18 Mart Türkiye-AB Mutabakatı’nın Altıncı Yılında Bir Değerlendirme
Türkiye ile AB arasında mülteci ve göç iş birliği konusunda 2016 yılının Mart ayında varılan mutabakatın bu sene altıncı yılı. Avrupa’nın yüz yüze geldiği göçmen krizi karşısında kısa vadeli ve geçici bir çözüm olarak ortaya çıktığı şeklinde sık sık eleştirilmesine ve de süreç içerisinde yaşanan siyasi gerginliklere paralel olarak durma noktasına gelmesine rağmen pacta sunt servenda* ilkesine dayanan bu mutabakat bugün hala geçerliliğini sürdürüyor. Aslında mutabakatın hukuki statüsü oldukça tartışmalı. 2015-16 mülteci krizi sırasında, Avrupa’ya yönelen göç hareketini kontrol altına almayı amaçlayan ve AB kurumlarının ötesinde, başta Almanya olmak üzere çeşitli AB üyesi devletlerin girişimi ile başlatılan süreç AB’nin klasik müzakere yürütme prosedürlerini takip etmeden karşılıklı pazarlıklara dayalı bir süreç olarak gerçekleşmişti. Peki, mutabakat kapsamındaki yükümlülüklerden şimdiye kadar hangilerinin gerçekleştiğine, hangilerinin gerçekleşmediğine ve tarafların mutabakatın yenilenmesine ilişkin beklentilerine kısaca bir göz atalım.
Türkiye-AB Mutabakatı Nedir?
2015 yılının yazında, Türkiye’nin Ege kıyılarından Yunanistan adalarına büyük çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu her geçen gün artan sayıdaki düzensiz göçmen geçişlerinin azaltılması ve deniz/kara sınırlarını geçme teşebbüsleri sırasında yaşanan can kayıplarının önlenebilmesi amacıyla mülteci ve göç alanında bir iş birliğinin gerekliliği Türkiye-AB ilişkilerinin gündemine oturmuştu. Bu kapsamda, ilk olarak 15 Ekim 2015’te Ortak Eylem Planı kabul edilmiş, 24 Kasım tarihinde ise Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’deki Sığınmacılar için Mali Yardım Programı’nın (FRIT) hazırlanması kararı alınmıştı. Başlatılan bu girişimler Türkiye üzerinden Avrupa’ya olan düzensiz geçişleri azaltmada başarılı olamamış ve Türkiye ile AB’nin ortak çözüm arayışları devam etmişti. Tüm bu çabaların ve yoğun müzakerelerin sonucunda Türkiye ve AB Konseyi, 16 Mart 2016’da kamuoyunda göçmen anlaşması olarak bilinen ama aslında yasal olarak hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir mutabakata vardıklarını duyurmuşlardı.
Türkiye’nin önerileriyle temelleri atılıp çerçevesi belirlenen ve Avrupa’daki ortaklar ile detayları üzerinde karara varılan bu mutabakat kapsamında tarafların uyacağı taahhütler şu şekilde belirlenmişti: 20 Mart 2016’dan itibaren Türkiye’den Yunan adalarına geçiş yapan tüm düzensiz göçmenler Türkiye’ye iade edilecek ve Türkiye’ye iade edilen her Suriyeliye karşılık Türkiye’de bulunan bir Suriyeli AB ülkelerine yerleştirilecekti (1’e-1 ilkesi). Ayrıca Türkiye, Avrupa’ya yönelik yeni göç yollarının oluşmaması için her türlü sınır güvenliği tedbirini alacaktı. Türkiye’nin yerine getirmesi gereken bu yükümlülüklerine karşılık, , planlanan kıstasların karşılanması koşuluyla Türk vatandaşları için AB’ye vizesiz seyahati mümkün kılabilecek, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için müzakerelerin başlamasını sağlayacak ve yeni fasıllar açmak suretiyle Türkiye’nin AB katılım sürecinin canlandırılması mümkün olabilecekti. Ayrıca, AB başlangıçta FRIT kapsamında tahsis ettiği 3 milyar avro tutarında fonun yanında 3 milyar avroluk ilave bir fonu da 2018’in sonuna kadar devreye sokmayı kabul etmişti. Böylece Türkiye, Avrupa’nın dış sınırlarının bekçiliğini üstlenerek, sınırlarından düzensiz göçmenleri geçirmeyecek ve Türkiye’de sayıları günden güne artan göçmenlerin temel ihtiyaçlarını AB’nin sağladığı fonların da desteği ile sağlayacaktı. Diğer taraftan ise donma noktasındaki üyelik müzakere sürecini bu iş birliği ile canlandırmaya çalışacaktı.
2016-2022: Altı Yılın Değerlendirmesi
Avrupa Komisyonuna göre mutabakat yükümlülüğü uygulanmaya başladığından beri Türkiye üzerinden AB’ye düzensiz göçmen girişleri yaklaşık olarak yüzde doksan beş oranında azaldı.
Anlaşmanın ilk zamanlarında, sayılardan da belli olduğu üzere, Türkiye üzerine düşenleri yerine getirerek düzensiz geçişlerin azalmasını sağladı. Bu arada göç rotası zaman zaman Ege Denizi’nden Trakya kara sınırına kaysa da düzensiz göçmen sayıları ciddi rakamlara ulaşmadı. Bu süreçte Türkiye, vize serbestisi konusunda belirlenen kriterleri yerine getirmek için çalışmalarını hızlandırdı, fakat süreç terör yasasının düzenlenmesi konusunda tıkandı. Türkiye’nin istenen kriterleri yerine getirmediği sürece AB’nin vize serbestisi sağlamasının mümkün olmayacağı dile getirildi. Diğer taraftan Türkiye’de Suriyelilerin sayısı günden güne artmaya devam etti. Suriyelilerin ihtiyaçlarının karşılanması açısından AB’nin taahhüt ettiği mali yardımların da bu süreç içerisinde yetersiz kalması Türkiye tarafından sıklıkla dile getirildi.
