Savaşın Gölgesinde Yönünü Belirleme Çabasındaki AB’nin Stratejik Pusulası
AB’nin stratejik gerçekliklere uygun hareket edebilen bir aktör haline gelmesini sağlamak ve güvenlik sağlayıcısı kimliğini güçlendirmek amacıyla 2030 yılına kadar savunma ve güvenlik alanlarında izleyeceği rotayı belirleyen Stratejik Pusula belgesi, 21 Mart 2022 tarihinde AB dışişleri bakanlarınca kabul edildikten sonra 24-25 Mart tarihlerindeki AB Zirvesi’nde liderlerin onayını aldı. Stratejik Pusula, yalnızca öncülleri Avrupa Güvenlik Stratejisi ve AB Küresel Stratejisi gibi bir strateji belgesi değil. Bu iki belgeden farklı olarak AB başkentlerinin yönlendirmesiyle şekillenen Stratejik Pusula 2025 yılına kadar net bir takvim uyarınca yerine getirilmesi öngörülen 50’den fazla eylem ortaya koyması sebebiyle aynı zamanda bir eylem kılavuzu niteliğinde.
Neredeyse iki yıllık bir çabanın ürünü olan Stratejik Pusula süreci, 2020 yılının ikinci yarısında Almanya’nın Dönem Başkanlığı’nda start aldığından bu yana Avrupalı karar alıcılar, güvenlik ortamının daha da kötüleşmesine ve tehdit algılarının radikal şekilde değişmesine şahitlik ettiler. 2021 yazında ABD’nin Afganistan’dan Avrupalı müttefikleri ile yeterince istişare etmeden kaotik şekilde yürüttüğü çekilme süreci; aynı yılın sonbaharında ise ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya arasında imzalanan ve AB’yi hazırlıksız yakalayan AUKUS Paktı, AB’nin stratejik bir bakışı açısı edinmesi ve gerektiğinde yalnız hareket edebilecek kabiliyete erişmesinin elzem olduğu anlayışını güçlendirdi. Şubat sonunda Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi sonucunda savaşın yeniden AB’nin sınırlarına kadar gelmesiyle Avrupa’nın güvenliğinin Avrupalı karar alıcıların düşündüğünden daha fazla tehdit altında olduğu gözler önüne serilirken, Stratejik Pusula süreci de daha önemli hale geldi. Birliğin Rusya’ya yönelik hızla kabul ettiği ağır ve kapsamlı yaptırımlar ve üçüncü ülkelere silah ve askeri teçhizat gönderilmesi başta olmak üzere bugüne kadar tabu olarak görülen pek çok konuda imza attığı tarihi kararlarla sergilediği sağlam ve bütüncül tutum, AB güvenlik ve savunma politikalarında önemli bir değişimin sinyallerini verdi. Bu itibarla, yalnızca Avrupa güvenlik mimarisinin değil, kurallara dayalı uluslararası düzenin de temellerinden sarsıldığı son derece kritik bir döneme rastlayan Stratejik Pusula, Birliğin savunma politikasında yakalanan bu ivmenin kalıcı olup olmayacağına dair vereceği ipuçları nedeniyle de politika çevrelerince merakla beklenmekteydi.
Stratejik Pusula’nın Temel Unsurları
İlk kez 27 Üye Devletin gözünden tehdit ortamının kapsamlı analizini yapan Stratejik Pusula’ya göre, AB, güvenlik tehditlerinin hüküm sürdüğü, çevresinin istikrarsızlık ve çatışmalarla sarıldığı, hibrit tehditlerin arttığı, bağımlılıkların daha çatışmacı bir hal aldığı, yumuşak gücün silah olarak kullanıldığı açık denizlere, dijital alan ve uzaya erişimin tartışmalı hale geldiği, ekonomi ve enerjinin baskı aracı olduğu ve iklim değişikliğinin tehdit çarpanı işlevi gördüğü, stratejik rekabetle karakterize edilen bir çağa tanıklık ediyor. Bu hasmane güvenlik ortamı, Birliğin büyük bir atılım yaparak hareket iradesini ve kabiliyetini artırmasını, dayanıklılığını güçlendirmesini ve savunma kabiliyetlerine daha fazla ve akılcı yatırım yapmasını zorunlu kılıyor.
