İKV`DEN HAFTAYA BAKIŞ
Bir yeni yıla daha ‘AB yılı’ olması dileğiyle giriyoruz. İlk defa 2008 yılı için telaffuz edilen bu ifadenin bir yıl daha ertelenmeyeceği umudunu taşıyoruz. 2010 artık gerçekten AB yılı olmalı. 2009’un son ayları AB Zirvesi, Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi ve Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi gibi AB ve Türkiye – AB ilişkileri açısından son derece önemli gelişmeler nedeniyle hareketli geçmişti.
2010 yılı da benzer şekilde hareketli devam edecek gibi gözüküyor. Öncelikle, Lizbon Antlaşması ile birlikte, AB Konseyi Başkanlığı ve güçlendirilen Birlik Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği gibi makamların yanında, üçlü başkanlık sistemine geçildi ve üçlü başkanlığın ilk ülkesi İspanya oldu. Dönem Başkanlığını İsveç’ten devralan İspanya, başkanlık ortakları Belçika ve Macaristan ile birlikte dönem başkanlığı hedeflerini belirledi. Kuşkusuz, önümüzdeki altı ay içinde İspanya’nın en önemli önceliği Lizbon Antlaşması’nın uygulaması esnasında doğabilecek pürüzleri gidermek olacak. İspanya Dönem Başkanlığı’nın önceliklerinin kapsamlı bir özeti bültenimizin bu sayısında yer almaktadır.
Yeni yıla damgasını vuracak bir başka konu ise 2008 yılı sonunda patlak veren küresel krizden çıkış çabaları olacak. Toparlanmaya ilişkin verilen tüm olumlu mesajlara rağmen, kriz AB’de özellikle istihdamı olumsuz etkiledi ve istihdamın kriz öncesi seviyelere dönmesi ilk başta beklenenden daha zor olacak gibi gözüküyor. Bu kapsamda, Mart ayında Madrid’de yapılacak toplantı ile AB’nin 2020 yılı hedeflerinin belirlenmesi amaçlanıyor. AB’nin geleceği açısından önemli başka bir gelişme ise, 2008 yılında kurulan ‘Düşünce Grubu’nun 2010 Haziran ayında, AB’nin 2020 – 2030 yılları arasındaki hedefleri üzerine hazırladığı raporu sunması olacak.
Geçtiğimiz Aralık ayına damgasını vuran en önemli konu belki de Kopenhag’da yapılan İklim Değişikliği Zirvesiydi. Ancak, 120 devlet ve hükümet başkanı küresel ısınmayı tehlikeli seviyelerin altında tutabilecek bağlayıcı bir anlaşmaya varamadı. Zirve öncesinde liderlik rolüne soyunan AB’nin Kopenhag’daki pasif tutumu, AB’nin kendi yarattığı beklentileri karşılayamadığı eleştirilerine sebep oldu. Bu çerçevede, 31 Ocak’ta açıklanacak olan emisyon azatlımı taahhütleri daha da önem kazandı. Bunun ertesinde, AB Konseyi’nin yeni Başkanı Herman van Rompuy’un Üye Devlet liderlerini AB iklim taahhütlerini yeniden görüşmek üzere 11 Şubat’ta gayri resmi bir toplantıya davet etmesi beklentiler ve kapasite arasındaki boşluğun doldurulması için atılan bir ilk adım olarak değerlendirilebilir.
2010, Türkiye – AB ilişkileri açısından da önemli bir yıl olmaya aday gözüküyor. Geçtiğimiz hafta hükümet tarafından yapılan AB sürecinin canlandırılması çağrısının gerekli ivmeyi sağlayacağını umuyoruz. Zira toplam 18 başlık siyasi gerekçelerle kapalı ve hâlihazırda Türkiye’nin elinde müzakerelere açılabilecek sadece 4 başlık kalmış durumda. Dolayısıyla müzakereler neredeyse tıkanma aşamasına gelmek üzere denilebilir. Bu durumda, Türkiye’nin 2010 yılını çok iyi değerlendirmesi ve reform sürecini hızlandırması gerekiyor. Öte yandan, müzakerelerin bu aşamaya gelmesinin tüm sorumluluğunu Türkiye’ye yüklemek büyük haksızlık olur. Önümüzdeki yılın Türkiye’nin AB üyeliğine saplantılı bir şekilde karşı çıkan AB liderlerinin de kendi tutumlarını gözden geçirmelerine vesile olacağını ve küresel bir aktör olmak isteyen AB’nin bu emeline Türkiye’siz ulaşmasının mümkün olmadığını anlamalarını sağlayacağını diliyoruz.
Bir kez daha tüm okuyucularımıza iyi yıllar dileriz.