Asya-Pasifik’te Tansiyon Yükseliyor: Yeni Bir Çin-Tayvan Krizi mi?
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, 2 Ağustos 2022 tarihinde Tayvan'ı ziyaret ederek 25 yıl aradan sonra bu ülkeyi ziyaret eden ilk meclis başkanı oldu. Pelosi’nin ziyareti, Çin-Tayvan gerginliğinin yeniden alevlenmesine ve hâlihazırda gergin olan ABD-Çin ilişkilerinin daha da bozulmasına yol açtı. Ziyaret kapsamında Tayvan Cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen'le görüşen Pelosi, Tayvan’a destek veren açıklamalarda bulundu. Bu doğrultuda Pelosi, ABD’nin Tayvan’a gösterdiği bağlılıktan vazgeçmeyeceğini ve ABD-Tayvan ilişkilerinin "müşterek değerlere dayalı, gelişen bir ortaklık" olduğunu ifade etti.
Çin’in Pelosi ziyaretine karşı tepkisi ise çok sert oldu. Çin Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada, Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin "Çin-ABD ilişkilerinin siyasi temeli üzerinde ciddi bir etkisi" olacağını ve “Çin’in, söz konusu ziyarete karşılık olarak egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kararlı bir şekilde korumak için gerekli tüm önlemleri alacağını” belirtti. Geçtiğimiz temmuz ayında Pelosi'nin Tayvan'ı ziyaret edeceği iddiası üzerine Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijian ziyaretin gerçekleşmesi durumunda Çin’in “katı ve kararlı önlemler” alacağını, Çin Savunma Bakanlığı Sözcüsü Albay Tan Kıfey ise “Çin ordusunun boş durmayacağını” vurgulamıştı.
Pelosi ziyaretinden önce ve sonra Çin tarafından yapılan tehdit dolu açıklamalar, uluslararası toplumda Çin’in Tayvan’a saldırma ihtimali olduğunu gündeme getirdi. Bölgedeki tansiyon giderek artsa da Çin, Tayvan’a karşı askerî bir müdahalede bulunmadı. Ancak Çin Halk Kurtuluş Ordusu, Pelosi'nin Tayvan ziyaretinin ardından, üçü Tayvan’ın kendi karasuları olarak nitelendirdiği altı farklı bölgede altı gün süren tatbikata başladı. Tatbikat süresince Tayvan yakınlarında Çin askerî birimlerinin dâhil olduğu yoğun bir hareketlilik gözlemlendi. Çin’e ait gemiler ve savaş uçakları Tayvan Boğazı'nı ikiye ayıran Orta Çizgi'yi geçti ve 1995-1996 yıllarında yaşanan İkinci Boğaz Krizi'nden sonra ilk defa Çin, Tayvan yakınlarına güdümlü füzeler fırlattı. Ayrıca Tayvan Savunma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, Çin ordusuna ait bir hava aracı 1950’lerden beri ilk defa Tayvan'a bağlı Kinmen Adası üzerinde uçtu.
Çin-Tayvan Geriliminin Tarihsel Temelleri
Çin-Tayvan geriliminin temeli, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çin Komünist Partisi ile Çin Milliyetçi Partisi (Kuomintang) arasındaki egemenlik tartışmaları sonucunda Çin anakarasında patlak veren iç savaşa kadar dayanıyor.
1949 yılında Mao Zedong önderliğinde ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu altında örgütlenen komünistler iç savaşı kesin bir şekilde kazanmış ve 1 Ekim tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğunu ilan etmişti. Savaştan yenik ayrılan Kuomintang üyeleri ise aynı yıl Tayvan adasına kaçmıştı. Çang Kay-şek önderliğindeki milliyetçiler, Aralık 1949’da Taipei’yi geçici başkent ilan etti ve 1912 yılında kurulan Çin Cumhuriyeti’nin egemenliğinin adada devam ettiğini ileri sürdü. Günümüze kadar süregelen Tayvan sorununun temelleri bu şekilde atıldı ve 1949 yılı itibariyle “iki farklı Çin, iki farklı liderle yönetilmeye” başlandı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünyanın ABD liderliğindeki kapitalist sistem ve Sovyetler Birliği liderliğindeki komünist sistem ekseninde iki kampa ayrıldığı bir dönemde, “Çin Komünist Partisi” tarafından kurulan Çin Halk Cumhuriyeti, ilk başlarda diplomatik olarak pek çok ülke tarafından tanınmadı ve oluşturulan yeni uluslararası düzene dâhil edilmedi. Her ne kadar Çin Halk Cumhuriyeti bunu kabul etmese de, birçok ülkenin tercihini kendisi ile diplomatik ilişki kurmaktan yana kullanması ile Tayvan, 1971 yılına kadar BM Güvenlik Konseyi’nde Çin’i temsil etti.