İlk taslağı Kasım 2021’de AB dışişleri bakanlarının görüşüne sunulan belgenin o günden bu yana Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin de etkisiyle altı kez güncellendiğini belirtelim. Belgenin nihai halinde Rusya’ya yönelik dilin son gelişmeler ışığında, özellikle Baltık ülkeleri ve Polonya’nın etkisiyle büyük ölçüde sertleştirildiği ve belgenin sayfa sayısının 28’den 47’ye çıktığı dikkat çekiyor. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırgan tutumunun uluslararası hukuku ve BM Şartı’nı ihlal ettiği belirtilirken, revizyonist hamleleri aracılığıyla Kremlin, Avrupa güvenlik mimarisine ve vatandaşlarının güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak tanımlanıyor. Belgede 9 kez referans verilen Çin’den ise hem bir iş birliği ortağı hem de sistemik ve ekonomik bir rakip olarak söz ediliyor.
Ham güç siyasetinin yükselişe geçtiği bu düzende, “Hareket et. Güvenliği sağla. Yatırım yap. Ortaklık kur.” şeklinde dört sütun üzerine inşa edilen Stratejik Pusula, AB’nin güvenlik sağlayıcısı kimliğini güçlendirmeyi hedefliyor. Stratejik Pusula’nın ilk sütununu oluşturan AB’nin krizler karşısında tercihen ortaklarıyla gerekirse de tek başına hızlı ve kararlı şekilde hareket etmesi hedefi kapsamında ortaya koyulan en çarpıcı girişim, farklı operasyonel senaryolarda ve krizlerin farklı aşamalarında konuşlandırılmak üzere “AB Hızlı İntikal Kapasitesi” adı altında 5 bin askerden oluşan modüler birliklerin kurulması. 2025’e kadar operasyonel hale gelmesi planlanan bu birliklerin, 2007 yılında operasyonel hale gelen ancak siyasi irade eksikliği ve finansmana ilişkin anlaşmazlıklar nedeniyle bugüne kadar kullanılamayan Muharebe Grupları ve ilave kuvvetlerden oluşması öngörülüyor. Kara, hava ve deniz unsurlarını içerecek bu birliklerin hazırlık düzeyinin, ilk kez AB genelinde düzenlenecek canlı tatbikatlarla artırılması ve stratejik etkileştiriciler vasıtasıyla şimdiye dek geleneksel olarak ABD’nin yerine getirdiği hava köprüsü kurma gibi işlevleri üstlenebilecek hale getirilmesi bekleniyor.
AB’nin krizler karşısındaki hareket kabiliyetinin güçlendirilmesi kapsamında benimsenen bir diğer önceliği ise Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) misyon ve harekâtlarının hızlı ve esnek hale getirilmesi oluşturuyor. Karar alma süreçlerinin daha esnek hale getirilmesini öne çıkaran bu öncelik, üstün savunma kabiliyetlerine sahip istekli Üye Devletlerin krizlere “gönüllüler koalisyonu” oluşturarak müdahale etmelerine olanak sağlayan Lizbon Antlaşması’nın 44’üncü Maddesi ile 31’inci Madde’de ortaya koyulan “yapıcı çekimserlik” prensibine göndermede bulunuyor. Mali dayanışmanın artırılması ve AB öncülüğünde Üye Devletlerin misyon ve harekâtlarını destekleyici ad hoc misyon ve harekâtlar bu öncelik kapsamında öne çıkan diğer eylemleri oluşturuyor. Ayrıca, AB’nin 2023 yılının ortasına kadar tam donanımlı 200 sivil uzmanı 30 gün içerisinde kriz bölgelerinde görevlendirilecek kapasiteye erişmesi hedef olarak belirleniyor.
