerine yönelik açıkladığı Ekonomi ve Yatırım Planı’nın önemine dikkat çekildi. Komisyonun, Batı Balkanlarda uzun vadeli ekonomik toparlanmayı desteklemek ve bölgenin AB’ye ekonomik anlamda yakınlaşmasını sağlamak amacıyla Zirve’den tam bir yıl önce sunduğu Batı Balkanlar Ekonomi ve Yatırım Planı kapsamında, 9 milyar avro tutarındaki hibelerden ve 20 milyar avro tutarındaki yatırımlardan oluşan 30 milyar avroya yakın kaynağın harekete geçirilmesi hedefleniyor. AB’nin bölge ülkeleriyle ekonomik angajmanının ana çerçevesini oluşturan Ekonomi ve Yatırım Planı ile eşzamanlı olarak sunulan Yeşil Gündem ise bölgenin Yeşil Mutabakat hedeflerine hazırlanması ve bölgede yeşil dönüşümün teşvik edilmesi amaçlarını taşıyor.
AB’nin Batı Balkanların en yakın işbirliği ortağı, en önemli yatırımcısı ve en büyük yardım donörü konumunda olduğunun vurgulandığı bildiride, COVID-19 salgının sosyoekonomik etkilerinin ele alınması amacıyla bölgeye sağlanan muazzam mali desteğe de yer verildi. Birliğin, Batı Balkan ülkelerine 3,3 milyar avrodan fazla mali destek sağlamakla kalmayıp 2,9 milyon doz aşı bağışında bulunduğu ve bölge ülkelerini Yeşil Koridorlar ile Erken Uyarı ve Yanıt Sistemi gibi girişimlere dâhil ettiği hatırlatıldı.
COVID-19 aşılama oranlarının artırılması, bölge ülkeleriyle AB arasındaki mobil dolaşım ücretlerinin düşürülmesi, hibrit tehditlere karşı işbirliğinin güçlendirilmesi ve Batı Balkan ülkelerinin Birliğin dış politika pozisyonlarına uyum düzeyinin artırılması öne çıkan diğer konuları oluşturdu. Son olarak, Batı Balkan ülkelerindeki sivil toplum kuruluşlarının Avrupa’nın Geleceği Konferansı kapsamındaki gözden geçirme sürecine katkı sunma girişimleri de AB liderleri tarafından memnuniyetle karşılandı.
Pratikte Durma Noktasındaki Genişlemeye Söylemde Destek
Bu yılki AB-Batı Balkanlar Zirvesi’nde, 2020 yılında Hırvatistan’ın ve 2018’de Bulgaristan’ın ev sahipliğinde düzenlenen Zirvelerin aksine, “genişleme” ifadesinin sonuç bildirisine girebilmesi bile başlı başına bir başarı teşkil ediyor. Bazı AB Üye Devletleri tarafından tabu kabul edilen “genişleme” ve “AB üyeliği” ifadelerinin ne 2018 Sofya Bildirisi’nde ne de 2020 Zagreb Bildirisi’nde yer bulabilmesi, AB liderlerinin kâğıt üzerinde bile genişleme konusunda herhangi bir taahhütte bulunmaktan kaçındıkları izlenimini yaratmıştı. AB liderlerinin, bu yılki AB-Batı Balkanlar Zirvesi öncesinde basına yansıyan çetin tartışmalar sonucunda kabul ettikleri Brdo Bildirisi’nde “AB’nin genişleme sürecine bağlılığını” teyit ederek, kâğıt üzerinde daha güçlü bir mesaj verme yoluna gittikleri görülüyor. “Genişleme” ifadesinin Zirve Sonuç Bildirisi’nde yer bulması, Batı Balkanlara yönelik inandırıcı bir genişleme perspektifi sunulmasını Dönem Başkanlığı önceliği olarak belirleyen Slovenya açısından diplomatik bir başarı. Buna rağmen Ljubljana’nın, Batı Balkan ülkelerine 2030 tarihine kadar Birliğe üye olacakları taahhüdünde bulunan bir takvim verilmesi yönündeki çabalarının diğer AB başkentleri nezdinde destek bulmadığını belirtmek gerekiyor.
