2 Ekim tarihinde İrlanda’da gerçekleştirilen referandumda, Lizbon Antlaşması’na “Evet” oyu çıkmasının ardından, 10 Ekim 2009 tarihinde Polonya Devlet Başkanı Lech Kaczynski, İrlanda’da onaylandıktan sonra imzalayacağını taahhüt ettiği Lizbon Antlaşması’nı Varşova’da imzaladı. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun da katıldığı törende konuya ilişkin açıklamasında Lech Kaczynski, “Herhangi bir endişemiz olmadan AB ile entegrasyonumuzu daha ileriye taşıyoruz çünkü bu dostluğa güveniyoruz. Birlik, egemen devletlerin oluşturduğu bir topluluk ve öyle de kalacak, ama işbirliği daha da artacak” dedi.
Diğer taraftan, Antlaşmayı onaylamayan tek ülke durumunda olan Çek Cumhuriyeti’nde ise onay süreci halen belirsizliğini koruyor. 7 Ekim tarihinde Brüksel’de bir araya gelen AB Dönem Başkanı İsveç’in Başbakanı Fredrik Reinfeldt ile Avrupa Komisyonu Başbakanı Jose Manuel Barroso, Çek Cumhuriyeti Başbakanı Jan Fischer ile Prag’daki son durum hakkında görüş alışverişinde bulundu. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, durumun bir an önce netleşmesi gerektiğini, buna göre 29-30 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilmesi öngörülen AB Konseyi Zirvesi’nde yeni Avrupa Komisyonu’nun uygun yasal temel (Nice ya da Lizbon Antlaşması) uyarınca yeniden yapılandırılacağını ifade etti. Bunun yanı sıra, Fredrik Reinfeldt, Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus’a herhangi bir şekilde baskı yapmak istemediklerini, Çek Anayasa Mahkemesi’nin olumlu karar vermesi halinde, Klaus’un Antlaşma’yı imzalayacağından emin olduklarını belirtti. Reinfedlt, ayrıca, Lizbon Antlaşması’nın hangi tarihte yürürlüğe gireceği netleşinceye kadar, Antlaşma’da öngörülen daimi AB Konseyi Başkanlığı ile Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliğine atanacak kişilere ilişkin istişare sürecinin başlatılmayacağını vurguladı.
Avrupalı liderler, bir yandan Lizbon Antlaşması’nın Anayasaya uygun olup olmadığına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının sonucunu beklerken, Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus, Antlaşmayı imzalamak için İngiltere ve Polonya örneğinde olduğu gibi Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’ndan muafiyet istediklerini belirtti.