İKV, TEPAV VE TUNAECS “ÇOK TARAFLI TİCARET SİSTEMİ VE YENİ NESİL SERBEST TİCARET ANLAŞMALARI” KONULU BİR ULUSLARARASI KONFERANS DÜZENLEDİ
İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), TEPAV Ticaret Çalışmaları Merkezi (MUTS) ve Avrupa Çalışmaları Türkiye Üniversiteler Birliği (TUNAECS) işbirliğinde 26 Kasım 2012 tarihinde “Çok taraflı Ticaret Sistemi ve Yeni Nesil Ticaret Anlaşmaları” konulu uluslararası bir konferans düzenlenmiştir. Konferansın amacı, Türk iş dünyası, kamu görevlileri ve sivil toplum örgütlerinin çok taraflı ticaret konuları hakkında bilgilendirilmesi ve ilgili çevrelere bölgesel ticaret anlaşmalarına ilişkin analitik bir yaklaşım sunulmasıdır.
Açılış konuşmasında, İKV Başkan Yardımcısı Niyazi Önen, son zamanlarda, ticari ilişkilerin hizmet, tarife dışı engeller, yatırımlar, fikri mülkiyet hakları, devlet sübvansiyonlarının denetlenmesi, anti-damping ve rekabet gibi birçok alanı kapsamına alacak şekilde geliştiğini belirtmiş ve çok taraflı ticaret sisteminde ticaretin serbestleştirilmesini zorlaştıran başlınca alanların tarım ve hizmetler olduğuna dikkat çekmiştir. Avrupa Birliği’nin son zamanlarda üçüncü ülkelerle yürüttüğü ikili ve bölgesel ticari müzakerelere değinen Niyazi Önen, bu anlaşmaların Türkiye’nin ticari ilişkilerine olan etkilerinden bahsetmiştir. TEPAV/MUTS Direktörü ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nezdinde eski Türkiye Daimi Temsilcilisi Bozkurt Aran ise, açılış konuşmasında, son dönemlerde ticaretin iklim değişikliği gibi farklı alanları kapsamaya başlamasıyla ticari ilişkilerde meydana gelen gelişmelerin önemli siyasi ve ekonomik değişimlere yol açtığına dikkat çekmiştir. Aran, dünya ticaretindeki hızlı değişim ve gelişmeleri izlemenin tüm sektörler açısından önemine değinmiştir.
“Çok taraflı ticaret sisteminin sorunları, DTÖ ve bölgesel (serbest) ticaret anlaşmalarından beklentiler” başlıklı ilk oturumun başkanlığını İKV Başkanı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu yapmıştır. İlk oturumda, DTÖ Genel Direktör Yardımcısı Harsha Singh konuşmasında, çok taraflı ticaret sisteminin krizde olup olmadığı ve bölgesel ticaret anlaşmalarının çok taraflı ticaret sistemi için bir tehdit oluşturup oluşturmadığı konularına değinmiştir. Singh konuşmasında, çok taraflı ticari müzakerelerin son zamanlarda ilerlememesi sonucunda, ülkelerin daha fazla ikili veya bölgesel anlaşmalara yöneldiğini ve her ne kadar bu anlaşmaların kapsamı ticaret ve yatırım alanları dışına genişletilse de, günümüzde yaşanan sorunlara çok taraflı çözümler getirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Çok taraflı ticaret sisteminde müzakerelerin ilerlemesini zorlaştıran kaynaklara değinen Singh, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin arasında önemli algı farklılıklarının oluştuğuna dikkat çekmiştir. Örneğin gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin kendi pazarlarını daha fazla yabancılara açmalarını talep ederken, gelişmekte olan ülkelerin daha fazla yükümlülük almak istemedikleri gözlenmektedir. DTÖ’nün baştan beri belli şartlar kapsamında bölgesel ticaret anlaşmalarına izin verdiğini ancak son dönemlerde bu anlaşmaların önemli derecede artmasıyla birlikte özellikle uygulanan menşe kurallarında bazen karışıklığa (belirsizlik) sebep olduğu belirtilmiştir. Singh, sayısı git gide artan bölgesel ve ikili ticari anlaşmaların birbiriyle uyumlu hale getirilmesi ve çok taraflı ticarete dönüştürülmesinde zorluklar yaşandığını açıklamıştır. Son olarak Singh, tarife dışı engellerin özel sektör tarafından git gide daha fazla düzenlenmesinin önemli bir endişe unsuru teşkil etmesine ve iyi yönetişimin önemine vurgu yapmıştır.