Vatandaşların güvenliğinin radikal biçimde değişime uğrayan tehditler karşısında etkili şekilde sağlanması hedefini ortaya koyan Stratejik Pusula’nın ikinci sütununda hibrit ve siber tehditlerle mücadelenin önemli yer tuttuğu görülüyor. Bu doğrultuda, “AB Hibrit Araç Kutusu” ve “Siber Diplomasi Araç Kutusu” adları altında farklı araçların eşgüdümlü şekilde bir araya getirilmesi yoluyla dezenformasyon ve yabancı müdahale başta olmak üzere hibrit ve siber tehditlere karşı bir çerçevenin oluşturulması ve Siber Güvenlik Politikası’nın geliştirilmesi hedefleniyor.
Belgenin üçüncü sütunu olan savunma kabiliyetlerine ve çığır açan teknolojilere daha fazla yatırımın yapılması kapsamında ise savunma harcamalarının artırılması öne çıkıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin ardından başta Almanya, Danimarka, Polonya gibi Üye Devletlerin açıkladıkları iddialı savunma bütçelerinden de anlaşılabileceği gibi AB başkentleri arasında savunma harcamalarının artırılması yönünde konsensüsün oluştuğu görülüyor. COVID-19 salgının etkilerinin ulusal bütçeler üzerinde baskı oluşturmayı sürdürdüğü mevcut dönemde, bu hedef aynı zamanda AB’nin savunma alanında son dönemde hayata geçirdiği Daimî Yapılandırılmış İş Birliği (PESCO) ve Avrupa Savunma Fonu (EDF) gibi girişimleri daha da önemli kılıyor. Ortak kabiliyet geliştirilmesini ve askeri teçhizat alımını teşvik etmek üzere bu girişimlerden tam anlamıyla yararlanılması amacıyla KDV muafiyeti ve EDF kapsamındaki prim sisteminin iyileştirilmesi üzerinde durulan fikirler arasında.
Son olarak, stratejik ortaklar ve benzer düşünen ülkelerle iş birliğinin AB’nin küresel düzeyde stratejik bir aktör olma iddiası açısından elzem olduğu görüşünden hareketle, dördüncü sütun kapsamında NATO, BM, AGİT ve ASEAN gibi çok taraflı ve bölgesel kuruluşlar; Türkiye, ABD, Birleşik Krallık ve Japonya gibi stratejik ortaklar ve Batı Balkanlar ile Komşuluk Bölgesi başta olmak üzere pek çok coğrafyadaki partnerler ile ortaklığın güçlendirilmesine odaklanılıyor.
Bu bölümde, NATO ile stratejik ortaklığın ayrıcalıklı bir yer tuttuğu dikkat çekiyor. AB ile NATO arasındaki ortaklığın, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi sürecinde de açık şekilde görüldüğü üzere Avrupa’nın savunulması açısından hayati önemi vurgulanarak, bunun 2016 ve 2018 tarihli NATO-AB Ortak Bildirileri’nin üstün başarı karnesi temelinde daha da derinleştirilmesi gündeme alınıyor. Siyasi diyalog, kriz yönetimi, kabiliyet geliştirme ve askeri hareketlilik, Brüksel merkezli bu iki örgüt arasındaki iş birliğinin artırılması planlanan alanlar arasında öne çıkarken, hibrit tehditler ve siber tehditler ile mücadele, deniz güvenliği ve Kadın, Barış ve Güvenlik Gündemi’nin uygulanması konularında da iş birliğinin derinleştirilmesi öngörülüyor. Yeni ve çığır açan teknolojiler, iklim değişikliği ve savunma ilişkisi, dayanıklılık ve uzay ise NATO-AB iş birliği açısından potansiyel vaat eden yeni alanlar olarak belirleniyor. Doğu Avrupalı Üye Devletlerin talebiyle Avrupa’nın savunulmasında NATO’nun öncü konumunu teyit eden ve AB’nin savunma alanındaki girişimlerinin transatlantik güvenliği güçlendirici ve NATO’yu tamamlayıcı nitelikte olduğunu vurgulayan ifadelerin yer aldığı dikkatlerden kaçmıyor. Nitekim, bu ülkelerin endişelerini gidermek üzere Stratejik Pusula’da ortaya koyulan çabaların kesinlikle bir Avrupa ordusu oluşturmayı hedeflemediği ve Avrupa kıtasının savunulmasının köşe taşı kabul edilen NATO’yu tamamlayıcı nitelikte olduğu görüşü, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından da yinelendi.
