Polonya'da Yeni Dönem: Muhalefetin Zaferi, AB'yi Güçlendirebilir mi?
Polonya'da yapılan seçimler, son sekiz yıldır iktidarda bulunan Hukuk ve Adalet Partisi'nin (PiS) yenilgisiyle sonuçlandı. PiS, ülkenin rotasını muhafazakâr ve milliyetçi bir çizgiye oturtarak Avrupa'dan uzaklaştırmıştı.
Polonya’da muhalefet, Donald Tusk liderliğindeki liberal Koalicja Obywatelska (KO), ılımlı muhafazakâr Trzecia Droga (TD) ve sol görüşe sahip Lewica’dan oluşan üç siyasi oluşumdan meydana geliyor. Parlamentonun her iki meclisinde de çoğunluk kazanan bu üç siyasi kanat, önümüzdeki iki ay içinde yeni bir koalisyon hükümeti kurabilecek. Bu durum da Jaroslaw Kaczynski liderliğindeki Hukuk ve Adalet partisinin sekiz yıllık iktidarına son verecek. Hukuk ve Adalet partisi, iktidarı boyunca giderek artan bir şekilde illiberal, milliyetçi, Avrupa karşıtı (Eurosceptic) ve popülist bir çizgi izlemişti.
Oyların tamamımın sayılmasıyla birlikte, Ulusal Seçim Komisyonu (PKW) verilerine göre; Hukuk ve Adalet (PiS) %35,38 ile 194 sandalye; Sivil Koalisyon (KO) %30,70 ile 157 sandalye, Üçüncü Yol (Trzecia Droga) %14,40 oy oranıyla 65 sandalye, Sol (Lewica) % 8,61 ile 26 sandalye, Konfederasyon (Konfederacja) ise %7,16 ile 18 sandalye elde etti.
Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, hükümeti kurma görevini ilk olarak PiS liderine verecek olsa da PiS'in tek başına veya ideolojik olarak kendisine yakın olan Federasyon Partisi ile birlikte parlamentoda gerekli çoğunluğu sağlaması mümkün değil. Bu nedenle, hükümet kurma görevi KO başkanı Donald Tusk'a verilecek gibi görünüyor. KO, Üçüncü Yol ve Sol Parti ile birlikte mecliste güvenoyu alabilecek çoğunluğa sahip bir koalisyon hükümeti oluşturabilir.
Muhalefetin zaferinde, rekor katılımın kilit rol oynadığı ve söz konusu durumun hem Polonya'daki hem de yurt dışındaki gözlemcileri şaşırttığı belirtiliyor. Seçimlerdeki %74'lük katılım oranı, 1989'dan bu yana yapılan herhangi bir ulusal seçimden daha yüksek oldu. Bu oran, 2019'daki milletvekili seçimlerinden ise %10 daha fazla. Bu durum, büyük ölçüde iki önemli seçmen grubunun –gençlerin ve kadınların– rekor sayıda oy kullanmasına bağlanıyor. Nitekim 18-29 yaş arasındaki vatandaşların %71'i oy kullandı; bu oran 2019'daki %46'dan oldukça yüksek. Ayrıca altını çizmek gerekir ki, bu seçimde kadınlar erkeklerden daha fazla oy kullandı.
Seçimlere Dair Değerlendirme ve Sonuç
Öncelikle belirtmek gerekir ki Polonya seçimleri, Avrupa'nın geri kalanı için oldukça önemli. Nitekim Polonya’da, özellikle son 10 yılda illiberalizmin yükselişi ve AB'nin geleceği konusundaki endişeler oldukça fazlaydı. Polonya seçimlerinden çıkan sonuç, illiberalizmin geriye döndürülebilirliğini, Avrupa'da ilerici siyasetin hâlâ güçlü olduğunu ve demokrasinin Avrupa'da son yıllarda yükselen popülizme ve milliyetçiliğe karşı galip gelebileceğini gösteriyor. Polonya vakası, aynı zamanda demokrasinin kırılganlığını ve korunması için sürekli çaba gösterilmesi gerektiğini de hatırlatmakta. Diğer taraftan, Polonya'nın Avrupa siyasetinde daha yapıcı bir rol üstlenmeye hazır olması, AB'nin geleceği için de umut verici bir işaret.
