İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
16-30 EYLÜL 2022

AB GÜNDEMİ: İsveç ve İtalya Seçimleri: Sandıkta Kazanan Aşırı Sağ

İsveç ve İtalya Seçimleri: Sandıkta Kazanan Aşırı Sağ

İsveç’te 11 Eylül, İtalya’da 25 Eylül’de yapılan ulusal seçimlerin kazananları, seçimlere ittifak kurarak katılan muhafazakâr-sağ partiler oldu. Her iki ülkenin de seçiminde dikkat çekici ortak özellik, aşırı sağ ve popülist partilerin göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı üzerinden, oy oranlarını ciddi şekilde artırmaları oldu. Özellikle Avrupa kalesi olarak görülen İsveç'te neo-nazi kökenli, milliyetçi ve göçmen karşıtı bir parti olan İsveç Demokratları’nın tarihi bir zafer kazanması şok etkisi yarattı. İsveç’in ardından İtalya’da aşırı sağın iktidara gelmesi ise son on yıldır Avrupa siyasetinde yükselişte olan aşırı sağın merkez siyasetin bir parçası hâline geldiğinin en görünür kanıtı oldu.

İsveç Seçimleri

Nüfusu 10,5 milyon olan İsveç’te, 7,7 milyonu aşkın seçmen genel ve yerel seçimler için sandık başına gitti. Sekiz partinin parlamentoda (Rikstag) temsil için yarıştığı seçimlerde; muhafazakâr-sağ kampı İsveç Demokratları, Hristiyan Demokratlar, Ilımlı Birlik Parti ve Liberal Halk Partisi, sol kanadı ise Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Çevre Partisi ve Sol Parti temsil etti. Oldukça çekişmeli geçen seçimin resmî sonuçlarına göre, Rikstag’da muhafazakâr Ulf Kristersson’un dört partili sağ bloğu %49,59 oy oranıyla 176 sandalye, Sosyal Demokratların başını çektiği sol blok (Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Çevre Partisi ve Sol Parti) ise 173 sandalye ile temsil hakkı kazandı. Seçimlerin resmî sonuçlarının açıklanmasının ardından, Sosyal Demokratlar’ın lideri ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, 15 Eylül’de istifasını sundu. Muhafazakâr-sağ kampın lideri Ulf Kristersson, kabinesini kurmak için çekişmeli geçmesi beklenen gayriresmî müzakerelere başladı.

2022-2026 dönemi için Rikstag’daki siyasi partiler ve üye sayıları şu şekilde sıralanıyor:

-Sosyal Demokratlar %30,35 oy oranıyla 107,

-İsveç Demokratları %20,52 oy oranıyla 73,

-Ilımlı Parti %19,10 oy oranıyla 68,

-Sol Parti %6,74 oy oranıyla 24,

-Merkez Parti %6,72 oy oranıyla 19,

-Hristiyan Demokratlar %5,34 oy oranıyla 18,

-Yeşiller %5,10 oy oranıyla 16 sandalyeye sahip oldu.

-Liberaller ise %4,62 oy oranı ile sandalye alamadı.

Seçimin Kazananı İsveç Demokratları

İsveç, 1970’lerden bu yana koalisyon hükümetleri ile yönetiliyor (2006-2010 dönemi dışında). Bu yüzden İsveç’teki partiler, seçimlerin ardından hükümetin büyük ihtimalle koalisyon yoluyla kurulacağını bildiği için seçim öncesinde kendisine yakın ideolojileri destekleyen partilerle ittifak kurmayı tercih ediyor. 2018’deki seçimlerden ana muhalefet olarak çıkan Ilımlı Parti lideri Kristersson bu seçimde de İsveç Demokratları, Hristiyan Demokratlar, Ilımlı Birlik Parti ve Liberal Halk Partisi ile bir ittifak yoluna gitti. Bu ittifakı diğerlerinden ayıran şey ise Kristersson’un, 2019 yılında İsveç siyasetinde büyük bir değişim başlatarak o güne kadar diğer siyasi partiler tarafından dışlanan İsveç Demokratları’nı ittifak içine dâhil etmesi oldu. Mavi-kahverengi olarak adlandırılan bu ittifakta dikkat çeken ve İsveç siyasetine şok etkisi yaratan sonuç, aldığı oy oranıyla İsveç Demokratları’nın ana muhalefet konumuna gelmesi idi.

