İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni

AB GÜNDEMİ: AB Genişlemesi Mümkün mü?: Fransa ve Almanya’dan Genişlemeye İlişkin Rapor

12 Fransız ve Alman uzman, AB ve kurumlarının 2030 yılına kadar yeni üyeleri kabul etmeye hazır olması için birçok reform çağrısında bulunulan “Açık Denizlere Yelken Açmak: 21. Yüzyıl için AB`nin Reformu ve Genişlemesi” adlı bir rapor yayımladı.
AB GÜNDEMİ: AB Genişlemesi Mümkün mü?: Fransa ve Almanya’dan Genişlemeye İlişkin Rapor

AB Genişlemesi Mümkün mü?: Fransa ve Almanya’dan Genişlemeye İlişkin Rapor

Rusya-Ukrayna savaşı patlak verene kadar AB gündeminde yer almayan genişleme süreci, yıllar sonra tekrardan ivme kazandı. Nitekim Ukrayna ve Moldova’ya aday ülke statüsü, Gürcistan’a Avrupa perspektifi verilirken; Batı Balkan ülkeleri ile olan üyelik süreci yeniden canlandırıldı. AB kurumları ve liderlerinden ufuktaki genişleme sürecine yönelik umut verici açıklamalar gelirken; 12 Fransız ve Alman uzman, AB ve kurumlarının 2030 yılına kadar yeni üyeleri kabul etmeye hazır olması için birçok reform çağrısında bulunulan “Açık Denizlere Yelken Açmak: 21. Yüzyıl için AB'nin Reformu ve Genişlemesi” adlı bir rapor yayımladı. Ancak genişleme konusu AB gündeminin en üst sıralarına gelirken, Türkiye bu sürecin tamamen dışarısında bırakıldı.

AB’nin Genişleme Politikasının Dönüşümü

AB bütünleşmesinin geçmişine gidildiğinde, genişleme politikasının zaman içerisinde aşamalı bir şekilde oluştuğu ve dönüştüğü gerçeği karşımıza çıkıyor. Nitekim en baş safhalarda AB’nin bütüncül bir genişleme politikası yoktu. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşması’nın 237’nci Maddesi, sadece Topluluğun Avrupa devletlerinin katılımına açık olduğunu belirtmişti. Ancak ilgili maddede Avrupa ifadesi için bir ayrıntı verilmemiş, hangi devletlerin Avrupalı olabileceği meselesi muğlak kalmış ve üyelik için bir koşul aranıp aranmayacağı açıkça ifade edilmemişti.

AB’nin genişleme politikasının kurumsallaşması, 1990’lı yıllarda uluslararası arenada yaşanan büyük gelişmelerin etkisiyle gerçekleşti. 7 Şubat 1992'de imzalanan ve AET’yi AB’ye dönüştüren Maastricht Antlaşması’nda genişleme politikası artık antlaşma maddeleri arasında kendisine yer buldu ve hukuki anlamda bir temel kazandı. Nitekim Roma Antlaşması’nda üyelik için bir koşul belirtilmemişken, Maastricht Antlaşmasının 49’uncu Maddesinde; özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü, demokrasi, azınlık hakları ve insan haklarına saygı gibi ilkeleri benimseyen her Avrupa devletinin Birliğe üye olabileceği vurgulandı.

Haziran 1993’e gelindiğinde, Kopenhag Zirvesi’nde bir araya gelen Üye Devletler, AB’nin genişleme politikası açısından kritik öneme sahip birtakım kararlar aldı. Nitekim ilgili Zirve’de, Birliğe üye olmak isteyen ülkelerin karşılaması gereken asgari koşullar belirlendi. “Kopenhag Kriterleri” olarak anılan bu koşullar çerçevesinde, AB’ye üye olmak isteyen bir devletin, siyasi açıdan demokrasi, insan hakları ve azınlık haklarını güvence altına alan kurumlara sahip olması; ekonomik açıdan işleyen ve rekabete dayanıklı bir pazar ekonomisine sahip olması ve uyum açısından da AB müktesebatına uyum kapasitesinin olması gerektiği belirtildi.