Mutabakatın kırılma noktası kuşkusuz 2020 yılı oldu. 28 Şubat tarihinde gerçekleştirilen İdlib saldırısı sonrasında yeni bir göç dalgasını Türkiye’nin kaldıramayacağı, bu nedenle göçmenlerin Avrupa’ya geçişinin artık engellenmeyeceğinin kararının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından duyurulması AB-Türkiye arasındaki iş birliğinde deprem etkisi yarattı. Bu kararın açıklanmasının hemen ardından göçmenler, Türkiye-Yunanistan arasındaki Pazarkule Sınır Kapısı’na yönelerek Avrupa Birliği’ne girmek istediler. AB desteği ile Yunanistan’ın sınırda güvenliği ve şiddeti artırması üzerine göçmenler Yunanistan’a geçiş yapamadı ve günlerce Türkiye-Yunanistan arasındaki tampon bölgede zor şartlar altında kaldılar.
2020’de mutabakatın işlemesini sekteye uğratan diğer önemli bir gelişme ise COVID-19 salgını oldu. Pazarkule Sınır Kapısı salgın nedeniyle kapandı, göçmenler bölgeden boşaltıldı ve Türkiye, Yunanistan’dan göçmenleri geri alamayacağını açıkladı. Aynı şekilde Almanya da yeniden yerleştirme kapsamında Türkiye’den sığınmacı kabul etmeyi askıya aldığını duyurdu. Böylece mutabakat fiilen işlemez hale geldi.
Türkiye’nin mutabakatı uygulamayacağı beyanına karşılık AB tarafının her fırsatta mutabakatın Türkiye-AB arasındaki göç ve mülteci alanındaki iş birliğinin ana çerçevesini oluşturduğunu açıklaması tarafları mutabakatın nasıl işler hale getirileceği üzerine düşünmeye sevk etti. Konu Mart 2021 AB Liderler Zirvesi öncesinde ele alınsa da maalesef somut adımlar atılamadı.
Mutabakat Yenilenecek mi?
Gelinen son noktaya baktığımızda, mutabakat kör topal da olsa bugün hala işlerliğini sürdürüyor. Ancak bu işlerlik düzeyinin taraflardan özellikle Türkiye’yi memnun ettiğini söylemek tabii ki mümkün değil. Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı verdiği bir röportajda AB’nin bu mutabakat kapsamında yerine getirmesi gereken yükümlülükleri şöyle sıralıyor: i) 1’e-1 ilkesini uygulamak, ii) Türkiye’deki mülteciler için yeterli miktarda mali destekte bulunmak, iii) Gönüllü İnsani Kabul Planı’nı (Voluntary Humanitarian Admission Scheme) uygulamaya başlamak ve iv) gönüllü geri dönüşleri mümkün kılabilmek için Suriye’nin kuzeyinde Türkiye ile iş birliği yapmak. Kaymakcı, AB’nin bu yükümlülüklerden sadece 1’e-1 ilkesini uyguladığını, mali yardımların belirtilen süreler içerisinde ve yeterli miktarda sağlanmadığını, diğer iki yükümlülüğün ise hiç yerine getirilmediğini söylemekte. Dolayısıyla, Büyükelçi Kaymakcı’nın da dile getirdiği üzere, AB şimdilik kapılarına bir göç dalgasının dayanmamasından ve bu göçmenlerin Türkiye’de mali destek sağlanarak bakılmasından oldukça memnun. Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın post-modern dışsallaştırma olarak adlandırdığı, AB’nin göç yönetimi konusundaki yükümlülüğünü sadece finansal desteğe indirgemesi yaklaşımının sürdürülebilir bir yaklaşım olmadığı bir gerçek.
Yeni Göç Krizleri Kapıdayken...
Göç konusu 2022 yılında da Türkiye-AB ilişkilerinde önemli bir iş birliği alanı olmaya devam edecek gibi gözüküyor. Fakat, diğer taraftan şöyle bir gerçek var ki, artık AB’nin gündeminde sadece Suriyeli mülteciler yok. AB, son bir ay içerisinde Rusya-Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesiyle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan yaklaşık üç buçuk milyon Ukraynalı sığınmacıya da ev sahipliği yapmaya başladı. Aynı şekilde, 2021 yılının Eylül ayında Taliban’ın Afganistan yönetimini ele geçirmesiyle rejimin baskı ve işkencelerinden kaçan Afgan göçmenler de Türkiye’nin gündemine yerleşti.. Dolayısıyla, Türkiye’de yüksek doğum oranları nedeniyle sayıları günden güne artan geçici koruma altındaki Suriyelilere Taliban rejiminden kaçanlar da eklenmiş oldu. Türkiye’nin artan sayıdaki sığınmacıların ihtiyaçlarının sağlanması için daha fazla maddi desteğe ihtiyaç duyacağı bir gerçek. Özellikle, AB ile göç alanında iş birliğinde mali desteğin yetersizliği ve adil bir yük paylaşımı olmadığı konusunda Türkiye’nin haklı eleştirilerini 2022 yılında da sürdüreceğini ve iş birliği kapsamını Suriyeliler odağından çıkartarak daha düzensiz göçmen kaynağı olan Afganistan ve Afrika bölgelerini de kapsayan yeni bir iş birliği için anlaşma sağlamaya çalışacağını öngörmek mümkün.
Ebru Dalğakıran, İKV Uzmanı
*ahde vefa ilkesi