KÜRESEL GÜNDEM:16’ncı BRICS Zirvesi: “Genişleme Yerine Ortak Üyelik”
16’ncı BRICS Zirvesi: “Genişleme Yerine Ortak Üyelik”
BRICS’in Kazan’da gerçekleşen 16’ncı Zirvesi, çok kutuplu dünya düzenini destekleyen ve Batı’ya alternatif bir güç olmayı hedefleyen “ortak üyelik” modeliyle dikkat çekti. Zirvede ekonomik iş birliği, sürdürülebilir kalkınma, küresel sağlık ve iklim değişikliği konuları ele alınırken, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 13 ülkeye ortak üyelik statüsü verildi. Çin ve Hindistan’ın yıllardır süren sınır anlaşmazlığını çözmek için bir anlaşma imzalaması, 16’ncı BRICS Zirvesi’ni tarihî bir ana dönüştürdü. Brezilya’nın Venezuela’nın tam üyeliğine karşı çıkması ise beklenmedik bir krize yol açtı. Zirve sonunda yayımlanan Kazan Bildirgesi de BRICS’in adil bir küresel düzen, BM reformu ve gelişmekte olan ülkelerin daha fazla temsili gibi çağrılarını yinelediğini gösterdi.
22 Ekim-24 Ekim 2024 tarihleri arasında Tataristan’ın başkenti Kazan’da düzenlenen BRICS Zirvesi, Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcından bu yana en görkemli etkinliğini gerçekleştirdi. “Gelişen Teknolojiler ve Sürdürülebilir Kalkınma” temasıyla gerçekleşen zirvede ekonomik iş birliğinin güçlendirilmesi, iklim değişikliği gibi küresel zorlukların ele alınması, teknolojik iş birliğinin teşvik edilmesi, küresel sağlık ve mali iş birliği gibi konular dikkat çekse de BRICS’in genişlemesi tartışmaları zirveyi domine etti.
BRIC’ten BRICS+’ya
2001 yılında Goldman Sacsh ekonomisti Jim O’Nill tarafından yayımlanan bir araştırma raporunda “Daha İyi Küresel BRIC’ler İnşa Etmek” adlı çalışmayla ortaya atılan “BRIC” kavramı, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi büyümekte olan ülkelerin küresel ekonomiyi domine eden G7 ülkelerine karşı bir meydan okuma yapabileceği iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Nitekim bu kavram Eylül 2006’de Brezilya, Hindistan, Çin ve Rusya’nın BM Genel Kurulu marjında Dışişleri Bakanlar Toplantısı seviyesinde bir araya gelmesiyle resmîleşmişti. İlk BRIC Zirvesi ise 2009 yılında Rusya ev sahipliğinde Brezilya, Hindistan ve Çin’in bir araya gelmesiyle başlatılmıştı. 2011’de Güney Afrika’nın katılımıyla genişleyen ve artık BRICS olarak adlandırılan grup, başlangıçta gelişmekte olan büyük ekonomilerin iş birliği ve küresel ekonomideki etkilerini artırma amacıyla oluşturulan bir grup olarak biliniyordu. Ancak günümüzde BRICS, kendisini Batı’ya karşı konumlandırarak çok kutuplu bir dünya düzenini savunan ve daha fazla gelişmekte olan ülkenin başvurusuyla 2023 yılında genişleme gündemiyle damga vuran bir kurum hâline geldi. 2024’e baktığımızda BRICS’in Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, İran ve Etiyopya’nın üye olarak katılımıyla BRICS+’ya dönüştüğünü görüyoruz.
