Almanya’da Olaf Scholz Dönemi Resmen Başladı
26 Eylül 2021 tarihinde yapılan Almanya federal seçimlerinin ardından en yüksek oyu alan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Hür Demokrat Partisi (FDP) ve Yeşiller ile koalisyon görüşmelerine başlamıştı. Bu partileri temsil eden kırmızı, sarı ve yeşil renklerinden ötürü "trafik lambası koalisyonu" olarak adlandırılan koalisyonda anlaşmaya varılmasının ardından 8 Aralık 2021 tarihinde Almanya'da yeni kabine kuruldu ve Olaf Scholz başbakanlık görevini son 16 yıldır yürüten Angela Merkel’den resmen devraldı. Bir önceki koalisyonda birlikte çalışan ikilinin önümüzdeki günlerde fikir alışverişinde bulunmaya devam etmesi bekleniyor.
Koalisyon hükümetinde SPD başbakanlık ve başbakanlık müsteşarlığının yanı sıra altı bakanlık üstlenirken koalisyonun diğer ortakları olan Yeşiller’e beş, FDP’ye ise dört bakanlık düştü. Yeni kabinedeki görev dağılımında başbakanlık görevini Olaf Scholz ve Başbakanlık Müsteşarlığı’nı Wolfgang Schmidt yürütecek. SPD’li bakanlar Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı Hubertus Heil, İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser, Savunma Bakanı Christine Lambrecht, Sağlık Bakanı Karl Lauterbach, İmar Bakanı Klara Geywitz, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanı Svenja Schulze olarak sıralanıyor. Yeşiller’den Robert Habeck Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı, Annalena Baerbock Dışişleri Bakanı, Anne Spiegel Aile, Kadın ve Gençlik Bakanı, Steffi Lemke Çevre ve Doğa Koruma Bakanı, Cem Özdemir Gıda ve Tarım Bakanı olarak görev yapacak. Koalisyonun diğer ortağı FDP üyelerinin bakanlık görevleri ise şu şekilde: Maliye Bakanı Christian Lindner, Ulaştırma ve Dijital Altyapı Bakanı Volker Wissing, Adalet Bakanı Marco Buschmann ve Eğitim Bakanı Bettina Stark-Watzinger.
Kurulan bu kabinenin en dikkat çeken özellikleri ise Almanya tarihinde kadın bakan sayısının en fazla olduğu kabine olması, ilk kez dışişlerinin bir kadın bakana teslim edilmesi ve yine ülke tarihinde ilk kez Türkiye kökenli bir bakanın göreve gelmesi oldu.
Koalisyonun Hedefleri Neler?
Yeni koalisyon hükümetinin ilk ve en büyük problemi halen devam etmekte olan ve hayatın her alanını etkileyen COVID-19 ile mücadele. Almanya’da her gün binlerce kişinin hastalığa yakalanması sebebiyle dördüncü dalga yaşanıyor ve salgın nedeniyle ölenlerin sayısı 106 bini aşmış durumda. Yeni hükümetin COVID-19 salgınıyla mücadele için bir kriz ekibi oluşturması ve 2022 yılında aşı zorunluluğu getirmesi gündemde yer alıyor.
Bunun yanında yeni hükümet saat başı asgari ücreti 12 avroya yükseltmeyi planlıyor. Yine Almanya’da bir süredir tartışılan artan kiralar konusunda sınırlandırma adımları atılması bekleniyor. Bir diğer hedef ise Almanya’nın, 2030 yılına kadar elektriğinin %80'ini yenilenebilir enerjilerden sağlaması ve ısınma için harcanacak enerjinin %50’sinin kısmının karbon nötr olması. Nitekim Yeşiller’den Parti Eş Başkanı olan Robert Habeck 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması taahhütlerine uyulması için gereken adımların atılacağını ifade etti. Önceden 2038 olarak ilan edilmesine rağmen kömür yakıtlı enerji kullanımının 2030 yılına kadar sonlandırılması da diğer önemli bir hedef.
Dış politikada Avrupa’nın egemenliğine önem vereceklerini belirten Scholz, bununla birlikte Fransa ile dostluk ve ABD ile ortaklığın izleyecekleri dış politikanın ana hatlarını oluşturacağını vurguladı. Dolayısıyla Scholz'un kısa vadede kendisinden önceki mevkidaşı Angela Merkel'in dış politikadaki çizgisini sürdüreceğini söylemek mümkün.