Dünya ticaretinde bölgeselleşmenin nasıl çok taraflı hale getirilebileceğinden söz eden Ticaret ve Ekonomik Bütünleşme Merkezi’nden (CTEI) Dr. Theresa Carpenter bunun, ülkelerin tarifelere ilişkin taahhütlerinin çok taraflı hale getirilmesi, menşe kurallarının uyumlaştırılması, bilgi-iletişim anlaşmalarının tekrarlanmasıyla gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir. Yatırımlar, hizmetler, rekabet politikası, kamu alımları alanlarının ise tarifeler dışında, tercihli tarifelere göre daha az ayrımcılık yarattığını ve günümüzde bu tür ticaret anlaşmalarına doğru bir yönelim olduğunu ifade etmiştir. Bu ticaret anlaşmalarının uygulamada taahhütlerin yerine getirilmesi için ulusal mevzuatta değişiklik yapılmasını gerektirdiği ve bu yüzden “derin anlaşmalar olarak ” tanımlandığını belirtmiştir. Derin anlaşmaların kapsamının da kamu alımları, GATS, rekabet politikası, yatırımlar ve fikri mülkiyet haklarını da içeren çok geniş bir alana yayıldığını eklemiştir. Dünyada ticaret şekillerinin değişmesi, yeni yönetim şekillerine ihtiyaç doğması, küreselleşme ve bölgeselleşme eğilimlerinin doğması gibi faktörlerin “derin anlaşmalara” olan ihtiyacı ortaya çıkardığını ifade etmiştir. Tedarik zincirlerine dayanan ticaretin gelişmesinin yeni ticaretin yönetişimini de değiştirdiğine dikkat çeken Carpenter ticaret, yatırım ve hizmetlerin birbiriyle bir bağ oluşturduğunu ifade etmiştir. Bunun sonucunda mega çok taraflı ilişkiler TAP (AB-ABD), AB-Kanada, Japonya- AB, Japonya-Kanada ve off shore ülkeler gibi birçok bölgesel grupların ortaya çıktığını belirtmiştir. Bu yeni gelişmeler karşısında DTÖ’nün yapısının geri kaldığını, gelecekte, kurumun yeni ticaret düzenlerinin tedarik zincirlerini çok taraflı hale getirmenin yollarını araması gerekeceğine işaret etmiştir.
Dünya Ticaret Enstitüsü ve Bern Üniversitesi’nden Dr. Manfred Elsig, bölgesel ve ikili serbest ticaret anlaşmalarının son dönemde artması sonucunda, bu alanda yürütülecek analizlere destek sağlamak adına Ticaret Anlaşmaları’nın Tasarımı (Design of Trade Agreements –DESTA) adlı tercihli ticaret anlaşmalarını ele alan yeni bir veritabanı oluşturulmakta olduğunu açıklamıştır. Elsig şu ana kadar 600’e yakın anlaşmanın veritabanında ele alındığını ve bu kapsamda anlaşmaların 10 farklı alana göre değerlendirildiğini (fikri mülkiyet hakları, rekabet, kamu alımları, standartlar, hizmetler, yatırımlar, ticarette ilişkin olmayan hususlar, uyuşmazlığı çözümleme, ticaret çözümleri ve pazara erişim) açıklamıştır. Veritabanında, şu ana kadar işlenen ticaret anlaşmalarının bütünleşme derecesine göre incelendiğinde, anlaşmaların yüzde 59’unun Serbest Ticaret Anlaşmaları, yüzde 30’unun kısmi STA, yüzde 10’unun Gümrük Birliği ve yüzde 2’sinin yatırımlar olduğunu belirtmiştir. Analizin üyeliğe göre yapıldığında, anlaşmaların yüzde 65’inin ikili, yüzde 17’sinin bir bölge ve bir ülke arasında, yüzde 15’inin çok taraflı ve yüzde 2’sinin bölgeler arasında yapıldığı görülmektedir. Bölgeye göre yapıldığında, anlaşmaların yüzde 26’sının kıtalar arası, yüzde 25’inin Avrupa, yüzde 24’ünün Amerika, yüzde 15’inin Asya, yüzde 8’inin Afrika ve yüzde 1’inin Okyanusya olduğunu kaydetmiştir. 1990’larda Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle akdettiği serbest ticaret anlaşmalarının arttığını belirten Elsig, ancak bu son on yılda, Asya, Amerika ve kıtalar arası anlaşmaların arttığına dikkat çekmiştir.