Seçim sonuçlarının en önemli tarafı, şüphesiz AB ile alakalı olan kısım. Polonya'da muhalefetin zaferi, AB içerisinde doğuya doğru bir güç kayması için fırsat yaratıyor. Bu, AB yanlısı bir Polonya hükümetinin Birlik’i güçlendirmeye çalışacak olmasından kaynaklanıyor. Daha da önemlisi, söz konusu bu durum, AB'nin daha bütünleşmiş bir küresel aktör haline gelmesi için ihtiyaç duyduğu kritik reformlara da kapı açabilir.
Fransa ve Almanya, son yıllarda AB içerisinde ortak bir vizyon belirleyemedi. Bu yönüyle Polonya seçimleri, kısmen AB içerisinde Fransız-Alman motorunun durduğu bir dönemde gerçekleşmesi nedeniyle -zamanlama açısından- oldukça kritik. Almanya'nın koalisyon hükümeti bölünmüş durumda ve Fransa’nın mevcut vizyonunu hayata geçirebilmek için güçlü bir ortağa ihtiyacı var. Bu noktada belirtmek gerekir ki Polonya, hâlihazırda var olan bu boşluğu doldurabilecek bir ülke olarak öne çıkıyor. Tusk liderliğindeki yeni hükümet hem tecrübeli hem de AB'nin değerlerini paylaşıyor. Polonya, Fransa ile birlikte çalışarak AB için daha net ve gerçekçi bir vizyon çizebilir. Bu, Polonya'nın Fransa'nın gündemine uyması anlamına gelmiyor. Bunun yerine Polonya, Almanya'nın sık sık oynadığı rolü oynayabilir ve belirli ve temel noktalara odaklanarak siyaset yürütebilir. Bu doğrultuda Polonya’nın amaç ve hedeflerini rasyonel bir şekilde belirlemesi de AB içerisindeki durumun gidişatı açısından belirleyici olacaktır.
Belirtmek gerekir ki ilerleyen süreçte Polonya’nın rolü oldukça kritik ve belirleyici olacak. Varşova ve Paris aynı noktada bir araya gelebilirse, söz konusu durum Berlin'i de olumlu yönde harekete geçmeye teşvik edebilir. Almanya, Hukuk ve Adalet Partisi liderliğindeki önceki hükümetin düşmanlığından kurtulmak ve Polonya ile daha güçlü bir ortaklık kurmak istiyor. Bu nedenle Almanya, Polonya ve Fransa arasında oluşturulacak iş birliği ve ortaklık, önümüzdeki yıllarda AB'nin geleceği için kilit bir hâle gelebilir.
Altı çizilmesi gereken bir diğer husus, Polonya’nın önemiyle alakalı. Öncelikle belirtmek gerekir ki Polonya nüfus açısından AB'nin en büyük beşinci üye devleti; ve Birlik’e katılan eski Varşova Paktı ülkeleri arasında da en büyüğü. Ek olarak ülke, 2004 yılında AB'ye katıldıktan sonra iktisadi açıdan kayda değer bir gelişme yaşadı. Diğer taraftan Polonya, Avrupa-Atlantik savunması ve Avrupa güvenliği açısından da kilit bir ülke konumunda. Ülke, Birleşik Krallık’ın ayrılışından sonra Avrupa güvenliği içerisindeki en başat Transatlantikçi aktör oldu. Bu yönüyle de Fransa’yı dengeleyebilme potansiyeli taşıyor. Bunun yanında Polonya, özellikle Putin Rusya’sına ve Rusya’nın agresyonlarına karşı da güçlü bir duruşa sahip. Bu açıdan da AB içerisindeki önemli anti-Rusya -ve dolayısıyla pro-Ukrayna- seslerden biri.
Sonuç olarak muhalefetin Polonya'daki zaferi, Emmanuel Macron'un Fransa'da aşırı sağcı popülist Marine Le Pen'i 2017'de yenmesinden bu yana en önemli seçim sonucu olarak öne çıkıyor. 2017 seçimleri, Brexit sonrası AB'nin daha fazla dağılabileceğine dair endişelerin oldukça yüksek olduğu bir dönemde, Birlik’i -neredeyse- uçurumdan kurtarmıştı. Polonya seçimleri de bu açıdan oldukça hayati. Bu yönüyle muhalefetin zaferi hem ülke demokrasisi hem de AB’nin geleceği için kritik bir önem arz ediyor.
Batuhan Aktürk Tezel, İKV Uzman Yardımcısı