Yeni hükümetin ekonomi politikaları alanında Yeşiller ile FDP'nin karşı karşıya gelebileceği konuların başında koalisyon sözleşmesinde öncelikli olarak belirtilen yeşil dönüşüm geliyor. FDP bu dönüşümün vergileri artırmadan gerçekleştirilmesi gerektiğini savunurken, Yeşiller de daha fazla teşvik ve yatırım yapılması gerektiğini söylüyorlar. Koalisyon hükümetinin temel önceliği Alman ekonomisinin daha rekabetçi hale getirilmesi olarak belirlendi, ancak COVID-19 ile mücadele kapsamında bugüne kadar yapılan yüksek harcamalar ve yüksek seyreden enerji fiyatları önümüzdeki döneme ilişkin endişeleri artırıyor.
Göç konusu ise koalisyon sözleşmesine göre "ileriye dönük ve gerçekçi" bir biçimde şekillendirilecek ve "düzensiz göç" azaltılacak. Koalisyon hükümeti sözleşmesinde, Almanya'da yaşayan Türkiye kökenliler ve diğer göçmenler için önemli açılımlar yer alıyor. Daha önceden CDU’nun karşı çıktığı "çifte vatandaşlık" konusuna olumlu yaklaşan partiler, çifte vatandaşlığı mümkün kılacak ve Alman vatandaşlığına geçiş kolaylaştırılacak. Böylece göçmenler beş yıl sonunda vatandaş olabilecek. Alman vatandaşlığına geçmek isteyen kişinin uyum konusunda gerekli kriterleri sağladığı takdirde de bu süre üç yıla inebilecek. Almanya'da yabancı anne ve babadan olan çocuklar, ebeveynlerinden birinin beş yıldır Almanya'da ikamet etmesi halinde doğuştan Alman vatandaşlığını elde edebilecek. Koalisyon sözleşmesinde her dört Almandan birinin göçmen kökenine sahip olduğu Almanya'da kültürel çeşitlilikten övgüyle söz edilirken, Müslümanları temsil eden kuruluşlarla diyaloğun ve işbirliğinin geliştirilmesi için adımlar atılacağı kaydedildi.
Yeni Koalisyonun Türkiye ile İlişkileri Nasıl Olacak?
Türkiye ile ilişkiler, koalisyon sözleşmesinde "İkili ve Bölgesel İlişkiler" başlığı altında ele alınıyor. Yeni hükümetin koalisyon sözleşmesinde "AB komşusu" vurgusu yapılan Türkiye'ye, AB'nin genişlemesine ilişkin bölümde ise yer verilmiyor. Genişleme perspektifi Batı Balkanlar'dan altı ülkeyle sınırlı tutuluyor, bu ülkelerin AB üyeliğinin desteklendiği, Kopenhag kriterlerini karşılamalarını sağlayacak desteklerin de verileceği vurgulanıyor. Türkiye’nin iç politikada yaşadığı endişe verici gelişmeler ve dış politikadaki gerilimlere rağmen AB'nin önemli bir komşusu ve NATO ortağı olduğu belirtiliyor. Almanya’da milyonlarca Türkiye kökenli vatandaşın yaşamasının iki ülke arasında özel bir yakınlık yarattığının altı çiziliyor. Sözleşmede Türkiye'de demokrasi, hukuk devleti, insan, kadın ve azınlık hakları alanlarında büyük ölçüde gerileme olduğu ve bu nedenle katılım müzakerelerinde hiçbir faslın kapatılmayacağı ve yeni bir faslın açılmayacağı ifade ediliyor. Sözleşmede ayrıca AB-Türkiye diyalog gündeminin, sivil toplum ilişkilerinin ve gençlik değişim programlarının güçlendirileceği belirtiliyor.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere her ne kadar ilişkiler sıkıntılı olsa da, Türkiye'nin önemli bir ortak olduğu vurgusu yapılıyor. Bu da, önceki Başbakan Merkel döneminde izlenen Türkiye politikası ile benzerlik gösteriyor. Merkel, tüm görüş farklılıklarına rağmen, Türkiye ile diyaloğu Almanya'nın çıkarları doğrultusunda sürdürme stratejisi izledi.