Tarihinin en büyük genişleme dalgası olan 2004-2007 genişlemesi ise AB’nin genişleme politikasına olan yaklaşımını tümüyle değiştirdi. AB ilgili genişleme sürecinde bazı ülkelerin eksiklerini dikkate almadı. Özellikle 2007 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın yolsuzluk ve örgütlü suçlar alanlarındaki sorunlarına rağmen Birliğe üye olması ve birçok yeni üyenin ekonomik olarak diğer Üye Devletlerin çok gerisinde kalmalarından dolayı, AB’nin genişleme perspektifi büyük eleştirilere maruz kaldı. Bu gelişmelerin de etkisiyle AB, “demokratik koşulluluk” konusunda daha katı bir tutum içerisine girdi. Bu çerçevede geliştirilen ‘’yeni yaklaşım’’ doğrultusunda AB, artık müzakerelerde hukukun üstünlüğü ilkesini daha fazla ön plana çıkartmaya başladı ve “Yargı ve Temel Haklar” ile “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” olarak isimlendirilen 23’üncü ve 24’üncü fasılların katılım müzakerelerinde öncelikli olarak görüşülmesini ve en son kapatılan fasıllar olmasını kararlaştırdı. Arnavutluk, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Karadağ ve Kosova’dan oluşan beş Batı Balkan ülkesi, 2008-2009 yılları arasında AB üyeliği için başvurularda bulunsa da AB, üyelik sürecindeki yeni yaklaşımını bu ülkelere çok katı bir şekilde uyguladı ve Batı Balkan ülkelerinin AB üyeliği bugüne dek gerçekleşemedi.

Doğu Ortaklığı’ndan Üyeliğe

2004-2007 genişlemesi ile beraber AB’nin çevresinde yeni komşuları olacak, karşısına yeni fırsatlar, aynı zamanda yeni meydan okumalar çıkacaktı. O dönemde Birliğin sürekli olarak genişlemesinin AB’nin etkinliğini azaltacağı tartışmaları gündemeydi. Böyle bir ortamda AB, o güne kadarki en geniş ve en kapsamlı genişleme sürecine hazırlanırken yeni komşularına yönelik politika oluşturma sürecini birbirine paralel olarak yürüttü ve bunun neticesinde içerisinde Ukrayna, Moldova ve Gürcistan da dâhil olmak üzere 16 ülkenin yer aldığı Avrupa Komşuluk Politikası’nı resmî olarak 2004 yılında başlattı. AB, 2009 yılında ise Komşuluk Politikası’nın bölgesel olarak derinleştirilmiş hâli olan ve içerisinde Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Gürcistan, Moldova ve Ukrayna’nın yer aldığı Doğu Ortaklığı inisiyatifini hayata geçirdi.

Doğu Ortaklığı, “demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ile piyasa ekonomisi ve iyi yönetişim gibi temel ilke ve değerlere bağlılığa dayanan geniş ve kapsamlı bir bölgesel dönüşüm ve değişim çerçevesi olarak tasarlandı. Birliğin sahip olduğu güvenlik, istikrar ve refah alanının bu ülkelere yayılması, ilgili ülkelerin giderek Avrupa pazarına ve değerlerine entegre olmaları ve demokratik bir dönüşüm sürecini benimsemeleri, Doğu Ortaklığı’nın başlıca hedefleri oldu.

Bugün Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın AB üyeliği süreçlerinin baş döndüren bir hızla ilerlemesinin en büyük nedeninin Rusya faktörü olduğu gibi, Doğu Ortaklığı inisiyatifinde de açık bir Rus etkisi vardı. Ön çalışmaları Haziran 2008’de başlatılan inisiyatifin hayata geçirilmesi, Ağustos 2008’de yakın çevresinde patlak veren Rusya-Gürcistan silahlı çatışmasının AB için bir tehdit oluşturduğu algısının da etkisiyle hızlandırıldı. 1 Eylül 2008’de yayımlanan Konsey sonuç bildirgesinde, AB’nin, doğu komşularıyla olan ilişkilerinin Komşuluk Politikası ve Doğu Ortaklığı aracılığıyla ilerletilmesinin her zamankinden daha fazla gerekli olduğu vurgulandı.

