KÜRESEL GÜNDEM: 59’uncu Münih Güvenlik Konferansı: Ukrayna’ya Destek ve Kurallara Dayalı Uluslararası Düzen Çağrısı
59’uncu Münih Güvenlik Konferansı: Ukrayna’ya Destek ve Kurallara Dayalı Uluslararası Düzen Çağrısı
Dünyanın dört bir yanından, güvenlik ve dış politika alanındaki uzmanların ve üst düzey politikacıların katıldığı, en önemli uluslararası güvenlik forumu olarak kabul edilen Münih Güvenlik Konferansı’nın (Munich Security Conference- MSC) 59’uncusu, 17-19 Şubat 2023 tarihleri arasında, her yıl olduğu gibi Hotel Bayerischer Hof'ta gerçekleştirildi. Bu sene 40’a yakın devlet ve hükümet başkanı, 50’ye yakın dışişleri bakanı ve 25 savunma bakanının katılımıyla son yılların en yüksek profilli panellerine ev sahipliği yapan konferansta Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan çok sayıda katılımcı yer alsa da ABD ve Avrupalı katılımcılar çoğunluğu oluşturdu. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Çin’in en önemli dış siyasetçisi olarak bilinen Dışişleri Bakanı Wang Yi katılımcılar arasında dikkat çeken isimlerdi. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris liderliğindeki yaklaşık 60 senatör ve Temsilciler Meclisi üyeleri ile katılan ABD ise adeta konferansa çıkarma yapmış gibi göründü.
Bu seneki konferansın konseptini ve konferansa eşlik edecek konuları belirleyen Münih Güvenlik Konferansı’nın yıllık raporunun başlığı ise “Re:Vision”. Rapor özünde Rusya ve dünyadaki diğer otoriter revizyonizmin arkasındaki güçleri incelerken, uluslararası düzendegelişen ve bu düzeni kontrol etmek isteyen yeni ve farklı vizyonlar arasındaki artan rekabete vurgu yapıyor. Ayrıca rapor, liberal ve kural temelli bir düzeni savunanlar için yeni bir vizyon sunuyor ve bu vizyonu savunan ittifakların nasıl genişletilip güçlendirilebileceği hakkında bir tartışma başlatıyor.
Ukrayna ve Ukrayna…
18-20 Şubat 2022 tarihlerinde gerçekleşen geçen seneki konferansta ABD’li temsilciler, sıklıkla Rusya’nın Ukrayna’ya saldırabileceği uyarısında bulunmuş ve Ukrayna krizi konferansa damgasını vurmuştu. Avrupa kıtasına savaşın yeniden uğrayıp uğramayacağı konusunda görüş birliği sağlanmasa da konferansın bitiminden dört gün sonra Rusya, askerî birliklerini Ukrayna’ya göndermişti. Ukrayna’nın işgal edilmesinin yıldönümü olan 24 Şubat tarihine birkaç gün kala düzenlenen bu seneki konferansın ezici odak noktası -şaşırtıcı olmayacak şekilde- yine Ukrayna oldu.
Konferansa video kanalıyla katılan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, yaptığı konuşmada, uluslararası toplumu büyüyen Rus tehdidine karşı birleşmeye çağırırken, Rus bombaları Ukrayna'yı vurmaya başladıktan sonra gelen birlik ve destekle ilgili hayal kırıklığını vurguladı. Çok açık ve net bir çağrı daha yapan Zelenski, mücadelesini destekleyenlerden acil ve hızlı bir hareket beklediğini ifade etti. Bu hız ve aciliyet Ukrayna’ya yönelik yeni silah sistemlerini ve diğer destek biçimlerini kapsıyor. Bu çağrıya nasıl yanıt verileceği konusu konferansın en önemli tartışmalarını oluştursa da sihirli çözümler ortaya çıkmadı. Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen, mühimmat üretimini artırmak için ortak çaba çağrısında bulunsa da Avrupa, Ukrayna ordusunun kıta endüstrisinin üretebileceğinden daha hızlı askerî mühimmat kullandığını kabul ediyor. ABD ise Ukrayna’nın en önemli askerî yardım kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Dikkat çeken bir diğer nokta ise her yıl bu konferansta katılımcı olan silah üretimi ve dağıtımı yapan şirket ve temsilcilerinin sayılarının bu yıl çarpıcı bir şekilde artması oldu. Bu durum, ülkelerin silahlanma yarışına girdiği bir anda, silah endüstrisinin de güçleneceği anlamına geliyor.