Slovenya’dan sonra AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı, genişlemeye şüpheyle yaklaşan ülkeler arasında başı çeken Fransa üstlenecek. Fransa’nın, 2022 yılının ilk yarısı boyunca sürdüreceği AB Dönem Başkanlığı boyunca genişleme sürecinde önemli bir atılım yaşanması beklenmiyor. Geleneksel olarak, genişleme ve derinleşme kavramlarını birbirine çelişkili amaçlar olarak algılayan ve derinleşmeyi destekleyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da genişlemenin ancak AB’nin kurumsal reformu tamamlandıktan sonra gerçekleşebileceği görüşünü savunuyor. Open Society Institute tarafından şubat ayında yayımlanan araştırmaya göre, Fransa kamuoyunun %59’u AB’nin Batı Balkanlara yönelik genişlemesini desteklemiyor. Nisan ayında düzenlenecek cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken Paris’in, kamuoyunda popülaritesi son derece düşük seyreden bu konuda herhangi bir adım atması olası gözükmüyor.
Genişlemenin Krizi ve AB’nin Sarsılan Kredibilitesi
Bir dönem AB’nin en başarılı dış politika aracı ve dönüştürücü gücünün sembolü olarak anılan genişleme politikası uzun zamandır krizden geçiyor. Batı Balkan ülkelerinin geleceğinin AB içerisinde olduğu mesajı söylemde AB kurumlarının başkanları tarafından teyit edilse de, Üye Devletler arasında genişlemenin zamanlaması ve AB’nin genişleme ajandasındaki bu ülkelerin hazırlık düzeyine ilişkin görüş ayrılıkları bu söylemin pratikte karşılık bulmasını zorlaştırıyor. Zirve’den sonra düzenlenen basın toplantısında AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in de belirttiği gibi, “27 Üye Devletin AB’nin yeni üyeleri entegre edebilme kapasitesi konusunda aynı görüşte olmadıkları sır değil.”
Batı Balkan ülkelerinin, kronik sorunları,; yolsuzluk ve örgütlü suçlar ile mücadele etmedeki sıkıntılı sicilleri ve reform ivmesinin yavaş seyretmesi de bu ülkelere yönelik algının düzelmesine katkıda bulunmuyor. Bu faktörlere, ikili uyuşmazlıkların “Avrupalılaştırılması” ve aday ve potansiyel aday ülkelerin AB yolunda kaydedeceği aşamalarla ilişkilendirilmesi eğilimi de eklenmiş durumda. Kuzey Makedonya’nın yılan hikâyesine dönen AB ile bütünleşme süreci, son dönemde genişleme sürecinin içinde bulunduğu içler acısı durumu karakterize eden en yerinde örnek.
Anayasal ismini kullanmasını güvenlik tehdidi olarak gören komşusu Yunanistan’ın vetosu nedeniyle AB’nin bekleme odasında yıllarını kaybettikten sonra, Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme hedefiyle ulusal kimliğini yeniden tanımlamak pahasına “Kuzey Makedonya” adını alan ülkenin AB süreci, daha sonra sırasıyla genişleme metodolojisinin reforme edilmesini şart koşan Fransa’nın ve resmi dilinin kökenini sorgulayan Bulgaristan’ın vetosu ile karşılaştı. Genişleme politikasında Üye Devletlerin ağırlığını artıran ve AB temel değerlerinden uzaklaşılması halinde sürecin geriye işletilebileceğini vurgulayan yeni bir metodolojinin kabul edilmesiyle, Fransa’nın çekinceleri giderildi ve Kuzey Makedonya (ile AB sürecinde birlikte ele alınan Arnavutluk) nihayet müzakerelere başlamak üzere AB Konseyi’nin onayını almayı başarabildi. Buna rağmen, Kasım 2020’de doğu komşusu Bulgaristan’ın, kültürel ve tarihi gerekçelerle müzakere çerçeve belgesini veto etmesiyle Kuzey Makedonya’nın katılım müzakerelerine başlaması bir kez daha belirsiz geleceğe ertelendi. Böylece, genişleme sürecinde Kuzey Makedonya ile bir arada ele alınan Arnavutluk’un müzakere süreci de Bulgaristan’ın vetosu nedeniyle dolaylı olarak tıkanmış oldu.