Ancak bu durum 1970’li yıllara gelindiğinde değişti. Çin’in uluslararası sisteme dâhil edilmesi gerektiğini savunan Richard Nixon’ın 1968 yılında ABD seçimlerini kazanması sonrasında Çin-ABD yakınlaşma süreci başladı. Nixon’ın bu yaklaşımı Çin tarafında karşılık buldu. Çin hükümetinin Pekin’e davet ettiği Amerikan masa tenisi takımı 14 Nisan 1971 tarihinde Çin Başbakanı Chu En Lai tarafından kabul edildi ve aynı gün Nixon 20 yıldır Çin’e karşı uygulanan ticari ambargonun kaldırıldığını ilan etti. Tarihe “Pin-Pong Diplomasisi” olarak geçen ve ilişkilere ivme kazandıran bu sürecin somut tezahürü Çin’in 25 Ekim 1971’de BM’ye kabul edilmesi, Tayvan’ın ise üyelikten çıkarılması olarak gerçekleşti. Pekin hükümetinin Çin'in tek meşru temsilcisi kabul edilmesi ile beraber Tayvan'ın uluslararası örgütlerdeki konumu ve statüsü belirsiz hâle geldi. Nihayetinde bugün Tayvan'ı diplomatik olarak tanımayı sürdüren BM üyesi ülke sayısı 13'e kadar düştü.
“Tek Çin” ilkesini hâlen savunan Pekin yönetimi, günümüzde de Tayvan'ın kendi topraklarının parçası olduğunu savunuyor ve Tayvan’ın diğer aktörler ile diplomatik ilişkiler kurmasına karşı çıkıyor.
Çin-Tayvan İlişkilerinde ABD’nin Rolü
ABD’nin Çin-Tayvan sorununa ilişkin tutumu Kore Savaşı’nın patlak vermesi ile beraber belirginleşti. Aslında savaş başlamadan önce yapılan resmî açıklamalar, ABD’nin Tayvan meselesinde Çin’den yana bir tutum içerisinde olduğuna işaret etmekte idi. Ancak Çin’in, Kore Savaşı’na SSCB ile birlikte Kuzey Kore güçlerini destekleyen bir pozisyonda dâhil olması ABD’nin Tayvan politikasını netleştirdi ve ABD 1951 yılında Tayvan’a 29 milyon dolarlık bir askerî yardım yaptı. David Eisenhower 6 Kasım 1953’te Ulusal Güvenlik Konseyinin 146/2 kararı ile ABD’nin her şekilde Tayvan’ı koruyacağını ilan etti. Çin’in Doğu Çin Denizi’nde yer alan Yicangşan Adaları'nı 20 Ocak 1955 tarihinde Tayvan’dan alması üzerine ise 24 Ocak’ta ABD Kongresi, ABD Başkanı’na Tayvan’ın deniz aşırı topraklarını koruma yetkisi veren "Formoza Kararı"nı kabul etti. Böylece ABD, 1950’li yıllarda de facto olarak Tayvan’ın garantörlüğünü üstlenmiş oldu.
1970’li yıllarda Richard Nixon’ın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra başlayan ABD-Çin yakınlaşması, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 1 Ocak 1979 itibarıyla resmen tesis edilmesi ile sonuçlandı. Diplomatik ilişkileri başlatan bildiri ile ABD, Çin Halk Cumhuriyeti’nin tek yasal hükümet olduğunu ve bu doğrultuda “Tek Çin” politikasını kabul etti. Ancak ABD aynı zamanda Tayvan’la İlişkiler Yasası’nı da (Taiwan Relations Act) kabul ederek Tayvan’ı olası bir Çin saldırısına karşı korumak amacıyla bu ülkeye silah satmaya ve ekonomik ilişkilerini geliştirmeye devam etti.
Günümüzde Tayvan sorunu zaman zaman ABD-Çin ilişkileri arasında gerilim yaratan bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. ABD hâlen Tayvan ile resmî olarak diplomatik ilişkilerinin olmadığını, Tayvan’ın bağımsızlığına karşı olduğunu ve ”Tek Çin” politikasına bağlı olduğunu vurgulasa da Tayvan’ı bölgede önemli bir ortak olarak görüyor ve silah satışına devam ediyor. Ayrıca ABD, adanın Çin tarafından işgal edilmesine şiddetle karşı çıkıyor ve bölgedeki statünün değiştirilmesini istemiyor.