1980’lerin sonundaki bir neo-nazi hareketinden doğan ve 2005 yılında kurulan İsveç Demokratları, 2010 yılındaki seçimlerde Rikstag’a %5,7 oy alarak girmiş, 2018’deki seçimlerde ise oy oranını %17,5’e çıkarmıştı. Peki, İsveç siyasetinde yeni yer edinmiş olan bu partinin başarısın altında yatan sır ne oldu?

İsveç Demokratları’nın, 2010 yılından beri artan bir oy grafiğine sahip olmasında; İsveç’in rekor sayıdaki sığınmacı sayısı, olağan dışı bir şekilde değişen demografik yapı, artan şiddet ve çete suçu oranları karşısında yabancı düşmanlığını, göç ve göçmen entegrasyonu sorunlarını gündeme taşıması ve bu konularda popülizmi artırması ana etkenler olarak görülüyor. Gerçekten de İsveç, çete suçlarına bağlı ölüm oranlarının görece olarak en yüksek olduğu Avrupa ülkesi hâline geldi. İsveç’te, 2018 yılından bu yana toplam 500 bombalama eylemi ve girişimi gerçekleşirken, sadece 2022 yılında 273 silahlı saldırı meydana geldi. Bu yüzden seçim süreci, göçmen ve sığınmacılar üzerinde artan popülizm ve genel olarak çokkültürlülüğün İsveç’e zarar verip vermediği sorusu etrafında şekillendi. Ayrıca sığınmacılara kapıları açan, son 24 seçimin 17’sini kazanan ve hükümetin başında olan Sosyal Demokratlar’ın, seçim kampanyası sırasında çete suçlarına, göç ve göçmen entegrasyonu sorunlarına odaklanması da İsveç Demokratları’nın ve muhafazakâr-sağın söylemlerine dolaylı bir şekilde destek sağladı.

İsveç Demokratları’nın lideri Jimmie Åkesson’ın, partisini geçmişteki “etnik milliyetçi” ve “faşizm” temelli politikalardan ve AB karşıtlığından uzaklaştırmak için ciddi çaba göstermesi İsveçliler tarafından takdir edilse de, Rusya-Ukrayna savaşının ardından Putin’i açıkça kınamaktan kaçınması ciddi şekilde eleştirilmesine yol açtı. Yine de aşırı sağ ve popülist bir imaja sahip bir partiyi merkez bir partiye dönüştürmesi, hükümette yer alacak bir pozisyona getirmesi ve gelecek yasama dönemi için kritik sandalyelere sahip olması, Åkesson ve İsveç Demokratları için yadsınamaz bir başarıyı temsil ediyor.

Vazgeçilen Bağlantısızlık ve Gelecekteki AB Dönem Başkanlığı

Rusya-Ukrayna savaşının başlamasının ardından Avrupa güvenliğinde yaşanan değişim, son 200 yıldır askerî olarak tarafsız ve bağlantısız kalan İsveç’in, savunma politikasının dönüşüm geçirmesine yol açtı. İktidardaki Sosyal Demokratlar, uzun süredir devam eden askerî bağlantısızlığı destekleme geleneğinden kopup, ülkenin NATO’ya üyeliği bir zorundalık olarak görmeye başlamasının ardından, üyelik için resmî işlemleri tamamladı.