Rusya ve İran Yoktu
Münih Güvenlik Konferansı, uzun bir süredir karşıt görüşlere sahip olanlar veya hasımlar arasında diyalogların gerçekleşebileceği, farklı fikirlerin ve politikaların tartışıldığı ve çok nadiren de olsa anlaşmalara varıldığı önemli platformlardan birini temsil ediyordu. Putin’in 2007’de, Soğuk Savaş sonrası ABD egemenliğindeki küresel sistemi kınadığı konuşma bu konferanstaydı. Bu sene ise konferansta Rusya’yı temsilen kimse bulunmuyordu. Öyle ki, Münih Güvenlik Konferansı’nın demirbaşlarından sayılan Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, davet edilmesine rağmen geçen sene Konferansa katılmamıştı. Bu sene ise Konferansa davet edilmedi. Münih Güvenlik Konferansı yeni başkanı Christoph Heusgen bu duruma gerekçe olarak Konferansın Lavrov’un Rus propagandası için bir platform olarak sunulmasının beklenemeyeceği açıklamasını yaptı.
Bu yıl Konferansta bulunmayan İran ise ülke içindeki barışçıl ve kadın haklarını savunan protestoların hükümet tarafından bastırılması, protestocuların idam edilmesi, nükleer programın devam ettirilmesi ve Ukrayna’da kullanmak üzere Rusya’ya insansız hava aracı ve askerî teçhizat sağlanması nedeniyle bu sene konferansa davet edilmedi.
Dünyanın giderek düşman bloklara ayrıldığı ve çok kutupluluğa doğru evrildiği bir zamanda, özellikle resmî bağlantıların zayıf olduğu veya hiç olmadığı ülkelerle gayri resmî diyalog kurulması için bir platform görevi görmesi gereken konferans, tartışmasız bir şekilde ABD-Avrupa transatlantik ittifakının bir birlik gösterisi hâline dönüştü.
Transatlantik Bağlantı ve Almanya-Fransa Tandemi
1963’te düzenlenmeye başlayan Münih Güvenlik Konferansı, aslında, Avrupa güvenliğinin tartışıldığı bir transatlantik konferanstı. Sonrasında konferans küresel bir etkinliğe dönüşse de transatlantik ilişkiler, gündemin üst sıralarında yer alıyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD’nin Irak müdahalesi ve Afganistan’da yaptıklarının ardından transatlantik bağ gevşese de Rusya’nın saldırgan tavrı, Ukrayna’nın işgal edilmesi ve Avrupa güvenliğinde çalan alarmla birlikte bu bağ yeniden sıkılaşmak zorunda kalmıştı. Aynı şekilde bu sene de taraflar transatlantik dayanışma çağrısında bulunarak, Batı’nın çıkarlarının buna bağlı olduğu ve transatlantik ortaklığın zayıf ve içe dönük değil, güçlü ve aktif olması gerektiği konusunda ısrarcıydı. Yine de bu durum, ortak transatlantik değerlere karşı tam desteği göstermiyor. Çünkü, Ukrayna’nın işgali tümüyle yeni bir stratejik çağı başlatarak yeni gerçeklikleri gözler önüne serdi. Avrupa, güvenliğiyle ilgili NATO’yu hâlâ hayati bir organ olarak görse de savunma harcamalarını artırarak kendi savunma kabiliyetini artırmak istiyor. Borrell’in konferanstaki konuşmasında jeopolitik Avrupa’nın, AB’nin güvenlik ve savunma sağlayıcısı olması konusundaki stratejik sorumluluk ve dünyanın dört bir yanından güvenilir ortaklarla – özellikle Küresel Güney– iş birliği vurgusu, bunu açıkça gösteriyor.
