TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: Türk Vatandaşlarının Artan Çilesi: AB Schengen Vizesini Yaptırım Aracı Olarak mı Kullanıyor?
Türk Vatandaşlarının Artan Çilesi: AB Schengen Vizesini Yaptırım Aracı Olarak mı Kullanıyor?
AB sadece Türkiye için değil, Dünyanın büyük bölümü için bir çekim alanı olma kimliğini koruyor. AB’ye yönelik düzensiz göç hareketlerinin yanı sıra, çalışmak, eğitim görmek, iş yapmak, hizmet sunmak veya turistik faaliyetlerde bulunmak için her yıl milyonlarca kişi AB ülkelerine yöneliyor. Ancak AB’de göç hareketlerinin giderek güvenlik sorunu olarak görülmesi, popülist sağ akımların etkisini artırması ve çokkültürlülüğe şüpheci yaklaşımlar seyahat özgürlüğünün de giderek kısıtlanmasına yol açıyor. Rakamlara baktığımızda 2021’de tüm dünyadan AB’ye, toplam 3 milyon kısa süreli Schengen vize başvurusu yapıldığını ve bunun %13.4’ünün rededildiğini görüyoruz. Bu süreç sonunda 2021 yılında Schengen ülkeleri toplam 2,4 milyon kısa süreli vize vermiş. 2019’da ise bu sayı çok daha fazla, 17 milyon imiş. COVID-19 döneminde durma noktasına gelen hareketliliğinin tekrar eski düzeyine gelmesinin oldukça zor olacağı söylenebilir.
Türkiye’den yapılan vize başvurularına bakıldığında ise, 2021’de toplam 271.977 başvuru olduğunu görüyoruz. Toplam red oranı ise % 16,9 olarak tecelli etmiş. Bu oranın da eskiye göre oldukça artmış olduğunu söylemek mümkün. Vize başvurularının maliyetine baktığımızda ise oldukça yüklü bir tablo ile karşılaşıyoruz. 2009-2021 arasında Türkiye’den yapılan toplam 8.798.219 Schengen vize başvurusu için vatandaşlar tarafından 551.718.160 avro ödenmiş. Bu meblağın sadece vize başvuru ücretini kapsadığını, aracı kurum, banka işlem ücreti, tercüme bürosu ücreti, vize merkezine gidiş ücreti gibi maliyetleri içermediğini de hatırlatalım.
AB ülkeleri tarafından 42 yıldır uygulanan Schengen vizesi ile seyahat özgürlüğü kısıtlanan Türk vatandaşları, avro ve dolar gibi para birimleri karşısında Türk lirasının değerindeki düşüş sonucu ekonomik sebeplerle de seyahat etme imkanının giderek zora girdiğini görüyor. Bunun yanında, yaptıkları vize başvurularına verilen ret cevaplarındaki dikkat çekici artış ile turizm ve eğitim alanlarındaki haklarının da engellendiği bir tablo ile karşı karşıya kalmaya başladı. Türkiye, Temmuz 2022’de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne (AKPM) bir rapor sunarak Türk vatandaşlarının mağduriyetlerinin son dönemde arttığını ve bu mağduriyetlerin sebebi olan uygulamaları bir “istismar” ve “siyasi güdümlü bir yaptırım” olarak algılayacağını belirtti. Sorunların devam etmesi hâlinde karşı yaptırımlar uygulayacağını ve bir an önce tıkanan Vize Serbestisi Diyaloğu görüşmelerine yeniden başlanması gerektiğini vurguladı. Öte yandan Avrupa Komisyonunun, Rusya’ya sunulan Vize Kolaylığı Anlaşması’nın askıya alınmasını içeren bir öneriyi 6 Eylül tarihinde yayımlaması AB’nin vizeyi bir siyasi yaptırım aracı olarak kullanıyor olmasına yönelik iddiaları daha da güçlendirmiş oldu.
Türk Vatandaşlarına Vize Uygulaması Neden Var?