Sosyal Demokratlar dışında, iktidara gelen merkez sağ bloğun üyelerinin çoğu, NATO üyeliğini güçlü bir şekilde destekliyor. Ayrıca, İsveç’in savunma ve askerî yeteneklerine daha fazla yatırım yapmayı planladıkları için önümüzdeki süreçte İsveç’in, askerî bağlantısızlıktan tamamen vazgeçebileceği ve Batı ittifakının güçlü bir müttefiki olabileceği yorumları yapılıyor. Ancak NATO üyeliği sonucunda artacak olan savunma harcamalarının, yükselen enflasyon ve enerji fiyatlarının üstüne gündemde olan savunma vergisinin nasıl ödeneceği, ülke içinde büyük bir tartışma konusu olmuş durumda.

Muhafazakâr-sağ ittifakının, 1 Ocak 2023’te devralacağı AB Dönem Başkanlığı’nı nasıl yürüteceği de merak ediliyor. İttifak hükümetinin, özellikle AB’nin göç yönetimi ve politikaları üzerinde bir dizi yeni yasa girişiminde bulunacağı ve yapılacak müzakerelerde liderliği üstleneceği tahmin ediliyor. Ayrıca, İsveç’teki mevcut iç tartışmaların birçoğunun (fosil yakıt kullanımı, temel değerler ve demokrasi üzerindeki tehditler), AB düzeyindeki tartışmaları ve kararları şekillendirebileceği ve AB düzeyindeki müzakereleri etkileyebileceği öngörülüyor.

İtalya Seçimleri

COVID-19 salgınından ağır darbe aldığı bir dönemde başbakanlık koltuğuna oturan teknokratik lider Mario Draghi’nin 21 Temmuz’da (görev süresinin 17’nci ayında) istifa etmesinin ardından İtalya erken seçim kararı aldı. Bu durum, son 76 yılın 18 yasama döneminde, 67 hükümet kuran İtalya için şaşırtıcı bir sonuç olarak görülmüyor.

Seçim hazırlıkları döneminin oldukça kısa olmasına rağmen seçim kampanyalarının oldukça ateşli geçtiği İtalya’da halk, 25 Eylül’de sandığa gitti. 50,8 milyon seçmenin oy kullanma hakkına sahip olduğu ülkede seçmenler, 200 sandalyeli Senato ile 400 sandalyeli Temsilciler Meclisi üyelerini seçmek için oy kullandı. İtalya seçim tarihinin en düşük katılımlı seçiminin (%63,9) kazananı ise merkez sağ ittifak ve aşırı sağ eğilimli İtalya’nın Kardeşleri Partisi oldu: merkez sağ ittifak içinde yer alan İtalya’nın Kardeşleri (%26,1), Lega (%8,8), Haydi İtalya (%8,1) ve Biz Ilımlıyız Partisi (%0,90) ortalama %44 bandında bir oy oranı alarak hükümet kurma hakkını elde etti.

Merkez solun çatı partisi Demokratik Parti (%19,1) ve herhangi bir ittifak içinde olmayan Beş Yıldız Hareketi Partisi’nin (%15,3) oy oranları beklenenin aksine, aşırı sağ ve popülist İtalya’nın Kardeşleri’nin oldukça gerisinde kaldı. Eski Başbakan Matteo Renzi’nin Yaşayan İtalya Partisi ancak %7,8 oy oranı alabildi. Böylece, merkez sağ ittifak Senato’da 112 sandalye, Temsilciler Meclisi için ise 238 sandalye kazanarak çoğunluğu eline geçirirken, İtalya’nın Kardeşleri’nin popülist, göçmen karşıtı ve İslamofobik lideri Giorgia Meloni, yeni hükümeti kurma görevini kazandı.

İtalya’nın Neo-Faşist Kökenli Lideri Meloni

Seçim zaferinin ardından Meloni ve partisi, 1945’te faşist diktatör Benito Mussolini’nin devrilmesinden bu yana İtalya’nın en sağcı yönetimi olarak yeni bir hükümet kuracak. Peki, İsveç Demokratları ile Meloni ve partisinin başarısının altında yatan nedenler benzer mi?

