İktisadi Kalkınma Vakfı tarafından, Türkiye ile AT arasında bir ortaklık kuran Ankara Anlaşması’nın 45 yıl önce imzalandığı tarih olan 12 Eylül’de İstanbul’da düzenlenen panelde, ortaklığın 45. yıldönümü vesilesiyle Türkiye-AB ilişkilerinin tarihçesi, bugünkü durumu ve geleceğe yönelik beklentiler masaya yatırıldı.
Panelde açış konuşmalarını İKV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu gerçekleştirdi. Panelin ilk oturumuna, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Marc Pierrini, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği görevini sürdüren Büyükelçi Oğuz Demiralp ve Avrupa Parlamentosu üyesi İngiliz Parlamenter Nirj Deva katıldı. TOBB AB Dairesi Başkanı Mustafa Bayburtlu’nun başkanlığını yaptığı Türkiye’nin AB’ye Üyelik Sürecinde Ekonomik ve Politik Analizler başlıklı ikinci oturumda ise, Bologna Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Attilio Stajano ve Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, birer sunum gerçekleştirdiler.
Açış konuşmasını yapan Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu, Ankara Anlaşması’nın imza törenine katılan AET üyesi devletlerin dışişleri bakanlarının ve Komisyon Başkanı Walter Hallstein’ın o dönemde Ankara’ya gelerek yaptıkları konuşmaları hatırlatarak, Türkiye’nin tam üyelik perspektifinin 1963 yılına dayandığını aktardı. Anlaşma’nın katılım öncesi bir kalkınma anlaşması niteliğinde olduğuna ve malların, emeğin (işçilerin), sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımına atıfta bulunduğuna değinen Kabaalioğlu, o günden bugüne AB’ye tam üyeliğin bir devlet politikası olduğunu belirtti. Türkiye’yi masanın dışında bırakarak üçüncü ülkelerle imzalanan serbest ticaret anlaşmalarının haksız rekabet yarattığından da söz eden Prof. Kabaalioğlu, ayrıca Türk vatandaşlarına uygulanan vize süreçlerinden kaynaklanan sorunlara da ayrıntılı olarak değindi. Bu bağlamda, başvuru sırasında istenen davet mektupları, hesap cüzdanları gibi belgelerle ticari eşitlik ilkesinin hiçe sayıldığını da sözlerine ekleyen İKV Başkanı, çözüm yolu olarak ise, vize kolaylaştırıcı anlaşmalardan daha önce, Katma Protokol’ün uygulanması çerçevesinde, aşamalı olarak vize uygulamalarını tamamen ortadan kaldıracak önerilerin gündeme gelmesi gerektiğini savundu. İKV Başkanı son olarak, net ve akılcı politikalar çerçevesinde, demokratik, laik, sosyal, üniter devlet yapısından ve Anayasasından taviz vermeyen bir şekilde tam üyeliğin hedeflendiğini de vurguladı.
TOBB Yönetim Kurulu Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu ise, imzalandığı dönemde Ankara Anlaşması’nın çok geniş bir vizyonun ürünü olduğunu ancak uygulamada bunu devam ettirilemediğini ve yalnızca Gümrük Birliği’nin işlediğini belirtti. Ancak burada dahi, malları, Gümrük Birliği kapsamında serbest dolaşımda olan sanayici ve işadamlarının kendilerinin sürekli vize engeliyle karşılaştığına değinen TOBB Başkanı, bu noktada, Türkiye’nin, dış ticaretinin yarısından fazlasını AB ile yapan, doğrudan yabancı yatırımlarının yüzde 85’inin Avrupa kaynaklı olduğu ve AB’nin 7. büyük ticaret ortağı konumunda bulunan bir ülke olduğunun da unutulmaması gerektiğini sözlerine ekledi. Hisarcıklıoğlu, tarihi önyargılar sebebiyle Türkiye’nin hala “öteki” olarak algılandığına, bunu aşmak için toplum olarak çok çalışarak sürece destek olmamız gerektiğine ve bu noktada da katılımcılığın çok önemli olduğuna vurgu yaptı. Müzakere sürecinde sivil topluma daha fazla söz hakkı tanınması gerektiğini de sözlerine ekleyen TOBB Başkanı, AB sürecinde yapılması gereken reformların Türk halkı için olduğunu; ve bu süreçte öncelikle işsizlik, üretim ve genç nüfus sorunlarının çözümü gibi konuların ele alınması gerektiğini vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.