Avrupa Konseyi’nin 13’üncü Üye Devleti olarak Türkiye, 25 Mayıs 1961 tarihinde “Kişilerin Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Arasında Dolaşımını Düzenleyen Kurallara Dair Avrupa Sözleşmesi’ne (ETS No. 025)” taraf olmuştu. Bu sözleşmeye istinaden, geçerli bir pasaport ve birtakım özel belgelere sahip olunması şartıyla, anlaşmaya taraf olan devletler arasında yapılacak kişisel seyahatlerin “üç ayı geçmeyen ziyaretler” kapsamında kolaylaştırılması amaçlanıyordu.
Kişilerin serbest dolaşımı, ayrıca, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 12 ve 14’üncü maddelerinde de “işçi ve hizmetlerin serbest dolaşımı” başlığı altında yer alıyordu. Aynı anlaşma, 9’uncu madde uyarınca uyrukluk temelinde uygulanan her türlü ayrımın yasaklandığını da belirtiyordu. Anlaşmada geçen ibareler, 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol içinde yer alan 41(1)’inci madde ile de güçlendiriliyordu. Buna göre, “akit taraflar, aralarında, yerleşme hakkı ve hizmetlerin serbest edimine yeni kısıtlamalar koymaktan sakınırlar”. “Standstill hükmü” olarak da bilinen bu madde ile, Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren vize zorunluluğunun bulunmadığı Üye Devletlerde, Türk vatandaşlarına yönelik bu uygulamanın başlatılması yasaklanıyordu.
Türk vatandaşlarının Avrupa’ya vizesiz seyahat hakkı, 5 Ekim 1980 tarihine kadar devam etti. Bu tarihte önce Almanya ve Fransa, ardından da 1 Kasım 1980’de Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Türk vatandaşlarına karşı bir vize rejimini yürürlüğe koydu. Vize uygulamasının arka planında Türkiye’nin talebi yatıyordu. 12 Eylül 1980’de yapılan darbeden sonra ortaya çıkan siyasi ortam, çok sayıda siyasi Türk vatandaşının ülkeyi terk etmesine ve Avrupa ülkelerinden sığınma talebinde bulunmasına yol açmıştı. Dönemin hükümetinin “güvenlik önlemlerini” gerekçe göstererek Avrupa Konseyi ülkeleri arasında bulunan vize muafiyeti uygulamasının askıya alınmasını talep etmesi üzerine Almanya, 5 Ekim 1980’den itibaren Türk vatandaşlarının Almanya’ya girişi için bir vize zorunluluğu uygulayacağını Avrupa Konseyi Sekreterliği’ne bildirdi.
Avrupa Topluluğu (AT) üyesi beş ülke (Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda ve Lüksemburg), 14 Haziran 1985’te imzalanan Schengen Anlaşması ile kendi vatandaşları arasında bir seyahat özgürlüğü başlatırken dış dünya açısından yeni bir sınır kontrol sistemi düzenlemesini uygulamaya koymuş oldu. Akit Üye Devletler kendi aralarında kişiler üzerindeki sınır kontrollerini kaldırırken, 20 Mart 1995 tarihinde Schengen Alanı için hazırlanan değişikliklerin uygulamaya geçmesiyle, Türk vatandaşlarının maruz kaldığı vize uygulaması ve ayrımcılık resmî olarak kurumsallaşmış oldu.
Türk vatandaşlarına uygulanan vize şartı, çoğunlukla Türkiye ve Üye Devletler arasında sorunların yaşanmasına sebep oldu. Özellikle ABAD’a taşınan iki dava, emsal teşkil etmesi nedeniyle dikkat çekiyor. Bunlardan birincisi, 19 Şubat 2009’da sonuçlanan Soysal davası. “Hizmetlerin serbest dolaşımı” kapsamında incelenen bu dava sonucunda ABAD, Katma Protokol’ün 41(1)’inci maddesinin ihlal edildiğine karar vererek hizmet sağlayıcılar özelinde tüm Türk vatandaşlarının vizesiz seyahati için umut verici bir içtihat geliştirdi. Bu gelişmenin ardından Alman hükümeti, kamyon ve tır şoförleri, atletler ve sanatçılar için vize zorunluluğunun kaldırılacağı bir düzenleme hazırlayacağını ilan etti.