Stratejik Pusula’nın kabul edilmesinin ardından şimdi gözler NATO’nun haziran sonunda kabul etmeye hazırlandığı yeni Stratejik Kavram belgesine çevrilmiş durumda. NATO liderlerinin 29-30 Haziran 2022 tarihlerinde Madrid’de bir araya gelerek, Rusya’yı stratejik ortak olarak tanımlayan, Çin’in yükselişinden söz etmeyen ve tamamen farklı bir jeopolitik realiteyi yansıtan 2010 tarihli NATO Stratejik Kavramı’nın yerini alacak yeni Stratejik Kavram belgesini kabul etmeleri bekleniyor. Yeni NATO Stratejik Kavramı’nın AB’nin Stratejik Pusula süreci ile etkileşimi, Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliği açısından belirleyici önemde olacak.
Stratejik Pusula’da Türkiye’nin Konumu
Stratejik Pusula’da Türkiye’nin ele alınış biçimi, AB’nin uzun vadeli stratejik vizyon belirleme çabasında bazı Üye Devletlerin kısa vadeli çıkarları ile Birliğin kolektif çıkarları arasındaki çatışmayı gözler önüne seriyor. Türkiye’nin ilk olarak güvenlik ortamının tahlil edildiği bölümde, Doğu Akdeniz bağlamında Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin iddialarını yansıtan bir söylemle ele alındığı görülüyor. Burada, Doğu Akdeniz’de AB Üye Devletleri’ne karşı provokasyonlar ile tek yanlı eylemler ve uluslararası hukuka aykırı egemenlik hakkı ihlallerinin yanında düzensiz göçün araçsallaştırılması nedeniyle gerilimin sürdüğü ve hızla tırmanma potansiyeline sahip olduğuna dikkat çekilerek, istikrarlı ve güvenli bir ortamın ve iyi komşuluk ilişkileri ilkesi doğrultusunda iş birliği ve karşılıklı yarar temelinde bir ilişkinin gerek AB’nin gerekse Türkiye’nin çıkarına olduğu ifade ediliyor.
Türkiye’ye ayrıca ikili ortaklıkların ele alındığı bölümde yer veriliyor. Türkiye’nin OGSP misyon ve harekâtlarına sağladığı katkıdan söz edilerek, AB’nin Türkiye ile müşterek çıkar alanlarında iş birliğini sürdürme isteğine ve Türkiye ile karşılıklı yarar temelinde bir ortaklık geliştirme kararlılığına sahip olduğu belirtilerek, bunun 25 Mart 2021 tarihli AB Zirvesi Bildirisi doğrultusunda Türkiye tarafından da iş birliği, gerilimin sürdürülebilir şekilde azaltılması ve AB’nin endişelerinin ele alınması yönünde eşit derecede kararlılık gerektirdiği vurgulanıyor. Bu bölümde Türkiye’ye daha olumlu değinilmesine karşın Türkiye’nin AB aday ülke statüsünü geri planda tutan bir anlayışla sadece stratejik ortaklık ve OGSP’ye katkı penceresinden değerlendirilmesi ve iş birliğinin ilerletilmesinin, AB’nin Doğu Akdeniz’deki gerilimin dindirilmesi gibi taleplerinin karşılanmasına bağlı olacağının ima edilmesi, başlıca eksiklikler olarak dikkat çekiyor.