İlk oturumda söz alan Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Marc Pierrini ise, Türkiye’nin jeo-stratejik konumu ve bölge meselelerindeki rolünün Avrupa’da da takdirle karşılandığını; ancak bir ülkenin tarihi ve coğrafi öneminin de tam üyelik için yeterli olmadığını belirtti. Bu bağlamda, gerek müzakerelerin teknik boyutunun gerekse iletişim stratejisi alanındaki çalışmaların hızla ve artarak devam etmesi gerektiğinin altını çizen Büyükelçi, geçmişin zaman kaybı olmadığını, dünyanın çok değiştiğini, modernleştiğini ve ekonomik olarak geliştiğini; bu değişimlere Türkiye’nin de katıldığını sözlerine ekledi. Avrupa ile Türkiye’nin ortak paydalarının her geçen gün arttığına da değinen Pierrini, Ermenistan ve Kıbrıs ilişkilerinin önemini vurguladı.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği görevini yürüten Büyükelçi Oğuz Demiralp de, Türkiye’nin, vizyon sahibi liderlerin ileri görüşlü çabaları doğrultusunda AB yolculuğuna başladığını hatırlatarak, 1970’li ve 1980’li yıllarda yaşanan olumsuzlukların faturasının bugün ödendiğini ifade etti. Müzakere sürecinin 2014–2021 döneminde tamamlanması için çalışmaların hızlandırılması gerektiğini belirten Demiralp, bu konuda tüm aktörlere görevler düştüğünün altını çizdi. Kıbrıs’taki çözüm çalışmalarını desteklediklerini yineleyen Büyükelçi, yaşanan olumsuzluklar nedeniyle reform sürecinin etkilenmemesi gerektiğini, ancak eşitlikçi politikalardan da taviz verilemeyeceğini sözlerine ekledi. Demiralp, son olarak, AB tam üyelik hedefinin, Atatürkçülük, Cumhuriyetçilik ve Kemalizm ilkeleri ile uyumlu ve aynı amaca yönelik bir politika olduğunun altını çizerek sözlerini tamamladı.
İlk oturumun son konuşmacısı ise, Avrupa Parlamentosu üyesi İngiliz Parlamenter Nirj Deva oldu. Türkiye’nin son 7 yılda gerçekleştirdiği büyük dönüşümün özellikle dış politika ve demokratikleşme konularındaki önemine değinen Deva, bu kapsamda, Türkiye’nin Kafkaslarda, Balkanlarda, Karadeniz’de ve Orta Doğu’da önemli etkileri olduğunu belirtti. Ancak bu gibi etmenlerin tek başına, tam üyelik için yeterli olmadığını vurgulayan İngiliz Parlamenter, Türkiye’nin Avrupa’nın bir üyesi olmak için gereken bedeli tarih boyunca ödediğini belirtti. Türkiye’nin tam üye olmadığı sürece coğrafi ve ekonomik öneminin azalacağını ifade eden konuşmacı, Türkiye’nin zayıf bir tampon bölge değil, güçlü bir ortak olması gerektiğinin altını çizdi. Türkiye’nin AB’de tanınmasına ilişkin sorunun milliyete değil sınıfa bağlı olduğunu da belirten AP üyesi, İngiliz orta sınıfının Türk işçi sınıfından korktuğunu vurguladı. Deva, “Polonyalı muslukçular”ın evine dönmüş olmalarının da, bu anlamda Türkiye için sevindirici bir haber olduğunu belirterek sözlerini noktaladı.
İkinci oturumda söz alan Bologna Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Attilio Stajano, AB içinde yer alan Türkiye korkusunun sebeplerini, nüfus, fakirlik, sınır komşuları ve İslam olarak sıraladı. Söz konusu korkulara değinen Stajano, Türkiye’nin birçok AB üyesi ülkeden daha laik olduğunu belirterek, İtalya’da Vatikan’ın etkisinin kahvaltıdan akşam yemeğine kadar hissedildiği örneğini verdi. Bir diğer korku unsurunun Türkiye’nin AB’yi sulandıracağı endişesi olduğunun altını çizen Attilio Stajano, söz konusu sorunların ortadan kaldırılması için Kıbrıs sorunu, azınlıklar ve ifade özgürlüğü gibi konuların çözülmesinin önemli olduğunun üzerinde durdu.
Son konuşmacı olan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ise, 1996–2007 yılları arasında düzenli olarak gerçekleştirdikleri saha araştırmalarının sonuçlarını dinleyicilerle paylaştı. İlginç verilerin yer aldığı sunumda, AB projesini başlatan CHP’nin bu hedeften uzaklaştığı sonucuna ulaşıldığını, bu bağlamda, AB hedefinin tek bir partiye bağlı olarak algılandığını belirtti. Aynı zamanda, devlet işlerinin ve bürokrasinin Türkiye’de halktan uzak bir şekilde işlediğini de belirten Kalaycıoğlu, AB konusunda Türkiye’de bilgi düzeyinin düşük olduğunu belirtti ve etkili bir iletişim stratejisinin önemine dikkat çekti.
Toplantı hakkında detaylı bilgilere ve konuşmacıların sunumlarına İKV web sitesinden ulaşabilirsiniz (www.ikv.org.tr).