Soysal davasından sonra oluşan olumlu hava, önem teşkil eden Demirkan davasıyla adeta dağıldı. 2007 yılında Almanya’da ikamet eden ailesini ziyaret etmek isteyen Leyla Ecem Demirkan’ın vize başvurusu reddedildi. Bunun üzerine Demirkan, Rolf Gutmann’ın vekaleti ve İKV’nin destekleriyle Almanya’ya dava açtı. ABAD’a taşınan dava sonucunda Divan, 2013 yılında “standstill” hükmünün sadece ekonomik faaliyetler kapsamında değerlendirilebileceğini veya başka bir deyişle, “hizmet alıcıların” bu haktan faydalanamayacağını kararlaştırdı. Türk vatandaşları için vize uygulamasının kaldırılabileceğine dair umutlar bir anda sönerken aynı yıl Türkiye ve AB arasında başlatılan yeni müzakere süreci umutları yeniden yeşertti.
Vize Serbestisi Diyaloğu Sonuçlanmadı
16 Aralık 2013 tarihinde Türkiye ve AB, Geri Kabul Anlaşması ile paralel olarak Türk vatandaşlarının Schengen Alanı’na vizesiz seyahati için görüşmeleri başlatacak Vize Serbestisi Diyaloğunu da başlattı. Türkiye, beş blok altında belirlenen toplam 72 kriteri yerine getirdikten sonra, vatandaşları için 539/2001 sayılı Tüzük kapsamında vize muafiyetine sahip olacaktı. Düzenleme biyometrik pasaportlarla 90 günlük seyahatleri kapsıyordu.
4 Mayıs 2016’da Komisyon tarafından yayımlanan üçüncü ve son İlerleme Raporu’na göre Türkiye’nin tamamlaması gereken altı kriter kalmıştı. “18 Mart Mutabakatı” olarak da bilinen 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Zirvesi Bildirisi’nde ise Türk vatandaşları için Haziran 2016’dan itibaren vize muafiyetinin uygulamaya geçirilebileceği ifade edilmişti. Ancak mutabakattan bu yana hem diyalog süreci tıkandı hem de taraflar arasındaki güven oldukça ciddi bir biçimde sarsıldı. Türkiye’nin hala yerine getirmesi gereken altı kriter bulunuyor.
Vize Uygulaması Bir Siyasi Yaptırım Olarak mı Uygulanıyor?
Vize uygulaması nedeniyle Schengen Alanına seyahat etmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, ekonomik ve siyasi maliyetlerle mücadele etmeye çalışıyor. Vize başvuru ücretlerinin 2 Şubat 2020 tarihinde 60 avrodan 80 avroya yükseltilmesi ve başvuru sürecinde birçok belgenin istenmesi, süreci oldukça masraflı bir hâle getiriyor. Örneğin 2019 yılında 906 binden fazla Türk vatandaşının vize başvurusunda bulunması, 54 milyon avrodan daha fazla bir masrafın ortaya çıkmasına yol açtı. İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu’na göre sadece 2015 yılında Schengen vizesi için yapılan başvuruların ücreti ile en az 10 farklı insani yardım projesi finanse edilebilirdi.
