İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
14-20 EYLÜL 2009

İKV’DEN HAFTAYA BAKIŞ

Geçtiğimiz hafta içinde Komisyon Başkanı Barroso Parlamento’dan ikinci bir dönem Başkanlığa devam etmek üzere onay aldı. Yeni dönemdeki programı hakkında kapsamlı bir raporu da kamuoyuna sunan Barroso, Hallstein ve Delors’dan sonra ikinci dönem de bu görevi üstlenecek olan üçüncü Başkan olacak. Her ne kadar vasat bir politikacı olduğu yönünde eleştirilere uğrasa da önce 27 üye devleti sonra da Parlamento’yu ikna etmek kolay olmasa gerek. Şimdi önümüzdeki aşama Komisyon’un diğer üyelerinin belirlenmesi olacak. Özellikle genişlemeden sorumlu üyenin kim olacağı Türkiye için önem taşıyor.

Lizbon Antlaşması 2 Ekim’de İrlanda’da onaylanırsa Antlaşma’da öngörülen AB Konseyi Başkanı gibi yeni makamlara kimlerin getirileceği de merak konusu. Bu kişilerin kim olacaklarının yanında, uygulamada farklı kurumlar arasında nasıl bir görev paylaşımı yaşanacağı da önemli. Yaşayıp görmek gerekiyor. Her koşulda, AB Konseyi Başkanı’nı zor bir görevin beklediğini söylemek mümkün. AB Konseyi’nde devamlılığı ve bütünlüğü sağlamak açısından oldukça önemli bir adım olan bu yeni makam, Üye Devletlerin yanında yönlendirme, eşgüdüm sağlama ve sorun çözme gibi işlevleri yerine getirecek.

AB’nin en büyük ülkesi Almanya’da gelecek hafta sonu seçimler yapılacak. Olası bir Hıristiyan Demokrat- Liberal koalisyonu Almanya’nın politikasını ne ölçüde değiştirir diye bir soru sorulabilir. Angela Merkel’in Başbakan olarak devam etmesi halinde Türkiye politikasında olumluya doğru bir dönüş beklemek doğru olmaz. Ancak şimdiki politikasını daha da katı bir şekilde sürdürmesinin beklemek de gerçekçi gelmiyor. Almanya’da Türkiye’nin üyeliği konusunda daha sağduyulu bir hava estiğini söylemek mümkün. Ancak Türkiye’nin üyeliğine hiç de sıcak bakmayan kesimler hala varlığını devam ettiriyor. Her koşulda, AB üyeleri arasında Fransa’nın öncülüğünü yaptığı imtiyazlı ortaklık konusunda bir oydaşma yok. Hatta buna karşı çıkan üyelerin çoğunlukta olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda imtiyazlı ortaklık daha çok iç politika malzemesi olarak, bazen de Türkiye’ye karşı koz olarak bir “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” taktiği olarak kullanılmaktadır.

AB’yi ilgilendiren bir diğer konu da Pittsburgh’da düzenlenecek G–20 Zirvesi. Hazırlık amacıyla 17 Eylül’de bir gayri resmi toplantı gerçekleştiren AB liderleri bazı önemli kararlara imza attılar. G–20 Zirvesi öncesinde ortak tutum belirlemenin amaçlandığı toplantıda, Üye Devletler mali krizin tekrarına karşı G-20’nin koordineli önlemler uygulamaya devam etmesi ve IMF’ye merkezi bir rol tanınması çağrısı yaptılar. Krize karşı alınan önlemlerin ve kurtarma paketlerinin 2009 ve 2010 yılında AB ekonomisi için GSYİH’nın yüzde 5’ini bulduğu ifade edildi. Korumacılığın önlenmesi, ticaretin liberalizasyonu, istihdam ve yapısal reformlara öncelik tanınması gibi konuların vurgulandığı sonuç bildirgesinde özellikle mali piyasaların reformu, denetim ve gözetimi ile sorumlu ücretlendirme politikalarının uygulanması üzerinde duruldu. Hatırlanacağı gibi bu konu özellikle Fransa’nın da üzerinde durduğu ve kısmen krizin çıkmasına yol açtığı düşünülen önemli bir nokta. AB hükümet ve devlet başkanları bu alanda bağlayıcı kurallar kabul edilmesi hususunda ortak tutum belirleyip G–20 ülkelerine çağrıda bulundular. Önümüzdeki haftaki toplantıda diğer G–20 ülkeleri ile birlikte krizden çıkış ve gelecekte yeni krizlerin çıkmasını önlemeye yönelik düzgün işleyen bir küresel mali sistemin kurallarını oluşturmak konusunda görüşmeler yapılacak. Bir süredir yıpranan, küresel sorunlar karşısında çaresiz kalan uluslar arası kuruluşlar ve Doha ticaret müzakereleri gibi süreçlerin yeniden yapılandırılması elbette zaman alacak. Umarız ki, lider ülkelerin küresel sistemin yönetişimi konusunda daha etkin olması için yeni bir kriz gerekmez.

Son olarak 7–18 Aralık tarihleri arasında Kopenhag’da yapılacak Birleşmiş Milletler 15. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’na değinerek bitirelim. Çağımızın Yalta’sı veya Poznan’ı olarak nitelenen bu toplantıda 2012’de sona erecek Kyoto Protokolü sonrası iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum araçları belirlenecek. Ancak, şu ana kadar kaydedilen mesafenin olumlu olduğu söylenemez. 22 Eylül’de New York’da yapılacak BM Zirvesi mevcut kısırdöngünün aşılması ve Kopenhag’a giden yolun açılması için bir umut teşkil ediyor. Bir sonraki bültenimizde bu konuya daha detaylı şekilde değineceğiz.