İtalya’nın Kardeşleri Partisi, faşizmin en önemli temsilcilerinden biri olan Benito Mussolini’nin fikri mirasçısı olarak görülüyordu. Seçimin önde gelen kazananı Giorgia Meloni, İtalya’nın Kardeşleri Partisi’ndeki görevini 2014 yılında devralmasının ardından partinin neo-faşist kökenlerini yumuşatarak sosyal muhafazakârlık ve ekonomik refah söylemleri ile popülizmin daha kabul edilebilir bir versiyonunu benimsemeye başladı. Yine de partisinin ve kendisinin söylemleri göçmen karşıtı, sert milliyetçi, korumacı politikaları destekleyen ve Avrupa şüpheci olarak ön plana çıkmaya devam etti. İtalya’ya Afrika, Ortadoğu ve Afganistan’dan artan göç akını karşısında, popülist söylemleri halk tarafından ciddi bir karşılık gördü. Ayrıca COVID-19 salgını ve Ukrayna-Rusya savaşının etkisiyle İtalya’da derinleşen enflasyon ve hayat pahalılığı üzerine iktidarın çözümsüz politikalarını eleştirmesi de İtalyanlar arasında güçlü bir zemin kazanmasına neden oldu.

Seçimlerin Avrupa Siyasetine Etkisi

Avrupa ülkelerinden İsveç, Macaristan, İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya, Belçika, Estonya ve Finlandiya arasında ortak nokta yalnızca Avrupa kıtasında yer almaları değil; bu ülkelerin her biri şu anda ya sağ partiler tarafından yönetiliyor ya da aşırı sağ partilerin yükselişine tanıklık ediyor. Son seçimlerde göçmen ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif Partisi Bundestag’da 89 sandalye ile Almanya’da ana muhalefet oldu; Fransa’da aşırı sağın en büyük temsilcisi Ulusal Birlik’in lideri Marine Le Pen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Macron’un yalnızca dört puan gerisinde kaldı ve Macron’un partisi 577 sandalyeli Ulusal Meclis’te çoğunluğu kaybetti; Macaristan’da ise popülist lider Viktor Orbán üst üste dördüncü zaferini kazandı. Benzer şekilde, Finlandiya’da popülist ve göçmen karşıtı Finler Partisi, Estonya’da aşırı sağ ve popülist parti Muhafazakâr Halk Partisi ve Polonya’da aşırı sağ Hukuk ve Adalet Partisi önemli kazanımlar elde etti. Tüm bu partilerin ortak noktası ise Ortadoğu, Afrika ve Afganistan’da artan istikrarsızlık ve Suriye’deki iç savaş nedeniyle Avrupa’ya uzanan ve yaşanan mülteci krizi sonrasında göçmen karşıtı duruşları, AB bütünleşmesine olan tepkileri veulusal egemenlik vurguları.

AB üyesi ülkelerde artan aşırı sağ ve popülist söylemler, Avrupa siyasetindeki siyasi manzaranın yeniden yapılanmakta olduğunu gösteriyor: Seçim sonuçlarına göre “yeşil-alternatif-sol” ile “muhafazakâr-otoriter-milliyetçi” ayrımın giderek derinleşmesiyle birlikte Avrupa siyasetindeki klasik sol-sağ bloklarının eksenlerini değiştireceği düşünülüyor. Bu durum, Avrupa Komisyonunun 2019 yılından beri üst sıralarda tutmaya çalıştığı iklim ve dijital gündemin popülaritesinin düşeceğini gösteriyor. Ayrıca kimlik temelli siyasi bölünmenin artabileceği, Üye Devletlerin hem ulusal hem de AB düzeyinde göç politikalarının yeniden revize edilmesi için daha fazla girişimde bulunacağı ve Rusya-Ukrayna savaşının bir sonucu olarak enerji kriziyle ilgili daha fazla çıkar odaklı ve bireysel politikalar izleyeceklerine işaret ediyor.

Sema Nur YENİYILDIZ, İKV Uzman Yardımcısı