Zirveye Katılımlar, Zirvede Öne Çıkanlar
Geçen yıl katılan dört yeni üyenin yer aldığı ilk yıllık toplantı olan zirveye, Brezilya hariç tüm üye ülkelerin liderleri katıldı. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva’nın, bir rahatsızlık nedeniyle toplantıya katılamayacağını belirtildi ve yerine Dışişleri Bakanı Mauro Vieira katılım gösterdi. Üye ülke liderleri dışında dünyanın dört bir yanından -çoğunlukla Küresel Güney olmak üzere- 24 hükümet ve devlet başkanı ve 30’dan fazla ülkenin temsilcisi de zirvedeydi. Ancak en çok konuşulan katılım bir NATO üyesi ülke olan Türkiye’den Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve BM Genel Sekreteri António Guterres’in katılımı oldu. Özellikle Guterres’in katılımı başta Ukrayna olmak üzere ABD ve Avrupalı ülkelerin tepkisini çekti.
BRICS Zirvesi’ndeki en önemli gelişmelerden biri, zirve resmen başlamadan önce yaşandı. Kazan’da Çin ve Hindistan dört yıllık sınır anlaşmazlığını çözüme kavuşturan tarihî bir anlaşma imzaladı. BRICS Zirvesi kapsamında Çin Devlet Başkanı Jinping ve Başbakan Modi de beş yıl aradan sonra ilk ikili görüşmelerini gerçekleştirdi. Hem Çin hem de Hindistan ile iyi ilişkilere sahip olan Rusya, bu gelişmelerin ardından iki ülke arasında arabuluculuk yaparak iş birliğini teşvik etmiş ve BRICS içinde daha derin bir birliği teşvik etmekte başarılı olmuş gibi göründü.
Çin ve Hindistan ilişkilerini onarırken, Brezilya Kazan Zirvesi’nde beklenmeyen bir krize imza attı. Yaşadığı sağlık sorunu nedeniyle Lula fiziksel olarak zirvede yer almasa da Brezilya hükümeti, Venezuela’nın BRICS’e ortak ülke olarak katılmasını engelledi. Bu karar, Latin Amerika’daki sol çevrelerde Lula’ya yönelik ağır eleştirilere neden oldu. Lula, BRICS’in bütünlüğünü zedelemek, bölgedeki bölünmeyi derinleştirmek ve hatta Brezilya’nın eski sağcı lideri Jair Bolsonaro’nun politikalarını desteklemekle suçlandı. Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro ise bu vetoyu “düşmanca bir jest” olarak nitelendirip Brezilya’yı eleştirdi. Diğer BRICS üyeleri Venezuela’nın katılımını desteklediği biliniyor. Üstelik Maduro, Kazan’daki zirveye katılarak burada diğer BRICS liderleri ve birçok ülkenin temsilcisiyle görüşmeler yapmıştı. İki ülke arasındaki bu gerilim, Rusya’nın Brezilya’nın tutumuna tepki göstermesine neden oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Brezilya’nın kararına katılmadıklarını belirterek Venezuela’nın ABD öncülüğündeki baskılara karşı direndiğini vurguladı. Putin ayrıca Lula’nın kendisinden Maduro ile durumu çözmek için görüşmesini istediğini ifade etti ve sürecin çözüme kavuşacağına dair umudunu dile getirdi.
Zirvede dikkat çeken bir diğer konu ise Arjantin ve Suudi Arabistan oldu. Hatırlatmak gerekir ki Arjantin, Ağustos 2023’te BRICS’e ve Johannesburg’taki BRICS Zirvesi’ne davet edilmiş, o dönemin Cumhurbaşkanı Alberto Fernández Kirchner liderliğindeki merkez sol bir hükümet bu daveti coşkuyla kutlamıştı. Ancak Arjantin’in üyeliği onaylanmamış, Aralık 2023’te de Devlet Başkanı Javier Milei’nin göreve başlamasıyla BRICS’e katılma planları iptal edilmişti. Kazan’daki zirvede ise Arjantin’den herhangi bir heyet yer almadı. Suudi Arabistan ise Arjantin’in aksine zirveye katılımla ilgili olarak belirsiz davrandı. Riyad daveti resmî olarak kabul etmedi, ancak reddetmedi de. Krallığın fiili lideri Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın katılımı bekleniyordu ancak zirveye katılmadı (Veliaht Prens yerine Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan katıldı). Bu durumla ilgili Suudi Arabistan’ın ABD ile savunma ve güvenlik iş birliğine hâlâ önem verdiği yorumu yapılabilir. Ancak bu yorumların ötesinde, BRICS+’nın istikrarı sorgulanırken grubun genişleme sürecinde yeni katılımcı ülkeler arasında ortak hedefler belirlemenin ve stratejik uyumu sağlamanın da zorlukları bir kez daha görülüyor.
13 Yeni “Ortak Ülke”
Küresel kurumlarda Batı etkisine karşı bir denge unsuru oluşturma arzusuyla son 15 senede önemli bir siyasi güç hâline gelen BRICS’in 2024 genişlemesi, bir dizi jeopolitik çıkarımla gelmişti. Büyüyen ekonomik ve demografik ağırlığıyla BRICS, şu an küresel ekonominin dörtte birinden fazlasını ve dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturuyor. Buna karşılık G7 ülkeleri, dünya nüfusunun %10’undan azını ve GSYİH’nin de %30’undan azını oluşturuyor. Ayrıca G7’nin küresel ekonomideki paylarının giderek küçüldüğü, BRICS’in payının arttığı biliniyor. Nihayetinde BRICS’in BRICS+’a dönüşmesinin, grubu daha da büyük bir jeopolitik ve ekonomik güç merkezi hâline dönüştürdüğü açık. Bu bağlamda, BRICS’in Kazan’da yeni üye kabul edip etmeyeceği de büyük bir merak konusuydu. Özellikle, artan üyelik karşısında grup içindeki bölünmeler başta olmak üzere BRICS üyelerinin genişledikçe ortak zorlukları ele alma kapasitesinin düşme ihtimali ve grubun küresel sahnede daha birleşik bir ses tonuna sahip olup olmayacağı gibi de soru işaretleri bulunuyordu. Nitekim BRICS ülkelerinin ekonomik vizyonlarını uygulamadaki zorluklarına ek olarak, üyeler arasında artan iç gerginlikler ve rekabetle de karşı karşıya olduğu biliniyor. Çin ve Hindistan, uzun yıllardır süren sınır anlaşmazlıklarını çözmüş gibi görünse de Küresel Güney’in ekonomik ve jeopolitik liderliği için büyüyen rekabetleri nedeniyle gerginlikleri sürüyor.
Çin ve Rusya’nın BRICS’in genişlemesine dair tavrı net: Daha fazla üye. Böylece Putin ve Xi, kendi kutuplarında daha fazla destekçi görmek istiyor. Ancak Brezilya ve Hindistan, kendi nüfuzlarının zayıflayacağı endişesiyle daha fazla üye kabul etmek istemiyor. Tüm bu soru işaretleri karşısında Kazan’da BRICS’in daha fazla genişleyip genişlemeyeceğine dair erteleyici bir yanıt alındı. Kazan’da tüm gözleri kendisine çeken Putin, 30’dan fazla ülkenin gruba ilgi duyduğunu belirtirken -potansiyel adaylığa referansta bulunan ya da tam üyelik için bir basamak olarak da nitelendirilen- “ortak ülkeler”i duyurdu.
BRICS+’ın ortak üyeleri şu şekilde:
Ortak ülkeler, grup meseleleri için oy kullanamazken, gelecekteki BRICS Zirvelerinde ise “seçici” ve “sınırlı” katılım sağlayabilecekler. Bu yeni ve anlaşılamayan statünün de neden oluşturulduğu aşikâr görünüyor: Grup içinde yeni kabul edilen üyeleri entegre etmek için hâlâ çalışıldığı ve grubun başka bir genişlemeye hazır görülmediği. Ayrıca, bu statü ile ortak ülkelerin BRICS’deki statülerinin, sahip olabilecekleri diğer uluslararası taahhütlere engel teşkil etmeyeceği anlaşılıyor.
Ortak Üye Türkiye
Son yıllarda uluslararası arenada Batı’dan Doğu’ya doğru bir güç kayması gözlemleniyor. Uzmanlar büyük nüfusları, güçlü sanayileri ve zengin enerji kaynaklarıyla dünyanın önde gelen ülkelerinden oluşan BRICS’in dünya düzeninde alternatif bir güç merkezi olarak hızla yükseldiğini belirtiyor. Bu bağlamda Türkiye’nin, BRICS’e olan ilgisi öncelikle ekonomik ve stratejik kaygılardan kaynaklanıyor. Türkiye’nin daha önce de belirttiği üzere angaje olduğu uluslararası platformlar alternatif olmaktan ziyade tamamlayıcı olarak görülüyor. Bu yönden Türkiye’nin BRICS’e artan ilgisi Türk dış politikasının çok yönlülüğünün bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Çok taraflılık, çok kutupluluk, çeşitlendirme, denge siyaseti, Afrika, Asya, Latin Amerika açılımları, liberal düzenin istikrarı için reform çağrısı zaten Ankara’yı BRICS gündemi ile ilişkilendiriyor.
Kazan Bildirgesi
BRICS üyeleri, 23 Ekim’de “Kazan Bildirgesi” adıyla bir bildiri yayımlayarak barış, adil ve temsili bir uluslararası düzen, sürdürülebilir kalkınma ve kapsayıcı büyümeyi teşvik etme çağrısında bulundu. Bildiride BRICS’in daha adil, demokratik ve dengeli bir dünya düzeni hedeflediği belirtilirken, çok kutuplu bir yapının gelişmekte olan ülkeler için eşitlikçi ve kapsayıcı bir küresel ekonomiyi destekleme potansiyelinden söz edildi. Ayrıca bildiri, BM’nin uluslararası sistemdeki merkezi rolüne ve uluslararası hukukun önemine vurgu yaparak Batı’nın “kurallara dayalı uluslararası düzen” anlayışından ayrıştığına referansta bulundu. Bildiride ön plana çıkan bir diğer konu da BRICS’in BM Güvenlik Konseyi başta olmak üzere BM yapılarında reform talep ederek özellikle Afrika, Latin Amerika ve Karayipler gibi bölge ülkelerinin küresel karar alma süreçlerinde daha fazla temsil edilmesi vurgusu oldu. Ek olarak bildiri Bretton Woods kurumlarında gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomiye katkılarına daha uygun şekilde daha fazla temsil edilmesi gerektiğini belirtirken, BRICS’in uluslararası para ve finans sisteminin iyileştirilmesindeki önemine de dikkat çekti. Ayrıca, yasa dışı yaptırımların dünya ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri kınandı ve bu yaptırımların kaldırılması talep edildi.
Son olarak bildiride BRICS’in İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşını eleştirdiği satırlar yer aldı. Bildiride uluslararası kabul görmüş sınırlar çerçevesinde bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması vurgulanırken, BRICS+’nın Filistin’in BM’ye tam üye olmasını desteklediği de ifade edildi. Son olarak da bildiri ABD’nin Suriye’deki yasa dışı askerî varlığına ve İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına yönelik eleştirilere yer verdi.
Değerlendirme
Kazan’daki 16’ncı BRICS Zirvesi, yükselen Küresel Güney ülkeleri başta olmak üzere gelişmekte olan ülke liderlerinin Putin ve Jinping ile poz vermeleri için ışıkların tutulduğu bir platform olduğunu gösterdi. Ayrıca bu zirve, Batı’ya dair bir meydan okuma olarak görülen (özellikle küresel ticaret ve ekonomi sisteminin dolara olan bağımlılığını azaltma çabalarıyla bir meydan okuma olarak nitelendirilerek) ve küresel sorunları ele almaktan kaçınan bir grup gibi algılanan BRICS’in serbest ticareti savunmak, iklim değişikliği ve küresel sağlık sorunlarıyla mücadelede iş birliğine hazır bir örgüt olduğunu göstermek için de bir fırsat teşkil etti. Bu durum, BRICS’in devlet-devlet ilişkisi yanı sıra toplum-toplum ilişkisini benimseyerek üye ülkeler arası sosyalleşmeyi ve karşılıklı bağımlılığın inşasını da sahiplenmeye başladığına işaret ediyor.
Her harikulade BRICS’in görmezden gelinemeyeceğini belirtmek gerekir. BRICS’in, kendi bünyesinde “yükselen, gelişmekte güç”leri barındırdığı sürekli dillendirilse de Çin, ABD ile neredeyse eşit bir rakibe dönüşmüş durumda. BRICS+’nın ise ekonomik ve demografik kapasitesiyle G7 ile yarıştığı görülüyor. Daha da önemlisi enerji, kritik ham madde, tüketici sayısı ve teknoloji kapasitesiyle BRICS, herkes için büyük bir sağlayıcı ve pazar. Bu yüzden başta Küresel Güney ve gelişmekte olan ülkeler için bir cazip bir merkez olarak görülmeye devam edecek gibi duruyor. Yine de BRICS’in, küresel düzene alternatif bir yorum getireceği ya da daha adil bir küreselleşme yaratacağı iddiasıyla büyümesi olası görünmüyor. BRICS’in en güçlü -belki de en haklı iddiası- mevcut uluslararası kurumların reformu olsa da bu değişim için bir şey yapmadığı biliniyor. Özellikle Ukrayna ile pimi çekilen jeopolitik kaygılar ve BRICS içinde milliyetçi, korumacı ve ayrıca asimetrik rekabet gibi fikirlere yakın liderlerin yükselişi nedeniyle uluslararası kurumların daha az etkili hâle dönüştüğü ve reform yapılmasının imkânsız bir hâle geldiği biliniyor. Bu bağlamda şöyle bir yorum yapabiliriz: Mevcut küresel sorunlar ne BRICS ne de G7 gibi dar gruplaşmaların genişlemesiyle çözüme kavuşmayacak. Küresel sorunların çözümü, yalnızca sınırlı sayıda ülkenin katılımıyla değil, daha kapsayıcı, çok taraflı ve iş birliğine dayalı mekanizmaların etkin kılınmasıyla mümkün. BRICS ve G7 gibi gruplaşmalar, kendi bölgelerindeki etkilerini artırsa da iklim değişikliği ve güvenliğin çoklu boyutları (sağlık, gıda ve enerji güvenliği) gibi birçok krizin yönetiminde yalnızca belirli ülkeler arasındaki koordinasyonun ötesine geçilmesi gerektiriyor. Bu noktada G20, daha geniş bir perspektiften ve temsil gücünden yararlanarak, kutuplaştırıcı olmayan bir diplomasi anlayışını benimsemek için önemli bir gücü temsil ediyor. G20’nin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomileri bir araya getiren yapısıyla, iş birliğine açık ve kapsamlı çözümler geliştirilmesine öncülük etmesi de muhtemel. Yine de sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin ve küresel adaletin sağlanması ancak tüm aktörlerin, ülkeler üstü bir bilinçle ve uluslararası kurumlara olan güveni tazeleyerek katkı sunmasıyla sağlanabilir. Aksi hâlde -mevcut küresel sorunların boyutları ve karmaşık yapısı göz önüne alındığında- daha dar ve bölgesel bir yaklaşımların devam etmesi, sorunların çözümünü yavaşlatma riskini taşımaktan öteye gitmeyecek gibi duruyor.
Sema Nur Yeniyıldız, İKV Uzmanı