Son günlerde Schengen vizesi, Türk vatandaşları için daha büyük bir problem hâline gelmeye başladı. Bunun temel sebebi, radikal bir şekilde artan vize başvurusu retleri. Başvuruları reddedilen insanlar, seyahatlerini yeniden planlamaktan elde ettikleri Avrupa’da eğitim haklarını ertelemeye kadar çeşitli nedenlerle mağduriyet yaşıyorlar. TBMM Milletvekili Ziya Altunyaldız tarafından AKPM’ye sunulan “Schengen Bilgi Sisteminin Avrupa Konseyi Üye Devletleri Tarafından Siyasi Güdümlü Bir Yaptırım Olarak Kötüye Kullanılması” başlıklı rapor karşı karşıya kalınan problemleri ele alıyor. Örneğin, Türk vatandaşlarının 2014’te reddedilen başvurularının oranı %4’ten 2020’de %12,7’ye yükseldi. 2021 ve 2022 yıllarıyla ilgili tahminler ise daha da ürkütücü. Buna göre, 2021 yılında reddedilen başvuru oranının %16,9 olduğu, Alman makamlarınca 2022’nin ilk altı ayında reddedilenlerin oranının ise %20,7 olduğu tahmin ediliyor. Bu oranın dünya ortalaması olan %13,4’ten oldukça yüksek olması dikkat çekici.
Bu durum seyahat acentalarını da mağdur ediyor. Bir seyahat acentası yetkilisine göre, temmuz ayında müşterilere satılan 40’a yakın tur iptal edilmiş ve bu durumdan yaklaşık 1500 müşteri mağdur olmuş durumda.
Vize uygulaması nedeniyle ciddi sorunlar yaşayan bir diğer grup ise yurt dışında eğitim almaya hak kazanan, ancak uzayan pasaport çıkarma/yenileme ve vize süreçleri nedeniyle eğitimini ertelemek durumunda kalan öğrenciler. Normal şartlarda pasaport yenileme süresinin genellikle bir hafta sürdüğünü ifade eden eğitim danışmanı Olcay Erten, son zamanlarda bekleme süresinin altı aya çıktığını kaydetti. Ayrıca, başvuru sonucunda öğrencilerin gidecekleri şehre varmalarının bir buçuk yıla kadar sürebildiğini de sözlerine ekledi.
Vize başvurusunun ardından ancak iki veya üç ay sonra randevuların oluşturulduğunu belirten İKV Başkanı Zeytinoğlu ise bu durumun tarife dışı bir engel teşkil ettiğini ve rekabeti engellediğini vurguluyor. Buna ilaveten, başka bir kıtaya seyahat etmek üzere Avrupa üzerinden yapılacak transit geçiş vizelerinin temini için bile aylarca beklemek gerektiğini ifade ediyor.
Türk vatandaşları bu durumun kendilerine yönelik uygulanan bir ayrımcılık olduğu kanaatinde. Yüksek kur nedeniyle vize başvuru bedellerinin, firma hizmet ücreti, sigortalar, yol masrafları ve uçak biletleri ile toplamda 8 bin Türk lirasına dayandığını belirtiyorlar. Ancak başvurunun reddedilmesiyle, ödenen bu tutarlar çöpe, bekleme sürecinde sarf edilen zaman ve çabalar ise boşa gidiyor. Başvuru sürecinde verilen bilgilerin “inandırıcı” bulunmaması ve salgın sonrası normalleşme nedeniyle meydana gelen yoğunluk genellikle vize başvurularının reddedilmesine gösterilen gerekçeler arasında yer alıyor. Konu ile ilgili euronews’e konuşan Avrupa Komisyonu sözcülerinden Anitta Hipper, Türkiye’deki AB üyesi ülkelerin konsolosluklarının dünyada en çok vize başvurusu alan konsolosluklar arasında üçüncü sırada yer alması sebebiyle işlem yoğunluğunun ciddi oranda arttığının ve yaşanan durumun sadece Türkiye ile ilgili olmadığının altını çiziyor.
Tam da bu cevabın üzerine AB için önemli bir yeri işgal etmeye devam eden “Rusya sorunu” tekrar akıllara geliyor. Bilindiği üzere, başta Finlandiya, Estonya, Litvanya, Çekya, Danimarka ve Polonya olmak üzere bazı Üye Devletler Rus vatandaşlarına verilecek vizelerin Rusya’ya karşı yaptırımlar kapsamına alınmasını destekliyor. Taleplere ilişkin Komisyon, Rusya ile imzalanan Vize Kolaylığı Anlaşması’nın tam anlamıyla askıya alınmasını bir “siyasi yaptırım” olacak şekilde 6 Eylül 2022’de önerdi. Bu kapsamda vize ücretinin 35 avrodan 80 avroya çıkarılması, vize başvurularının cevaplanma süresinin 45 güne kadar uzatılması, çoklu giriş vizesiyle ilgili kolaylıkların kaldırılması ve istenen belgelerin sayısının artırılması atılacak adımlar arasında yer alıyor.
Ancak, Rus vatandaşları için bir “siyasi yaptırım” olarak önerilen bu tasarruflar, Türk vatandaşlarının şu an yaşadıkları sorunlar göz ününde bulundurulduğunda oldukça tanıdık geliyor. Bu açıdan bakıldığında, Türk vatandaşları için uygulanan vize retleri, bekleme süresi, evrak işlemleri ve daha birçok engel, akıllara bu uygulamaların adı koyulmamış bir siyasi yaptırımın ürünü olup olmadığı sorusunu getiriyor. Zira ocak ayından bu yana vize başvurusu reddedilen Türk vatandaşı sayısının Rus vatandaşlarından daha fazla olması da bu politikanın geçerli olduğunun göstergelerinden biri olarak görünüyor. Bütün bu uygulamalara bir de K9 köpeğine koklatılmaya varacak kadar çeşitlenen haksız muameleler de eklenince, AB’nin vize uygulamalarının Türkiye’ye karşı oldukça acımasız bir şekilde yürütüldüğü düşüncesi günbegün güçleniyor.
Sonuç: Mağduriyetler Nasıl Giderilebilir?
Özetle, AB’nin Türkiye’ye yönelik uyguladığı vize politikasından doğan maliyetler, Vize Serbestisi Diyaloğu'nun tamamlanması için karşımızda duran engeller ve vize başvurularının reddedilme sayısının gözle görülür bir biçimde artması, Türk vatandaşlarının endişelerini oldukça artırıyor. AKPM’ye sunulan raporda Türkiye, Schengen vizesinin “belirgin ve açık kurallara” dayanarak verilmesi ve Schengen ülkelerinin “asgari müşterek standart ilkeleri” dikkate alması gerektiğinin altını çiziyor. Yukarıda sıralanan bütün bu problemleri yaşatan birçok ülkenin vatandaşları pasaport sürelerinin bitmesinden beş yıl geçmiş olsa bile Türkiye’ye sadece yanında bulundurdukları kimlik kartları ile seyahatte bulunabiliyor. İşte böyle bir ortamda, Türk vatandaşlarının aynı haklardan yararlanamıyor olması, ülkemizin maruz kaldığı adaletsizlik hissini daha da fazla derinleştiriyor, bu da AB ve Avrupa değerlerine toplumumuz tarafından duyulan güveni kayda değer bir biçimde azaltıyor.
Bu konuyla ilgili konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, başta COVID-19 salgını olmak üzere tarafımıza sunulan gerekçelerin “gerçekçi” olmadığını, AB ve Üye Devletler tarafından üretilen bahaneler olduğunu belirtti. Ayrıca, eylül ayının başından itibaren ilgili ülkelerin büyükelçiliklerine “gerekli” uyarıların yapılacağını ve herhangi bir iyimser yaklaşım geliştirilmediği takdirde Türk hükümetinin de karşı tedbirler almaya başlayacağını ifade etti. Türkiye ve AB arasındaki ilişkilerde zaman zaman meydana gelen gerilimlerin kişilerin serbest dolaşım özgürlüğüne de sıçramaması için vize sorunlarına bir an önce çözüm bulunması, Türkiye’nin haklı taleplerinin dinlenmesi ve Türk vatandaşlarının yaşadığı mağduriyetlerin ortadan kaldırılması için karşılıklı anlayış zemininin yeniden kurulması ile Vize Serbestisi Diyaloğu'nun yeniden canlandırılması gerekiyor.
Erdem Tekçi, İKV Uzman Yardımcısı