AB’nin yaklaşımıyla ilgili bir diğer çelişki ise Birliğin, Avrupa’nın savunulmasında Soğuk Savaş’tan bugüne kritik işlevler üstlenen ve ittifakın güneydoğu kanadının güvenliğini sağlayan üyesi Türkiye’ye yönelik ayrıştırıcı bir söylem benimserken diğer yandan da NATO ile ortaklığını gerçek anlamda güçlendireceğini beklemesi. Stratejik vizyon sunması beklenen bir belgenin, Türkiye’ye yönelik kısa vadeli ve yanlı bir yaklaşım yerine uzun vadeli ve objektif bir anlayış üzerine inşa edilmesi, gerek AB’nin küresel aktörlük iddiasına ve Türkiye-AB ilişkilerine gerekse NATO-AB iş birliğine gerçek anlamda katkı sunabilirdi. Ancak Stratejik Pusula, bu açıdan kaçırılmış bir fırsat teşkil ediyor.
Stratejik Pusula’da Türkiye’ye ilişkin özellikle Doğu Akdeniz bağlamında yer verilen ifadelere Ankara’dan da tepki gecikmedi. Dışişleri Bakanlığı tarafından 22 Mart 2022 tarihinde yayımlanan açıklamada; bu bölümün Rum ve Yunan ikilisi tarafından dikte ettirildiği ve bu haliyle uluslararası hukuka, teamüle ve AB müktesebatına aykırı ve gerçeklikten kopuk olduğu belirtilerek, bu itibarla belgenin ne bir pusula ne de stratejik olarak görülebileceği kaydedildi. Belgenin, AB’yi Doğu Akdeniz’de, çözümlerin değil, sorunların parçası yapacağı ifade edilirken, “Son günlerde yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında, belgenin gerçekleri ve doğruları bu şekilde ıskalamış olması ve tam üyelik adayı olan bir NATO Müttefikini bu denli sığ bir bakışla ele alması AB için bir vizyonsuzluk ve talihsizliktir” denildi.
AB’nin Büyük Sınavı: Söylemden Eyleme Geçme
Türkiye’ye yönelik vizyon eksikliği bir yana bırakıldığında, Stratejik Pusula’nın Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisinin sarsıntıya uğradığı son derece kritik bir dönemde AB’nin güvenlik ve savunma kimliği oluşturma çabası olarak değer taşıyor. Günün sonunda belgenin başarısının değerlendirilmesinde, AB ile Üye Devletleri’nin ortaya koyulan eylemleri hayata geçirmede gösterecekleri performansın temel ölçüt olacağını belirtmek gerekiyor. Stratejik Pusula’nın 2003 tarihli Avrupa Güvenlik Stratejisi ve 2016 tarihli AB Küresel Stratejisi’nden farklı olarak AB başkentlerinin sürücü koltuğunda olduğu bir sürecin ürünü olması, Üye Devletler’in bu kez taahhütlerini yerine getirmede daha başarılı bir grafik izleyecekleri yönündeki beklentiyi artırıyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell, sürecin takipçisi olacağının ve mutabık kalınan eylemlerin uygulanmasında tereddütler yaşanması halinde bunlara dikkat çekmekten geri durmayacağının sinyallerini veriyor. Öte yandan Borrell’in de belirttiği gibi, “eğer Avrupa kıtasında açık savaş AB’yi hareket etmeye ve gerçek anlamda bir güvenlik aktörüne dönüşmeye mecbur edemiyorsa”, AB’nin jeopolitik uyanışının neredeyse hiçbir zaman gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığı görülüyor.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı