İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni

AB GÜNDEMİ: AB’nin İsrail-Filistin Çatışması Karşısındaki Tutumu

Yıllardır süregelen ve 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği saldırı sebebiyle yeniden alevlenen İsrail-Filistin çatışması karşısında, AB ve üye ülkeler ortak bir politika sergileyemedi.
AB GÜNDEMİ: AB’nin İsrail-Filistin Çatışması Karşısındaki Tutumu

AB’nin İsrail-Filistin Çatışması Karşısındaki Tutumu 

Hamas, 7 Ekim tarihinde, Gazze Şeridi yakınlarından İsrail’e girerek taraflar arasındaki gerginliği şiddetlendirecek bir saldırıda bulundu. Bu saldırı, 1973 tarihli Yom Kippur Savaşı’nın üzerinden geçen yarım asrın ardından gerçekleşti. İsrail’e karşı Aksa Tufanı Operasyonu’nu başlattığını duyuran Hamas’a karşılık İsrail de savaş hali ilan ederek Gazze Şeridi'ndeki Hamas hedeflerine karşı Demir Kılıç Operasyonu’nu başlattı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, ikinci bağımsızlık savaşı olarak nitelendirdiği bu sürecin, Hamas’a uzun ve zorlu geçeceğini söyledi. Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdiği saldırı, kimilerince İsrail devletine karşı bir terör eylemi olarak görülürken, kimileri için de bir kurtuluş mücadelesi olarak tanımlandı.

Yıllardır Süren Gerginlik Şiddetlendi

1880’li yıllardan itibaren Filistin topraklarına Yahudi nüfusundan göç dalgası yaşanmaktaydı. Bu göç dalgası, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından büyük bir artış gösterdi. Savaş sırasında Filistin ve çevresi Osmanlı İmparatorluğu’na aitken, bu topraklar 1918 yılında İngiltere tarafından işgal edildi. 1920’de ise Milletler Cemiyeti tarafından İngiltere’ye manda idaresi için yetki verildi. 1880’li yıllara dayanan ve Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle daha da şiddetlenen Yahudi göçü, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar birçok göç dalgasıyla devam etti. Göçle gelen Yahudiler ise zamanla İsrail devletinin kuruluşuna zemin hazırlayacak olan örgütlenmeler meydana getirdi. Bu örgütlerle Filistinliler arasındaki çatışmalar 1920’lere kadar dayanıyor. Bu yıllarda çok fazla Yahudi’nin Filistin’e yerleşmesi Arap topluluklarında öfke ve isyana yol açtı. İngiliz mandasının sona ermesiyle 29 Kasım 1947 BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararla Filistin’de bir Arap ve bir de Yahudi devleti kurulması ve üç farklı tek tanrılı din için önem arz eden Kudüs’ün ise BM tarafından idare edilmesi öngörülmüştü. 1948 yılında Yahudi devleti olarak İsrail kuruldu ancak, Filistin devleti kurulamadı.

14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail devletinin, kuruluşunun ertesi günü Filistinliler tarafından Nekbe Günü, yani Büyük Felaket olarak adlandırılıyor. İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte Filistinlilere yönelik saldırılar artış gösterdi ve pek çok insan işkence, tecavüz ve katliam korkusu sebebiyle bu topraklardan göç etmek durumunda kaldı. BM’ye göre 730 bine yakın Filistinli göç etti. Bugünlerde ise kökleri 20’nci yüzyılın ortalarına dayanan ve yıllardır süregelen İsrail-Filistin çatışmalarının yeni formları ortaya çıkıyor.

AB’nin Savrulan Politikaları

İsrail-Filistin çatışması karşısında, AB üye ülkelerinin eylem ve söylemlerinde farklılıklar görülüyor. İspanya, İrlanda, Belçika ve Lüksemburg gibi ülkeler geniş kapsamlı bir ateşkes önerisini savunurken, Macaristan, Avusturya ve Almanya gibi ülkeler İsrail’e yönelik baskı yapılmasından ziyade Hamas’ın durdurulması gerektiğini savunuyor.

AB’nin tarihsel olarak Filistin meselesine yaklaşımına baktığımızda, İsrail-Filistin arasında yaşanan gerginliğin çözümünü aramaya çalışan en önemli aktörlerden biri olduğunu görüyoruz. Yayımladığı deklarasyonlar ve Filistinlilere verdiği mali destekler AB’nin tutumunu gösteren önemli örneklerdi. AB, nihai olarak bağımsız, demokratik, geçerli ve yan yana barış ve istikrar içerisinde bir arada yaşayan iki devletli çözümden yana olduğunu kararlarında belirtmişti. Ayrıca, Filistinli mülteciler yerine Filistinliler kavramını kullanarak halkın tam bağımsızlığını savunan ilk aktörler arasında yer aldı.

AB’nin İsrail-Filistin ihtilafı konusundaki tutumunda en önemli dayanak noktası 1980 tarihli Venedik Deklarasyonu’ydu. Bu deklarasyonla AB, çatışmanın çözüme kavuşturulmasını “Filistin halkı kendi kaderinin tayin hakkına sahiptir ve Filistin Kurtuluş Örgütü Filistin halkının meşru temsilcisidir” ilkesiyle desteklemişti. AB üye ülkeleri de 1990’lı yıllardaki barış sürecinin destekçisi oldu. AB’nin kabul ettiği tüm bağlayıcı metinlerde iki devletli çözüm savunulurken, 1991 Madrid Görüşmeleri ve 1993 Oslo Mutabakatı üye ülkelerce desteklendi.

Öte yandan, 7 Ekim 2023’te başlayan gerilimin tırmanışında AB’nin dengeleyici tutumu beklenenin çok daha gerisinde kaldı. Uzun yıllardır devam eden çatışmalar karşısında objektif kalmaya çalışan ve aynı zamanda da kendi dış politikasını bu bölgede tek sesli hâle getirme çabası bulunan AB, Hamas saldırısıyla yeniden tırmanan ihtilafta tarafsız kimliğinden uzaklaştı. AB’nin dış politikasındaki önemli isimleri İsrail’in kendini savunma hakkından bahsederken bölgede yaşanan insani dramı özellikle çatışmanın ilk günlerinde göz ardı etti. Bu durum, AB’nin İsrail-Filistin özelinde yıllardır sürdürmeye çalıştığı dengeli politikasına zarar verdi.

“İsrail’in Yanındayız”

İsrail-Filistin çatışması karşısında AB’nin tutumunu en net şekilde ifade eden, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “Avrupa Birliği İsrail’in yanındadır” sözü oldu. Ayrıca, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in de yalnızca Hamas’ı kınayan ve İsrail’in kendisini savunma hakkından bahseden değerlendirmeleri büyük tepkiye yol açtı. 10 Ekim 2023 tarihinde AB Dışişleri Bakanları bir bildiri yayımlayarak Hamas’ı terör örgütü olarak tanımladı. Ayrıca, 13 Ekim tarihinde Komisyon Başkanı von der Leyen ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola İsrail’i ziyaret etti.

AB Konseyi Başkanı Charles Michel de yaptığı açıklamalarda konuyla ilgili oldukça net bir tutum sergiledi. AB’nin barış ve güvenliğe katkıda bulunduğuna değinerek, Hamas’ın İsrail ve halkına gerçekleştirdiği saldırıları terör olarak tanımladı ve İsrail’in meşru müdafaa hakkını onayladığını dile getirdi. Öte yandan, Gazze’deki savaştan zarar görmekte olan savunmasız kişilere yardım etme çabalarının devam edeceğini sözlerine ekledi.

İsrail-Filistin çatışmasında AB’nin önemli isimleri ve AB üye ülkelerinin tam bir fikir birliği içerisinde olduğu görülmüyor. Çatışma karşısında İsrail yanlısı ülkeler olduğu gibi Filistinlilerin haklarını ve insanlığa karşı işlenen suçların varlığını savunan ülkeler de mevcut. Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, konuşmalarında İsrail yanlısı tutumlar sergilerken aynı zamanda Brüksel’de yer alan Komisyon binasına da İsrail bayrağı yansıtıldı. Öte yandan AB Konseyi Başkanı Charles Michel, İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırıların ve bölgede yaşanan elektrik sorunu, gıda krizi gibi meselelerin uluslararası hukuka uygun olmadığını dile getirdi. AB Konseyinin İsrail-Filistin çatışmasına daha tarafsız ve insani nüanslarla yaklaştığı görülürken, Macaristan başta olmak üzere pek çok AB üye ülkesi ve Avrupa Komisyonunun tutumu medya tarafından da oldukça taraflı bulundu.

AB Konseyi Başkanı Charles Michel tarafından 17 Ekim’de çevrim içi bir zirve gerçekleştirildi. Bu sanal zirveye 26 üye ülke katılım sağladı. Zirve’ye yalnızca Macaristan Devlet Başkanı Viktor Orban katılmadı. Michel, Zirve’nin ardından düzenlediği basın toplantısında 26 üye ülkenin aldığı kararları açıkladı:

  •    •Hamas’ın saldırılarının hiçbir mazereti yoktur ve rehineler derhal serbest bırakılmalıdır,
  •    •Gazze Şeridi’ndeki Filistinli halkın yardıma ihtiyacı vardır ve AB gerekli desteği sağlayacaktır,
  •    •Savaşın bölgeye yayılmasının önüne geçilmesi gerekmektedir,
  •    •İsrail’in kendini savunma hakkı vardır ancak, bunu yaparken uluslararası hukuka saygı duymalıdır.

AB, gerçekleşen bu Zirve sonucunda ortak bir kanıya ve karara varmış gibi görünse de çatışmanın başlarında sarf edilen sözler ve eylemler birlikte hareket edilemediğini gösterdi. Hem AB’nin hem de üye ülkelerin liderleri tarafından insani yardım konusu dışında ortak bir görüşün ortaya koyulduğu söylenemez. İsrail-Filistin çatışması, AB’nin ortak bir dış politika kabiliyetinin varlığını bir kez daha sorgulatarak bu konudaki tartışmaları derinleştirdi.

Türkiye’nin Yaklaşımı ve AB ile Temaslar

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünya liderleriyle İsrail-Filistin çatışması hakkında ikili görüşmeler gerçekleştirdi. Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, şiddetle devam eden İsrail-Filistin çatışmasına çözüm yolları bulmak için Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Liderler konuyla ilgili olarak bölgede barışı tesis etmek için çaba göstereceklerini dile getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze’deki masum insanların hak ihlaline uğramalarının kabul edilemez olduğunu dile getirirken, Türkiye’nin bölge halkına yardım götüreceğini de sözlerine ekledi. Öte yandan, Batılı ülkelerin gerginliği artıracak adımlar atmasından kaçınmasının yanı sıra barışa katkı sunmaları gerektiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail-Filistin çatışması için iki devletli çözüm mekanizmasının gerçekleştirilmesini önerdi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise tarafların samimiyetle yaklaşması sonucunda önce bölgeye sonra da dünyaya rahatlama getirecek bir çözümün bulunabileceğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak ve Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis’le ayrı ayrı gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde de insan hakları ihlallerine karşı başta Batılı ülkeler olmak üzere uluslararası toplumdan etkili girişimler beklediğini vurguladı.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 21 Ekim’de Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Barış Zirvesi toplantısında, İsrail-Filistin çatışmasının sona ermesi ve uzlaşı sağlanması durumunda Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu birçok devletin garantör olmasını önerdi. Bu öneri, İsrail-Filistin çatışması konusunda yeni bir garanti meselesini tartışmaya açtı. Bakan Fidan, bu garantör ülkelerle sorunun sürdürülebilir bir şekilde çözüme kavuşturacağı inancını dile getirdi. Açıklamalarında uluslararası toplumun İsrail-Filistin çatışmasına yönelik iki devletli çözümü savunarak daha aktif rol oynaması gerektiğine değindi. Türkiye’nin bu amaç için adım atmaya hazır olduğunu belirtirken, tarafların uygun bulması durumunda Türkiye’nin Filistin adına garantör olmak istediği mesajını verdi. Bakan Fidan’a göre bölge ülkelerinden dileyenler Filistin için Batılı ülkeler de İsrail için garantör olabileceklerini ve olası bir barış anlaşmasının tam ve eksiksiz uygulanması için süreci sahiplenebileceklerini de sözlerine ekledi.

Bu garantörlük stratejisinde öncelikle garantör ülkelerin belirlenmesi, ardından ise tarafların bir uzlaşı mutabakatı imzalaması öngörülüyor. Bu mutabakatın denetleyicilikle sürdürülmesi önem arz ediyor. Türkiye’nin bu garantörlük formülüne ilk olumlu yanıt ve destek Rusya’dan geldi. Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak da Türkiye, İsrail-Filistin çatışmasında dengeyi sağlayıp gerilimi azaltabilir yorumunda bulundu. Türkiye’nin bu stratejisine diğer ülkelerden henüz bir yanıt gelmedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas bir terör örgütü değil topraklarını korumaya çalışan bir kurtuluş ve mücahitler grubudur şeklinde yaptığı açıklaması aynı hususta AB’den gelen açıklamalarla örtüşmedi. Türkiye, İsrail-Filistin meselesi konusunda bir arabulucu rolü üstlenmeye çalışırken AB ile iyi gitmeyen ilişkilerine yeni bir negatif gündemin daha eklendiği görüldü. Nihayetinde bugüne kadar gerçekleşen açıklamalara ve görüşmelere bakılırsa, ateşkese yönelik ortak bir önlem mekanizmasının kolayca oluşturulabileceği öngörülmüyor.

Nagehan Nur Uysal, İKV Uzman Yardımcısı

Diğer Yazılar