Doğu Ortaklığı, paydaşlarına bir üyelik perspektifi sunmasa da yeni Ortaklık Anlaşmaları, Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları, Vize Serbestleştirmesi ve Vize Kolaylaştırması Anlaşmaları ve finansal destekler/hibeler gibi birçok aracı içerisinde barındırmaktaydı. Bu doğrultuda 2014 yılında AB ile Moldova ve Gürcistan arasında Ortaklık Anlaşması, Ukrayna ile de Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşması imzalandı. Ortaklığın bir diğer önemli enstrümanı olan Vize Serbestleşmesi Anlaşmaları Moldova’da 2014, Ukrayna ve Gürcistan’da 2017’de yürürlüğe girdi ve bu tarihlerden itibaren ilgili ülkelerin vatandaşları Schengen bölgesinde vizesiz seyahat edebilmeye başladı.

Genişleme Yeniden AB Gündeminin En Üst Sıralarında

Ukrayna-Rusya savaşı başlayana kadar genişleme meselesi AB’nin birincil gündem maddeleri arasında değildi. AB her ne kadar Batı Balkan ülkelerine bir genişleme perspektifi sunsa da süreç sürüncemede kalmış ve bu ülkelerin hiçbiri AB üyesi yapılmamıştı. Dahası AB, Doğu Ortaklığı içerisinde yer alan Ukrayna, Moldova ve Gürcistan ile ile ilişkilerini üst düzeye çıkartsa da bu ülkelere bir üyelik perspektifi vermemişti. Daha önce de bahsedildiği gibi, 2004-2007 genişlemesinden büyük dersler çıkartan AB için artık genişlemenin şartları çok daha zordu. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu savaş, AB içerisindeki bütün denklemleri değiştirdi.

Ukrayna, Rusya’nın topraklarında başlattığı savaştan tam dört gün sonra, 28 Şubat 2022 tarihinde AB’ye üyelik başvurusu yaptı. Gürcistan ve Moldova ise 3 Mart 2022 tarihinde AB’ye üye olmak için başvuruda bulundu. Açık bir şekilde üyelik perspektifi verilmeyen ancak Doğu Ortaklığı inisiyatifi içerisinde daha ileri bir siyasi ve ekonomik entegrasyon ön görülen Ukrayna ve Moldova’ya, tarihî bir kararla, 23 Haziran 2022’de aday ülke statüsü verildi. Gürcistan için ise kriterleri karşılaması hâlinde durumunun yeniden gözden geçirilmesi hakkı saklı kalmak kaydıyla “Avrupa perspektifi” sunuldu.

Rusya-Ukrayna savaşının da etkisiyle uluslararası arenada giderek artan jeopolitik rekabet ortamı, Batı balkan ülkeleri ile olan genişleme sürecine de doğrudan yansıdı. Ukrayna ve Moldova’ya aday ülke statüsünün verilmesi, genişleme sürecinin Batı Balkan ülkeleri için de hızlandırılması zorunluluğunu ortaya çıkardı. Nitekim 6 Aralık 2022 tarihinde Arnavutluk’un başkenti Tiran’da düzenlenen AB-Batı Balkanlar Zirvesi, genişlemeye dair önemli mesajlar içeriyordu. Öyle ki, Tiran Zirvesi, bir Balkan ülkesinde gerçekleştirilen ilk AB-Batı Balkanlar Zirvesi’ydi. Zirve’ye ev sahipliği yapan Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’ya göre, Zirve’nin bir bölge ülkesinde gerçekleştirilmesi, Batı Balkan ülkelerine bir taahhüt ve mesaj niteliğindeydi.

AB’nin uzunca bir süre rafa kaldırdığı genişleme politikası, artık gündeminin başlıca konuları arasında yer almaya başlamıştı. AB kurumları ve liderleri, birbiri ardına, ufuktaki genişleme sürecine yönelik umut verici açıklamalar yapmaya başladı. Nitekim AB Konseyi Başkanı Charles Michel, 28 Ağustos 2023 tarihinde Slovenya'da düzenlenen bir forumda, AB’nin 2030 yılına kadar yeni üyeler kabul etmeye hazır olması gerektiğini söyledi. Gelecekte AB’ye üye olacak devletlerin yargı bağımsızlığı, organize suç ve yolsuzlukla mücadele ve dış politika uyumu ile ilgili konularda reformlar yapmasının zaruri olduğunun altını çizen Michel, AB'nin kendisinin de genişlemeye hazır olması için bazı reformları hayata geçirmesi gerektiğini ifade etti.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, 31 Ağustos 2023 tarihinde, 27 Üye Devletin dışişleri bakanlarıyla yaptığı görüşmenin ardından, bakanları genişleme sürecini görüşmek üzere eylül ayı sonuna kadar Ukrayna ve Batı Balkanlar'dan mevkidaşlarıyla bir araya getirme çağrısında bulundu. Borrell ayrıca AB'nin potansiyel olarak 10 üyeye daha hazırlanması gerektiğini söyledi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise 13 Eylül 2023 tarihinde, AP üyelerine hitaben gerçekleştirdiği “Birliğin Durumu” konuşmasında, genişlemeye ilişkin oldukça önemli açıklamalarda bulundu. "Büyüklük ve ağırlığın önemli olduğu bir dünyada, Birliğimizi tamamlamanın Avrupa'nın stratejik ve güvenlik çıkarlarına uygun olduğu açıktır" ifadelerini kullanan von der Leyen; Ukrayna, Moldova ve Batı Balkan ülkelerinin geleceğini AB içerisinde gördüğünü ifade etti. Von der Leyen ayrıca AB’nin yeni üyelerin katılımına hazırlanması için Komisyonu inceleme yapmakla görevlendirdiğini belirtti.

Fransız-Alman İş Birliği Ekseninde Birliğin Genişlemeye Hazırlanması

AB bütünleşmesinin en önemli iki itici aktörü olan Fransa ve Almanya’nın anlaşmaya vardığı ve ortak bir noktada buluştuğu dönemlerde, Birliğin hep bir adım ileriye gitmeyi ve karşı karşıya kaldığı meydan okumaları alt etmeyi başardığı görülüyor. Bu doğrultuda Fransız-Alman Kurumsal Reform Çalışma Grubu’nun, 19 Eylül 2023 tarihinde, 12 Fransız ve Alman uzman tarafından hazırlanan “Açık Denizlere Yelken Açmak: 21. Yüzyıl için AB'nin Reformu ve Genişlemesi” başlıklı bir rapor yayımlaması oldukça önemli bir gelişme. Raporun oluşturulmasında yer alan uzmanlar, Ocak 2023’te Fransa Avrupa Bakanı Laurence Boone ve Alman mevkidaşı Anna Lührmann tarafından görevlendirilmişti.

Rapor, AB’nin 2030 yılına kadar yeni üyeleri kabul etmeye hazır olması için kurumlarının ve karar alma prosedürlerinin reforme edilmesi ile AB genişlemesinin geleceğine ilişkin üç ana başlıkta bir dizi reform önerisini içeriyor:

• Hukukun Üstünlüğü İlkesinin Korunması

Raporda, hukukun üstünlüğünün AB'nin işlevselliği için müzakere edilemez bir ilke olduğunun altı çizildi. Ocak 2021’de yürürlüğe giren “Hukukun Üstünlüğü Koşulluluk Yönetmeliği”, hukukun üstünlüğü ilkelerinin AB'nin mali çıkarlarını etkilediği veya etkileme riski taşıdığı durumlarda, AB bütçesinden yapılan ödemelerin askıya alınması gibi tedbirleri içerecek şekilde tasarlanmıştı. Raporda, ilgili bütçe koşulluluğunun güçlendirilmesi ve sistematik ihlallere karşı daha fazla uygulanacak bir araç hâline getirilmesi önerildi. Ayrıca AB değerlerin bir Üye Devlet tarafından ciddi biçimde ihlal edildiği durumlarda, ilgili Üye Devletin AB Konseyindeki oy hakkının elinden alınmasını öngören ABİA’nın 7’nci Maddesinin yeniden düzenlenmesi çağrısında bulunuldu. İlgili maddeye göre, yaptırım kararı alınabilmesi için AB Konseyinde incelenen devlet haricindeki diğer Üye Devletlerin oybirliği gerekiyor. Ancak Rapor, yaptırım kararı için oyların beşte dört çoğunluğunun yeterli olmasını ve ilgili prosedürün başlatıldıktan beş yıl sonra ihlallerin devam etmesi hâlinde yaptırımların otomatik olarak uygulanmasını öneriyor.

•Beş Temel Kurumsal Reform Alanı

  1. AP üye sayısının mevcutta 751 olan sayısının üzerine çıkarılmaması ve koltukların tahsisi için yeni bir sistemin geliştirilmesi, AB Konseyi dönem başkanlığı için 'üçlü' sistemin 'beşli' olarak değiştirilmesi ve Komisyonda yer alan komiser sayısının Üye Devletlerin üçte ikisine indirilmesi.
  2. Konsey içerisindeki karar alma süreçlerinde reform yapılması, bu doğrultuda gelecekte öngörülen yeni genişleme sürecinden önce dışişleri, güvenlik ve savunma ile ilgili konular haricinde kalan tüm politika kararlarının oybirliği yerine nitelikli oy çokluğu ile alınması.
  3. Demokratik meşruiyetin sağlanması için ortak karar alma sürecinde AP’nin rolünün genişletilmesi, AP seçimleri için Üye Devletler arasındaki seçim yasalarının uyumlaştırılması ve AB kurumlarının dürüstlük, şeffaflık ve yolsuzluk ile ilgili ilkelere uyup uymadıklarının takip edilmesi için bağımsız bir Şeffaflık ve Denetim Ofisi’nin kurulması; Üye Devletlerin nitelikli oy çokluğu ile alacakları kararlarda hayati ulusal çıkarlarını dile getirmelerine izin veren bir sistemin geliştirilmesi, daha küçük ve orta ölçekli Üye Devletlerin endişelerini gidermek için oy paylarının yeniden düzenlenmesi ve bir kaçış (opt-out) mekanizmasının oluşturulması.
  4. AB’nin yetkilerinin netleştirilmesi, öngörülemeyen gelişmelerin nasıl ele alınacağına ilişkin hükümlerin yetki açısından güçlendirilmesi ve AP'nin bu sürece dâhil edilmesi; AB ve Üye Devletlerin mahkemeleri arasında herhangi bir bağlayıcılığı olmayan diyalog kanallarının geliştirilmesi için “AB'nin En Yüksek Mahkemeleri ve Yargı Organları Dairesi”nin (Joint Chamber of the Highest Courts and Tribunals of the EU) kurulması;
  5. AB bütçesinin büyüklüğünün GSYİH oranının artırılması, yeni öz kaynakların yaratılması, AB bütçesinin harcama boyutuna ilişkin kararlarının nitelikli oy çokluğu ile alınması ve AB’nin ortak tahvil veya borç senedi ihraç edebilmesine olanak tanınması.
  • • AB Genişlemesi ve Daha Fazla Derinleşme

Şekil 1: Dört Katmanlı AB Entegrasyonu

Raporda, gelecekte tüm aday veya potansiyel aday ülkelerin AB’ye katılmaya istekli veya katılabilecek kriterleri karşılayabilecek durumda olmama ihtimalleri kabul edilip, bazı mevcut Üye Devletlerin bile daha gevşek entegrasyon biçimlerini tercih edebileceklerine dikkat çekildi. Bu doğrultuda Avrupa bütünleşmesinin geleceğinin dört katmanlı bir çember şeklinde geliştirilmesi önerisinde bulunuldu.

Bahsi geçen dört katmanlı yapının iç çemberini Avro Bölgesi ve Schengen Alanı gibi daha derin entegrasyon biçimleri oluşturuyor. Çemberin ikinci katmanını AB’nin kendisi oluştururken, üçüncü katman için Tek Pazar’ın merkezde olduğu bir “Ortak Üyelik” mekanizmasının geliştirilmesi öngörülüyor. Ortak Üyelik mekanizmasına dâhil olacak ülkelerin AB'nin ortak ilke ve değerlerini benimsemesi bekleniyor. ABAD’ın yargı yetkisi altında olacak olan bu ülkelerin kurumsal olarak AP veya Komisyonda temsil edilmesi beklenmezken, Konseyde oy hakkı olmaksızın söz hakkına sahip olacakları ve AB kurumlarında “ortak üye” statüsünde yer alabilecekleri öngörülüyor. Çemberin son katmanında ise 6 Ekim 2022 tarihinde oluşturulan Avrupa Siyasi Topluluğu’nun üyeler arasında daha yapısal bir iş birliği sağlayacak şekilde geliştirilmesi değerlendiriliyor. Herhangi bir entegrasyon biçimi veya Tek Pazar’a katılımın öngörülmediği bu katmana dâhil olan devletler ile güvenlik, enerji veya çevre politikası gibi ortak önem ve ilgiye sahip politika alanlarında siyasi iş birliğine odaklanılması bekleniyor.

Türkiye’nin Üyelik Müzakerelerinde Mevcut Durum

Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri 18’inci yılını doldururken; müzakere fasıllarındaki siyasi blokajlar, bazı Üye Devletlerin Türkiye karşıtı tutumları ve yıllar içerisinde gerilen ikili ilişkiler, müzakereleri durma noktasına getirdi. Üyelik müzakerelerinin başlamasından günümüze kadar geçen süreçte 35 fasıldan 16’sı açılabildi ve açılan fasıllardan sadece bir tanesi geçici olarak kapatılabildi. 2016 yılından beri yeni bir müzakere faslı açılmadı ve son dört senedir Türkiye-AB arasındaki ortaklık ilişkisinin geliştirilmesine yönelik her türlü düzenlemeyi yapma yetkisi olan Ortaklık Konseyi toplanmadı. Dahası AB’nin Türkiye üzerindeki dönüştürücü gücü giderek zayıfladı ve ikili ilişkiler değer temelli olmaktan ziyade giderek “işlemsel” (transactinoal) bir boyuta evrildi.

AB, Türkiye’yi başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere Kopenhag Siyasi kriterlerinden uzaklaştığı yönünde eleştirirken; Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye’deki mevcudiyetini tek taraflı eylemler olarak değerlendiriyor. Türkiye ise Yunanistan, GKRY ve Fransa gibi ülkelerin katılım müzakerelerine siyasi bir blokaj koyduğunu, AB’nin Türkiye’nin hem iç hem dış politikada yaşadığı sorunları görmezden geldiğini ve yeterli desteği vermediğini düşünüyor.

Sonuç ve Değerlendirme

Başta Rusya-Ukrayna savaşı olmak üzere AB’nin son yıllarda karşı karşıya kaldığı jeopolitik meydan okumalar, Birliğin uzun bir süredir rafa kaldırdığı genişleme politikasını tekrardan hatırlamasına neden oldu. Ancak AB üyeliği, oldukça uzun ve detaylı görüşmeleri gerektiriyor. Dahası AB’nin, yeni üyelere hazırlanmak için ciddi bir kurumsal reform sürecinden geçmesi gerekiyor.

Genişlemenin Ukrayna, Moldova ve Gürcistan boyutunun, oldukça karmaşık ve çelişkilerle dolu olduğu görülüyor. Nitekim AB; Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın üyeliği konusunda olumlu ve umut verici mesajlar verse de bu ülkelerin AB üyeliği sürecinde karşımıza bir Rusya gerçeği çıkıyor. Rusya, “Yakın Çevre Doktrini” kapsamında post-Sovyet coğrafyasını kendi nüfuz alanı olarak görüyor ve yakın çevresinde yaşanan gelişmelerden birinci derecede sorumlu olduğunu iddia ediyor. Geleneksel olarak bölgede nüfuz sahibi bir aktör olan Rusya’nın, 2008 yılındaki Gürcistan müdahalesi bu ülkenin Sovyetler Birliği sonrası jeopolitik sahneye geri dönmesi olarak yorumlanmıştı. Rusya ilerleyen tarihlerde bölgede etkisini giderek arttırdı ve bölgedeki ihtilafların kendi lehine çözümlenmesine yönelik bir tutum sergiledi. Ukrayna savaşına gelene kadar 2008’de Abhazya ve Osetya’yı bağımsız devletler olarak tanıması; 2014’te Kırım’ı ilhak etmesi ve ihtilaflı bölgelere kendi barış güçlerini yollaması gibi birçok örnek, Rusya’nın “arka bahçesi” olarak gördüğü yakın çevresindeki devletler üzerindeki nüfuzunu ne kadar fazla muhafaza etmek istediğini gösteriyor.

Dahası Rusya’nın yakın çevresinde yer alan bu üç ülke, AB’nin başta gelen genişleme kriterlerinden biri olan “ülkelerin sınırlarında çatışma durumunun veya riskinin bulunmaması ve toprak bütünlüğünde problem olmaması” gerekliliğini karşılamıyor. Nitekim Ukrayna’nın hâlihazırda Rusya ile savaşta olduğu; Gürcistan’ın 2008 yılından beri Abhazya ve Güney Osetya’daki durum sebebiyle toprak bütünlüğü noktasında sorun yaşadığı ve Moldova’da Transdinyester bölgesinde ayrılıkçı bir yapıyla karşı karşıya olunduğu bir gerçek.

Mevcut jeopolitik durum göz önüne alındığında, AB açısından, genişlemenin Batı Balkanlar boyutunun daha kolay gerçekleşebileceği söylenebilir. Bazı Batı Balkan ülkelerinin de kendi aralarında sınır problemleri olsa da AB çıpası bu sorunların barışçıl bir şekilde çözülmesine hizmet edebilir ve AB bölgedeki istikrara büyük bir katkı sağlayabilir. Dahası AB, Batı Balkan ülkelerini AB çemberinin içine alarak bölgede giderek artan Rusya ve Çin etkisine karşı bir set çekebilir. Ancak gene de Batı Balkan ülkelerinin de AB müktesebatına uyum sürecinde kat etmesi gereken uzun bir yol bulunuyor.

Tablo 1: Batı Balkan Ülkeleri ve Türkiye’nin Ekonomik Büyüklüğü, (2022, milyon dolar)

Kaynak: Dünya Bankası

Gelecekteki olası AB genişlemesinde Türkiye’nin adı dahi geçmiyor. Ancak Türkiye’nin genişleme sürecinin tamamen dışında bırakılmasının AB açısından oldukça stratejik bir hata olacağını söylemek mümkün. Nitekim Türkiye, ekonomik büyüklüğü ve jeostratejik konumu açısından AB’nin gerek ekonomik gerekse jeopolitik krizlerle yüzleştiği böyle bir dönemde, sorunlarını çözme noktasında oldukça önemli bir aktör olma potansiyeline sahip. Tablo 1’de görülebileceği üzere Türkiye’nin, AB aday ve potansiyel aday ülkelerinin hepsinin toplam ekonomik büyüklüklerinin neredeyse üç katı ekonomik büyüklüğe sahip olduğu görülüyor. Dahası Tahıl Koridoru Anlaşması’nın imzalanmasında oynadığı rol, böylesine büyük uluslararası kriz dönemlerinde Türkiye’nin bölgede kilit bir ülke olduğunu tekrardan gözler önüne seriyor.

Sonuç olarak 2022 yıllarının başlarında, henüz Rusya-Ukrayna savaşı patlak vermeden önce, genişleme meselesi AB açısından dondurulmuş bir konu olarak görülürken, mevcut durumda Birlik kendisini yeni genişleme dalgasına hazırlıyor. Ancak yukarıda belirtildiği gibi genişleme sürecinin önünde birtakım engeller ve çelişkiler de bulunuyor. Bu doğrultuda AB’nin Rusya’ya rağmen Ukrayna, Moldova ve Gürcistan ile kısa vadede böyle bir süreci sonuçlandırması mümkün görünmüyor. Batı Balkan ülkelerinin üyelik sürecinin ise bu üç ülkeye göre daha kolay olması bekleniyor. Bu noktada, AB’nin, “Açık Denizlere Yelken Açmak” adlı raporda bahsi geçen genişlemenin dört katmanlı bir yapıda ilerletilmesi önerisini devreye sokması oldukça olası. Nitekim AB; Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’a, üçüncü çemberde yer alan Ortak Üyelik kapsamında bir entegrasyon modeli teklif edebilir. Benzer bir şekilde, Ortak Üyelik mekanizması, AB'nin ortak ilke ve değerlerini benimsemesi koşuluyla Türkiye’nin de önüne getirilebilir. Ancak geçmişte üyelik yerine “stratejik ortaklık” tekliflerini reddeden Türkiye’nin, Ortak Üyelik modeline de sıcak bakması beklenmiyor.

Ahmet Emre Usta, İKV Uzman Yardımcısı

Diğer Yazılar