Alman-Fransız tandemine baktığımızda, Alman Şansölyesi Olaf Scholz ve Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da konferans konuşmalarında Avrupa güvenliğinin güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Scholz, daha önce sıklıkla söylediği gibi Almanya’nın savunma harcamalarını GSYİH’sinin %2’sine artırma sözünü yinelemesi ve Macron’un “küresel eylem ve dayanışma çağrısı”, güvenlik anlamında daha fazla Avrupa iş birliği ve yeni küresel güvenlik konjonktüründe mevcut gerçekleri benimseyerek, transatlantik bağ dışında da yollar aradığını gösteriyor.
Çin’in Silüeti
Çin’in Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin katılımı, konferansı dikkat çekici yapan bir diğer önemli gelişmeydi. Özellikle konferansın hemen öncesinde ABD-Çin ilişkileri, ABD hava sahasında şüpheli bir Çin balonunun Güney Kaliforniya’da düşürülmesinin ardından yeniden gerilmişti. Ayrıca, Çin’in Rusya’ya silah tedarik ettiği ve Rusya’ya yönelik yaptırımların Çin’in Rusya ile yakın ilişkileri sayesinde etkili olmadığıyla ilgili de suçlamalar zaten mevcuttu. Tüm bunlar karşısında Wang, şaşırtıcı bir şekilde Ukrayna-Rusya savaşıyla ilgili bir barış planının üstün körü detaylarını sundu. Egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygılı ve BM Şartı’na uygun olunması ve tüm tarafların meşru güvenlik kaygılarının ciddiye alınması durumunda barışın tesis edilebileceğini belirten Wang, Çin’in barış ve diyalogdan yana olduğunu ifade etti.
Wang, panelde yaptığı sunumun ardından da Tayvan’ın statüsüyle ilgili de önemli açıklamalarda bulundu. “Tayvan, Çin topraklarının bir parçasıdır. Hiçbir zaman ayrı bir ülke olmadı ve de gelecekte de olmayacak.” diyerek Çin’in Tayvan ile ilgili kararına uyması gerektiğini söyledi. Ancak, barış planında da sunduğu egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygılı olunması ve BM Şartı’na uyum vurgusuyla Tayvan’ın statüsü hakkında yaptığı konuşma ters düştüğü için eleştirildi.
Konferansın Türkiye Gündemi
Münih’te, ikili görüşmelerin öne çıkan bir diğer gündemi ise NATO’nun Doğu genişlemesi ile İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğiydi. Her iki ülke mayıstan beri NATO’ya üyeliklerinin hızlı bir şekilde gerçekleşmesini bekliyor. Türkiye’nin – ve Macaristan’ın – gerekçeli vetosunun ardından Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında Üçlü Mutabakat imzalamıştı. Mutabakata göre İsveç ve Finlandiya, özellikle terör örgütü mensupları ve terörle mücadele konusunda Türkiye’nin taleplerini yerine getirmesi gerekiyordu. Türkiye’ye göre özellikle İsveç, mutabakat şartlarına uygun davranmadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yakın bir tarihte, Finlandiya’nın NATO üyeliğinin onaylanabileceğini açıklamıştı. Ancak iki ülke de ilk başvurularından itibaren NATO’ya birlikte üye olmayı hedefliyor. Finlandiya’da Nisan ayında yapılması öngörülen Parlamento seçimlerinde NATO üyeliği konusu kampanya sürecinde ön planda yer alacak. NATO üyeliği konusu gerek ABD ve AB’li partnerlerin gerekse de üyeliğin en kısa sürede gerçekleşmesini ümit eden bu iki ülkenin gündemini belirlemeye devam ediyor. Ukrayna Savaşı ve Rusya’nın yayılmacı askerî doktirini karşısında hızla yükselen tehdit algısı, Avrupa güvenliğinde NATO’nun önemini güçlü bir şekilde gündeme getirdi. NATO açısından Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin bertaraf edilmesi ittifakın itibarı ve kredibiltesi açısından ve Polonya ve Baltık ülkeleri gibi Rusya’nın tehdidine doğrudan maruz kalan üyelerin güvenliği açısından büyük önem taşıyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunun hızla çözüme kavuşturulması, ittifak içi dengeler açısından kritik olduğu gibi, Türkiye’nin NATO’daki konumu ve ABD başta olmak üzere diğer üyelerle ilişkileri açısından da belirleyici olacak.
Sema Nur Yeniyıldız, İKV Uzman Yardımcısı