Gelinen noktada, Kuzey Makedonya kendisinden beklenen tüm kriterleri yerine getirmesine ve Avrupa Komisyonunun 2009’dan beri her yıl olumlu görüş bildirmesine karşın halen katılım müzakerelerine başlamayı bekliyor. Bulgaristan’ın seçim takvimi ve bunu takip eden hükümet krizi, Sofya’nın Kuzey Makedonya’ya yönelik pozisyonundan geri adım atacağı yönündeki beklentileri azaltıyor. Kasım ayında genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi için bu yıl üçüncü kez sandığa gitmeye hazırlanan Bulgaristan’ın, blokajını kaldırmasının hükümet kurma çabalarının gidişatına bağlı olacağı görülüyor.
Bölge ülkeleri arasında genişleme sürecinin en ileri kademesinde bulunan Karadağ ve Sırbistan için de durum iç açıcı değil. Karadağ, 2012’de başladığı katılım müzakereleri sürecinde tüm teknik fasılları açmasına rağmen yalnızca üç faslı geçici olarak kapatabilmiş durumda. Müzakerelere 2014 yılında başlayan Sırbistan için ise Kosova ile ilişkilerin sürdürülebilir şekilde normalleştirilmesi, AB ile bütünleşme sürecinde belirleyici önem taşıyor. Rusya ve Çin ile yakın ilişkiler geliştirmesi AB tarafından şüpheyle karşılanan Sırbistan’ın katılım müzakereleri sürecinde Aralık 2019’dan bu yana durağanlık hâkim.
Potansiyel aday ülkeler; Bosna-Hersek ve Kosova için ise durum çok daha zorlu ve karmaşık. AB’nin koşulluluk politikasını gözden geçirerek sosyoekonomik reformları önceliklendirmesi sonucu 2016 yılında üyelik başvurusunda bulunan Bosna-Hersek’in müzakerelere başlayabilmesi için, Komisyonun 2019 tarihli görüşünde belirlediği 14 öncelikli alanda ilerleme kaydetmesi gerekiyor. Beş Üye Devlet tarafından tanınmayan Kosova için ise hedef; bölgedeki diğer ülkelerin uzun süredir yararlanmakta olduğu şekilde AB’den vatandaşlarının kısa süreli seyahatleri için vize serbestisi imkânını elde etmek. Komisyonun Temmuz 2018’de olumlu görüş bildirdiği vize serbestisinin hayata geçirilebilmesi için halen Konsey’in onay vermesi bekleniyor.
Çok da uzak olmayan bir geçmişte kanlı savaşlara sahne olan Batı Balkan coğrafyasında kalıcı barışın ve istikrarın sağlanması, AB’nin jeopolitik değişimlere göre hareket edebilen bir aktör olma iddiası açısından kritik önem taşıyor. Güçlü mali destek ve altyapı yatırımlarının bölgeyi tek başına daha demokratik ve istikrarlı hale getirmeye yetmeyeceği biliniyor. AB’nin çekim gücünün zayıfladığı ve inandırıcı bir üyelik perspektifinin bulunmadığı koşulların, Rusya ve Çin gibi farklı değerler bütününü benimseyen aktörlerin AB’nin arka bahçesi olarak gördüğü Balkan coğrafyasındaki nüfuzunu artırması için uygun ortam yaratacağının göz ardı edilmemesi gerekiyor.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı