İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
16-29 NİSAN 2022

AB GÜNDEMİ: Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin Avrupa’nın Geleceğine Etkileri

Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin Avrupa’nın Geleceğine Etkileri

İki aşamalı Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilki 10 Nisan’da, ikincisi ise 24 Nisan 2022 tarihlerinde gerçekleştirildi. Seçimlerin galibi ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron oldu. Fransa seçimleri Avrupa'da ve tüm Dünyada yakından takip edilse de, seçimlere katılım oranı 1969’dan beri en düşük seviyede kaldı. Ukrayna krizi ve Avrupa genelinde etkisi hissedilen enflasyonun gölgesinde geçen seçimlerde geniş bir siyasi spektrumdan 12 aday yarıştı. Macron seçimlerin ikinci turunda oyların %58,5’ini almayı başardı. Seçim öncesi kampanya sürecinde adayların vaatleri ve “aşırı sağ” tehdidi, seçimlerin kaderini belirlerken Ulusal Birlik (Rassemblement National) adayı Marine Le Pen oylarını ciddi bir oranda artırdı.

Bu yazıda öncelikle Fransa seçimlerinin yapısı ve yarı başkanlık sistemi tanıtılacak ve en çok oy alan dört adayın vaatleri ve seçimlerin ilk turunun nasıl sonuçlandığı anlatılacak. Ardından seçimlerin nasıl bir atmosferde gerçekleştirildiği ve adayların dış politikadaki güncel gelişmelere nasıl yaklaştıkları incelendikten sonra, 2022 Fransa seçimlerinin neden önemli olduğu ve hem Türkiye hem de AB için seçim sonuçlarının hangi muhtemel etkileri barındırdığı tartışmaya açılacaktır.

Adayların Vaatleri ve İkinci Tura Giderken

FransaCumhurbaşkanı Macron’un yeniden seçilmek için yarışacağı herkes tarafından bilinse de resmî olarak adaylığınıaçıklaması için uzun bir süre beklendi. Resmî açıklama ise “Fransızlara Mektup” başlıklı bir bildiri ile 3 Mart 2022 tarihinde yayımlandı. Buna göre Macron, hem iktidarda olduğu dönem ile ilgili bir özeleştiri verdi, hem de yeniden seçilmesi durumunda hayata geçirmeyi planladığı politikaları aktardı. Duyurusunda son beş yılda başta terörizm, COVID-19 salgını ve Avrupa’da başlayan savaş olmak üzere birçok sorunla mücadele edildiğini ve her alanda başarı elde edilemediğini ifade etti.

10 Nisan’da seçimlerin birinci turu gerçekleşti. Fransa’nın geniş siyasi spektrumunda yer alan 12 aday ilk turda birbirleriyle yarıştı. Seçimlere yaklaşırken adayların vaatlerinin nasıl olacağı, Fransız seçmenlerin beklentilerini hangi ölçüde yansıtacağı ve Macron’un hangi ölçüde bu beklentilere yanıt vereceği merak konusuydu. İkinci olarak ise, 2017 seçimlerinde ağır darbe alan müesses nizam partileri olan Les Républicains (Cumhuriyetçiler) ve Parti Socialiste’nin (Sosyalist Parti) eski gücünü toparlayıp toparlayamayacağı ve radikal sol ve radikal sağı temsil eden adayların nasıl bir sonuç alacakları önem teşkil ediyordu.

Seçimlere Cumhurbaşkanı olarak giren Macron, eskiden olduğu gibi kendisini merkeze konumlandıran bir kampanya ile hareket etti.  Bu sefer Macron, sosyal politikalara ayrılan kamu harcamalarını kısmayı, emeklilik yaşını 65’e yükseltmeyi ve istihdamı artırmayı hedefleyen bir kapsamda asgari ücret üzerinde düzenleme yapılmasını vaat etti. Bu nedenle Macron’un kampanyası, sosyalistlerden ve sol güçlerden tepki topladı. Öte yandan başta altı nükleer enerji santralinin kurulumu da dâhil, iklim değişikliğine karşı ekonominin yeşil dönüşümünü destekleyecek politikaları sürdüreceğini ilan ederek Yeşiller seçmenine ve göçmen akınlarına karşı sınır düzenlemelerini güçlendireceğini vaat ederek sağ seçmene göz kırptı.

Sürece bakıldığında, diğer güçlü aday Marine Le Pen ise 2018 yılında partisinin ismini Ulusal Cephe’den (Front National) Ulusal Birlik’e dönüştürüyor ve 2019 yılındaki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden birinci parti olarak çıkıyordu. Parti politikasında da daha ılımlı bir rota çiziliyordu. Yine de Le Pen’in kampanya sürecinde en çok odaklandığı noktalar, göç ve güvenlikti. Kısaca, Fransa’ya yönelen göç akınlarını “önleyecek” ve sınırların güvenliğini sağlayacak mekanizmaların kurulmasını ve kayıt dışı göçmenlerin sınır dışı edilmesini içeren düzenlemelerin gerçekleştirilmesini amaçlıyordu. Ayrıca, Fransa topraklarında doğan ve hâlâ orada ikamet etmekte olan göçmenlerin evlilik yoluyla vatandaşlık hakkı ile 18 yaşında kazandıkları otomatik vatandaşlık hakkının kaldırılmasını seçmenlerine vaat ediyordu.

Boyun Eğmeyen Fransa hareketinin adayı Jean-Luc Mélenchon ise sert söylemleri ve sosyalist kimliğiyle dikkat çekiyordu. Mélenchon, Fransa’daki sosyal sorunları eleştiren bir kampanya belirledi. Avrupa genelinde hissedilen enflasyon artışının önüne geçmek üzere, göreve geldiğinde yakıt, gaz, elektrik ve birtakım gıda türlerindeki fiyatların dondurulması için “sosyal acil durum yasasını” yürürlüğe koyacağını vaat etti. Bunun yanında hâlihazırda net 1,258 avro olan asgari ücretin net 1,400 avroya çıkarılmasını önererek Macron’u en çok eleştiri aldığı konulardan biri üzerinden sıkıştırdı.

Şüphesiz seçimin en sürpriz çıkış gösteren adayı ise eski bir gazeteci olan Reconquête’in adayı Éric Zemmour idi. Zemmour, Fransa siyasetinin bu zamana kadar “aşırı sağ” olarak nitelendirdiği siyaset biçimini genel algıya göre “daha da radikalleştiren” bir kampanya belirledi. Geçtiğimiz yıllarda toplumu birçok kez İslam, göç ve kadınlar üzerinden provoke etmekle suçlanmıştı. Kampanya sürecinde en çok Fransız toplumunun kültürel bir kayıp ile karşı karşıya olduğu ve bunun da göçler nedeniyle Fransızların “İslamlaşması” ve “kadınlaşmasından” kaynaklandığını iddia etti.

Özetle Macron, rakiplerinin vaat ettiği politikaları  benimseyen bir kampanya oluşturarak kendisini merkeze oturturken Le Pen de medya tarafından ısrarlı sorulara maruz kaldığı birçok yerde ılımlı söylemler kullanmaya özen gösterdi. Hatta Giorgio Leali tarafından 20 Nisan 2022’de Politico’da yayımlanan eğlenceli bir testte görülebileceği gibi seçimin ikinci turuna kalan Macron ve Le Pen, alışageldik demeçlerinin dışına çıkarak “karşı” oldukları söylemleri zaman zaman kullandı. Örneğin Macron, devletin enerji fiyatlarını düzenlemesini ve bazı enerji şirketlerinin kontrolünü alarak enerji zinciri üzerinde tam egemenlik vurgusu yapmış, Schengen reformunun neden önemli olduğunu anlatırken göçün bir “hibrit silah” olarak kullanıldığını söylemiş ve başörtüsünün Fransa’nın medeniyet seviyesine bir tehdit oluşturduğunu savunmuştu.

10 Nisan 2022 tarihinde gerçekleştirilen ilk tur seçimlerinde Macron, %27,85, Le Pen %23,15 oy alarak ikinci tura kalmaya hak kazandı. İlk turun sonunda dikkat çekici üç husus, Fransız siyasetinin yaşadığı dönüşümü gözler önüne serdi. Bunlardan birincisi, seçime katılım oranının %74,76’da kalarak 2017’deki orandan hemen hemen %3 daha az olması. İkinci olarak, Fransa’daki “müesses nizamın” yeni durumu dikkat çekiyor. Bir yandan yılların merkez partileri olan ve cumhurbaşkanlığını kendi aralarında paylaşan Cumhuriyetçiler ve Sosyalist Parti %5 barajını geçemezken öbür yandan son iki seçimdir alternatif olma iddiası taşıyan adayların ikinci tura kaldığı görülüyor. BBC yazarı Hugh Schofield Macron’un uyguladığı “gerçekçi merkezci” ve “dünyaya açık” politik tavrı buna gerekçe olarak gösterirken, “ulusalcı veya ütopik aşırıcılığın” yükselişini Macron’un da lehine ilerleyen alternatif bir süreç olarak gösteriyor. Üçüncü değişim ise bir önceki maddenin doğal bir sonucu olarak ilk turda “aşırı sağ” olarak nitelendirilen Le Pen, Zemmour ve Nicolas Dupont-Aignan’ın toplamda %33 oy almasıdır.

Macron Yeniden Cumhurbaşkanı

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, belki de Avrupa için dönüm noktası olabilecek bir atmosferde gerçekleşti. Henüz seçim kampanyasını ilan etmeden yoğunlaşan Rusya-Ukrayna gerilimi, Macron için önemli bir fırsattı. 7 Şubat’ta Moskova’da Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile bir araya gelen Macron, diplomasi tarihine damga vuracak bir olayla karşı karşıya kaldı. Putin, görüşme süresince Macron ile yakın bir görüntü vermeyip iki liderin arasına yaklaşık dört metre mesafe koyan bir masa etrafında toplantıya ev sahipliği yaptı. Savaşın seyri değerlendirildiğinde, Macron’un arabuluculuk ve yüksek tansiyonu düşürmeye yönelik girişimlerinde henüz başarılı olamadığı da açıkça görülmektedir.

Rusya ve Ukrayna arasındaki gergin gündem gerek Avrupa gerek de Fransa özelinde geçilmesi gereken önemli sınavlar ortaya çıkarması nedeniyle seçimler için oldukça önemliydi.Rusya’ya agresif tutumundan dolayı yaptırım uygulanmalı mıydı? ABD ile ilişkiler hangi düzlemde korunmalıdır? Rusya’nın Avrupa için ifade ettiği anlam nedir? NATO, “stratejik özerklik” politikası için engel mi? Avrupa, NATO’ya ihtiyaç duyuyor mu?

Bu sorular ekseninde seçimin ikinci turuna kalan liderler arasında ciddi bir ayrışma vardı. Bu durum aynı zamanda AB’nin geleceğini ve Fransa’nın AB’ye karşı tutumunu da belirleyecekti. Sırayla ilerlersek Macron, Rusya’ya agresif tutumundan dolayı ek yaptırımlarda bulunulması gerektiğini savunurken 2017 seçimlerinden önce Putin’e ziyarette bulunan ve hatta partisi adına Rus bankalarından krediler alan Le Pen buna karşı çıkıyordu. Daha doğrusu Le Pen, Putin ve Rusya ile kurduğu yakın temasları bir kenara bırakarak Ukrayna konusunda Rusya’nın izlediği politikanın agresif ve Ukrayna’nın ülkesel egemenliğine karşı olduğunu ifade etmiş, ancak AB tarafından uygulanan yaptırımların yeterli olduğu kanısını ifade etmişti. NATO konusunda da liderler birbirlerinden uzak düşüyorlardı. Le Pen doğrudan NATO karşıtı bir retorik belirlemesinin yanında yer yer Fransa’nın NATO’dan çıkışını da savunuyordu. Macron ABD’nin Suriye’den askerlerini çekme kararını NATO’ya danışmadan alması nedeniyle “NATO’nun beyin ölümünün” gerçekleşiyor olduğunu belirtmiş olmasına rağmen, AB’nin savunma kapasitesini güçlendirecek bir NATO iş birliğinin korunması gerektiğini dile getiriyordu.

21 Nisan’da gerçekleştirilen TV düellosunda gerilim oldukça yüksekti. Hayat pahalılığından göçe, AB’den emeklilik yaşına, iklim değişikliğinden anayasa değişikliğine kadar birçok konu üzerinde tartışmalar yapılsa da, düellonun galibini Rusya hakkında yapılan tartışmaların belirlediği iddia edilebilir. Macron, rakibini açık bir şekilde Rusya ile geçmişte kurduğu yakın ilişkilerden dolayı eleştirerek Le Pen’in Kırım ilhakını ilk tanıyan siyasi liderlerden birisi olduğunu ve Rus bankasından kredi aldığını hatırlattı.

24 Nisan’da gerçekleştirilen seçimlerin ikinci turunda biçimsel olarak sürpriz olmayan bir sonuç çıktı. Fakat bu sonuç, Macron için bir zafer gibi görünse de Fransa ve Avrupa siyasetinin geleceği için birtakım tehditleri barındırıyor. Bu bağlamda Macron’un %41,5’e karşılık %58,5 oy alarak kazandığı seçimi yakından incelemek gerekiyor.

Öncelikle seçimlere katılım, 1969’dan bu yana en düşük oranda (%63,23) kaldı. İkinci tur seçimlerine giderken Zemmour ve Mélenchon’un adaylara destek konusunda yapacakları açıklamalar merak konusuydu. %7 oy alan Zemmour, Le Pen’e açık destek verirken %21,9 oy alan Mélenchon seçmenlerine sadece “Marine Le Pen’e tek bir oy vermeyin” dedi. Mélenchon’un yaklaşımı bir yandan Macron’a gizli destek vermek gibi okunabilecekken öbür yandan güçlü bir boykot çağrısı olarak da okunabilirdi. Zira Sorbonne Üniversitesi’nde başlayan ve daha sonra Paris sokaklarına da sıçrayan eylemlerde atılan sloganlar “ne Macron, ne Le Pen” idi. Seçim sonuçlarına bakıldığında sosyalist seçmenin tamamıyla boykot etmediği, ancak çok da yüksek bir katılım göstermediği ortaya çıkıyor.

Buna karşın, seçimi kaybetmiş olmasına rağmen, Le Pen’in kendisi açısından bir nevi zafer kazandığı da iddia edilebilir. Le Pen, Zemmour ve Dupont-Aignan’ın ilk turda aldıkları oyların basit bir hesapla 11 milyon olduğu düşünüldüğünde, ikinci turda aldığı 2 milyon daha fazla oy, Le Pen’in Fransız kamuoyunda genel bir kabul görmeye başladığına işarettir. Öte yandan Zemmour’un yürüttüğü radikal politikanın ardından Le Pen’in ılımlı bir izlenim vermesi ve hatta Schengen ve Avro Alanlarından çıkış fikirlerini terk etmesi ile Ulusal Birlik hareketinin Fransa’da ana akım siyasete yerleşmeye başladığı fikri edinilebilir. Kaldı ki, France24 tarafından paylaşılan seçim sonrası anketlerde Macron’a oy veren Mélenchon seçmeninin %90’ından daha fazlasının Le Pen’e engel olmak için bu tercihte bulundukları hesaba katıldığında, Macron’un kampanya süresince önerdiği politikaların kabul edilmesinden çok “aşırı sağ” tehdidinin bu sonucu ortaya çıkardığı iddia edilebilir. Bu nedenle, Fransa’da seçmenlerin eleştirdikleri iki aday arasında tercih yapmak durumunda kaldığı bir seçimin yaşandığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

12 ve 19 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek yasama seçimleri adeta bir “üçüncü tur” özelliği gösteriyor. Solda yaşanan bölünme nedeniyle ikinci tura kalmayı az bir farkla kaçıran Mélenchon, başbakanlığı çok istediğine dair bir açıklama yaptı. Boyun Eğmeyen Fransa adayının Yeşiller ve Komünist Parti tarafından destekleneceğine dair beklentiler oluşmuş durumda. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bir hezimetle ayrılan Cumhuriyetçiler ve Sosyalist Parti’nin de yasama seçimlerine daha fazla hazırlanarak itibarını geri kazanmaya çalıştığı da kulis bilgileri arasında yer alıyor. Dolayısıyla, yeni dönemde cumhurbaşkanı, başbakan ve kabinenin farklı partilerden oluşacağı bir Fransa ile karşı karşıya kalmak hiç de sürpriz olmayacaktır.

Seçim Sonuçlarının Türkiye ve AB Açısından Değerlendirilmesi

Seçimlerin Macron’un zaferiyle sonuçlanması, dünyanın büyük çoğunluğu tarafından olumlu bir gelişme olarak karşılandı. Bunun temel sebeplerinden biri, Macron’un beş yıl daha görevine devam edecek olması olsa da, diğer neden “aşırı sağcı” olarak nitelendirilen Le Pen’in kazanamamasıdır. Peki, Fransa’da yeni dönem AB ve Türkiye açısından neler vaat ediyor? Aksi durumda AB’yi ve Türkiye’yi neler bekliyor olacaktı?

Bilindiği gibi Fransa, 1 Ocak 2022 tarihinde AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı altı aylığına devralmıştı. Dolayısıyla, Dönem Başkanlığı için belirlenen dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm, güvenlik ve sosyal politikaya yönelik belirlenen önceliklerindesteklenmeye devam edeceği bekleniyor. Macron’un, seçim sonrasında “emanet oylara” teşekkür ederken “Fransa’yı büyük bir ekolojik ülke yapmak projemizdir” şeklindeki ifadesi bu görüşü doğrulamaktadır.Le Pen’in seçilmesi durumunda ise Fransız hukukunun AB hukukundan daha üstün olmasına yönelik düzenlemelerinyürürlüğe koyulması, Almanya ile başlatılansavunma endüstrisi iş birliğinin de iptal edilmesi sözkonusu olabilecekti. 2012 ve 2017’deki seçim kampanyalarında savunduğu Schengen ve Avro Alanından çekilme fikrinden vazgeçmiş olsa da Le Pen, Uluslar Avrupası temelinde bir bütünleşmeyi savunacağını defalarca dile getirmişti. Buna karşın, Almanya’daki hükümet değişikliği de dikkate alındığında Macron’un ikinci döneminde “tecrübeli” bir Cumhurbaşkanı olarak Avrupa siyasetinde belirleyici olmak ve sık sık söylemlerinde yer alan “egemenlik” vurgusunu hem Fransa hem de Avrupa için uygulamaya geçirmek için çaba sarf edeceğini beklemek oldukça mümkün.

Türkiye açısından seçim sonuçları değerlendirildiğinde ise en son söylemek gereken şeyi başta söylemeye ihtiyaç var. Le Pen’in iktidara gelmesi, Türkiye için birçok olumsuz gelişmeyi beraberinde getirecekti. Le Pen’in İslam ve göçmen karşıtı tutumlarının AB ile ilişkilerinden Fransa’daki Türk vatandaşlarına kadar birçok konuda Türkiye’yi zor durumda bırakacağını düşünmemek olanaksızdı. Macron’un yeniden seçilmesiyle Türkiye-Fransa ve Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sürecin başlayacağı öngörülebilir. Geçtiğimiz yıllarda gergin olan Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerin G20’de gerçekleşen ikili görüşmelerden itibaren olumlu yönde seyrettiğini gözlemleyebiliyoruz. Özellikle de Ukrayna krizinde Türkiye ve Fransa’nın üstlendiği arabuluculuk misyonu ve 24 Mart’taki NATO Zirvesi’nde Macron ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında gerçekleşen iyi niyetli fikir alışverişleri, güvenlikten teknik alanlara kadar birçok konuda bir iş birliğinin yakın bir gelecekte yeniden  şekillendirilecekolduğunun göstergeleri arasındadır. Yine de Macron’un şahsında Fransa’nın yeni bir genişlemeyi desteklemediği bilindiği için Türkiye’nin, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve Vize Serbestisi Diyaloğu gibi doğrudan AB ile ilişkileri ilgilendiren teknik konulara öncelik vermesi gerekiyor.

Erdem Tekçi, İKV Uzman Yardımcısı