Koalisyon sözleşmesinde Türkiye ile ilgili kısmın temelini aslında koalisyon ortaklarının seçim bildirgelerindeki görüşleri oluşturuyor. Nitekim seçim bildirgeleri koalisyon ortaklarının Türkiye’nin üyeliğine mevcut koşullar altında sıcak bakmadığını açıkça ortaya koyuyor. Diğer ifadeyle, Türkiye Kopenhag siyasi kriterleri kapsamında üzerine düşenleri yeterli ölçüde yerine getirmediği sürece koalisyon hükümeti müzakereleri bloke etmekte kararlı. Sosyal Demokratlar’ın seçim bildirgesinde, Türkiye’nin adaylığından hiç söz edilmezken, AB için stratejik önemine vurgu yapılıyor ve Türkiye’de hükümetin iç ve dış politika seyrinin kaygıyla izlendiği ve Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve uluslararası hukuka uymak zorunda olduğu ifade ediliyor. Öte yandan AB-Türkiye diyaloğunun acilen yoğunlaştırılması gerektiğine değiniliyor.
Hür Demokratlar’ın seçim bildirgesinde, Türkiye’nin AB’ye aday ülke statüsünün yerine başka bir ilişki kurulması öneriliyor. Hür Demokratlar, Almanya ve AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin özel durumunu kabul ederken hem Türkiye'nin coğrafi konumu hem de Avrupa'daki geniş Türk topluluğunun, Türkiye ile ilişkilerde yeni bir başlangıca ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Türkiye ile AB katılım müzakerelerini mevcut haliyle bitirilmesi ve ilişkilerin yakın güvenlik ve ekonomik işbirliğine dayalı yeni bir temele oturtulmasını talep eden Hür Demokratlar, bir NATO üyesi ve AB ile yakından bağlantılı bir komşu olarak Türkiye’nin vazgeçilmez bir ortak olduğunu ve öyle kalacağını savunuyor.
Seçim bildirgesinde Türkiye’ye diğer iki koalisyon ortağından daha fazla yer veren Yeşiller, Türkiye-AB Mutabakatı’nı insan haklarına aykırı görerek eleştiriyor; ancak Türkiye’nin 27 AB ülkesinden daha fazla Suriyeli göçmeni kabul ettiğini belirtiyor. İstanbul Sözleşmesi’ne ivedilikle geri dönülmesi gerektiğini savunan Yeşiller, Türkiye’nin AB üyeliğine şartlı olarak kapıyı açık bırakıyor. Yeşiller, Türkiye ve AB'nin sosyal, kültürel ve ekonomik olmak üzere birçok ortak noktasının olduğu ve özellikle Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin, ortak göç tarihi nedeniyle de yakın ve çeşitli olduğu vurgulanıyor. Yeşiller aynı zamanda, Türkiye'deki insan hakları odaklı ve demokratik sivil toplum ile ilişkileri yaygınlaştırmak ve gençlik değişim programlarını geliştirmek istiyor.
Koalisyon sözleşmesinde ve üç partinin de seçim bildirgelerinde Türkiye hakkında yer alan açıklamalarına bakıldığı zaman ilişkilerin istenilen seviyeye gelebilmesi ve Türkiye’nin AB katılım sürecinde ilerleme kaydedebilmesi için AB’nin temel değerleri konusunda adım atması gerekiyor.
Bir ilginç nokta da bu koalisyon hükümetindeki SPD ve Yeşiller ile ilgili. Bu iki parti 1998-2005 döneminde Federal Hükümette yer alırken, Türkiye'nin AB'ye aday ilan edilmesinde ve müzakere sürecinin başlamasında belirleyici rol oynamışlardı. Son olarak koalisyon sözleşmesinde yer alan bir başka nokta Türk topluma yönelik diyalog mesajı. Buna göre sivil toplum kuruluşları ile diyalog teşvik edilecek ve gençlik programları da desteklenecek. Yeni hükümetin kısa vadede Türkiye ile Merkel döneminde oluşturulan ve pragmatik konular etrafında şekillenen ilişki kurma şeklini sürdürmeye devam edeceği ortada. Ancak Türkiye'nin bir komşu ülke veya ortak olmasının yanında katılım müzakereleri sürecinde bir ülke olduğunun da sıkça hatırlatılması gerekiyor. Bunun yolu da kuşkusuz Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında reform sürecine geri dönmesinden geçiyor.
Zafer Can Dartan, İKV Uzman Yardımcısı