Asya-Pasifik’teki Büyük Güç Mücadelesi
Son 10 yılda silahlanma için en fazla harcama yapılan Asya-Pasifik bölgesi; geliştirilen askerî teknolojiler, bölge ülkelerinin savunma harcamalarındaki artışlar ve bölgede kurulan yeni ittifaklar çerçevesinde hızla küresel jeopolitik odağın merkezine yerleşmiş bulunuyor.
Bölgede yaşanan rekabetin en önemli nedenlerinin başında Çin’in gücünün giderek artması ve bu bölgenin ABD ve Çin arasında yaşanan büyük güç mücadelesinin merkezinde olması geliyor.
Çin’in artan silahlanmasına karşı Asya-Pasifik’te, ABD öncülüğünde yeni bir “çevreleme” stratejisinin geliştirildiği gözlemleniyor. 2007 yılında ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya tarafından bir diyalog forumu olarak başlatılan QUAD ittifakı (Quadrilateral Security Dialogue) bu çabanın başında yer alıyor. Yaklaşık on yıl aktif bir tutum sergilemeyen QUAD ittifakı, Çin’e karşı sert bir dış politika uygulayan Trump yönetimi tarafından 2017’de revize edildi ve askerî ittifaka dönüştürüldü. 3-6 Kasım 2020 tarihinde QUAD üyesi ülkeler, bölgesel gerilimlerin arttığı bir dönemde ittifakın gerçekleştirdiği en büyük tatbikat olan Malabar tatbikatını düzenledi.
QUAD’ın yanı sıra, Asya-Pasifik’teki güç dengesini değiştirecek en büyük adımlardan biri, 15 Eylül 2021 tarihinde Birleşik Krallık, ABD ve Avustralya arasında imzalanan güvenlik anlaşması AUKUS Paktı’nın kurulmasıyla atıldı. Çin’in Asya bölgesinde ve Pasifik Okyanusu’nda artan etkisine karşı koymayı amaçlayan paktın en dikkat çekici özelliği, anlaşma çerçevesinde Avusturalya’ya nükleer enerjiyle çalışan denizaltıların temin edilmesi oldu. Ayrıca AUKUS Paktı’nın oluşturulmasından çok kısa bir süre sonra, QUAD ittifakının ilk yüz yüze buluşmasını 24 Eylül 2021 tarihinde Washington’da gerçekleştirmesi de ABD öncülüğünde bölge ülkelerinin Çin’e karşı atacakları adımları sertleştireceğini ve bölgedeki gerilimin daha da artacağının göstergesi niteliğinde .
Bütün bu gelişmeler ışığında konumu ve önemi itibari ile Tayvan’ın Asya-Pasifik’te yaşanan güç mücadelesinin kilit ülkelerinden biri olacağını söylemek mümkün. Pelosi ziyareti ve Çin’in bu ziyarete karşılık attığı adımlar tarafların birbirlerini tartması olarak yorumlanabilir. Ancak mevcut uluslararası konjonktürde krizin savaşa dönüşmesi pek olası gözükmüyor.
Küresel Ekonomide Yeni Kriz İhtimali: Çip Tedariğinin Aksaması
Dünya henüz Rusya-Ukrayna Savaşı’nın şokunu atlatamadan Tayvan, Çin ve ABD üçgeninde yaşanan yepyeni bir kriz ile karşı karşıya geldi. 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında, küresel anlamda, enerji ve gıda fiyatlarında ciddi bir artış yaşanmış, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere küresel ekonomi bunun sonuçları ile yüzleşmişti. Çin’in olası bir Tayvan müdahalesi küresel ekonomideki bu bozulmayı daha da geriye götürebilecek nitelikte. Nitekim dünyanın en büyük çip üreticisi Tayvan, Taiwan Semiconductor Manufacturing Company (TSMC) başta olmak üzere birçok çip üreten şirkete sahip ve en önemlisi bu çipleri rakiplerine göre çok daha kaliteli, daha hızlı ve daha kullanışlı olarak üretebiliyor. Küresel çip ihtiyacının yaklaşık %65’ini üreten Tayvan’ın üretim yapamaz hâle gelmesi veya dünya ile ticaretinin kesilmesi olasılığı hâlihazırda fırtınalı bir süreçten geçmekte olan küresel ekonomiyi daha derin bir krize sürükleyebilir.
Ahmet Emre Usta, İKV Uzman Yardımcısı