“Bölgeselleşmenin rolü: AB perspektifi” başlıklı ikinci oturumun başkanlığını TEPAV/MUTS Direktörü ve Türkiye’nin DTÖ Nezdindeki eski daimi temsilcisi Bozkurt Aran yapmıştır. Bu oturumda, Avrupa Birliği’nin DTÖ Daimi Temsilcisi Büyükelçi Angelos Pangratis, Avrupa Birliği perspektifinden çok taraflılık ve bölgeselleşme konularını ele almıştır. Büyükelçi Pangratis, Avrupa Birliği’nin ekonomik krize rağmen dünya ticaretinde önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çekerek, bu krizin Avrupa Birliği’nin rekabet gücünü artırmak için gelecekte önemli bir itici güç olacağını açıklamıştır. Büyükelçi Pangratis, Avrupa Birliği’nin ticaret politikası önceliğinin DTÖ kapsamında çok taraflı müzakereler yürüterek ticaretin serbestleştirilmesi olduğunu ancak son dönemlerde çok taraflı müzakerelerin ilerlemesinin zorlaşması üzerine, Avrupa Birliği için üçüncü ülkelerle bölgesel (serbest) ticaret anlaşmalarının da öneminin arttığını belirtmiştir. Ancak Büyükelçi Pangratis, uzun vadede çok taraflı ticaret ilişkilerinin geliştirilmesinin Avrupa Birliği için öncelik olmaya devam ettiğini açıklamıştır. Bu bağlamda, konuşmasında, Pangratis, DTÖ kapsamında yürütülen çok taraflı ticaret müzakerelerinde bir geçiş döneminde olunduğunu ve dünyada meydana gelen gelişmeleri takiben, çok taraflı ticaret sisteminde farklı alanlara eğilinmesi gerektiğini belirtmiş, ancak DTÖ’nün bu alandaki ihtiyaçları henüz karşılayamadığına (delivery gap) dikkat çekmiştir. Bu nedenle bir sonraki DTÖ Bakanlar Konferansında, özellikle ilk etapta ticaret kolaylıkları, kalkınma ve tarıma ilişlin konuların ele alınması gerektiğini belirtmiştir.
Bu ikinci oturumda, Sussex Üniversitesi’nden Prof. Jim Rollo ve Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü ve TEPAV/MUTS’tan Dr. M. Sait Akman, geçtiğimiz yıllarda, Avrupa Birliği’nin yürüttüğü ticaret politikasının kapsamına ilişkin birer sunum yapmışlardır. 2006 yılında Avrupa Birliği’nin belirlediği yeni ticaret stratejisi kapsamında önceliğin Hindistan, Güney Kore, Mercosur, Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi, ASEAN, Rusya ve Japonya’ya verilirken, Çin ve ABD’nin dikkate alınmadığı gözlenmektedir. İki konuşmacı da, Avrupa Birliği’nin serbest ticaret anlaşmalarının arkasında ticari (özellikle yeni pazarlara erişim açısından), siyasi (Avrupa modelinin diğer ülkelere geliştirilmesi açısından), savunma mekanizması gibi birçok farklı neden yattığına dikkat çekmişlerdir. Sunumda, Rollo ayrıca, Doha Turu kapsamında ticari müzakerelerin ilerlemesi için tarımda uygulanan tariflerin düşürülmesi ve gelişmekte olan ülkelerin hizmetler ile Tarım Dışı Pazar Erişimi’nde tavizler vermeleri gerektiğini vurgulamıştır. Akman ise sunumunda ayrıca, Lizbon Antlaşması ve Avrupa 2020 Stratejisi’ne değinerek, ticaret alanında Avrupa Birliği’nin hizmetler, yatırım, rekabet ve kamu alımlara ilişkin koşulların geliştirilmesine öncelik verdiğine dikkat çekmiştir. Akman’ın sunumunda değindiği diğer konular, Doha Turu müzakerelerinin sonuçlanmadığı takdirde doğacak maliyetlerin yanı sıra Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarının Türkiye’ye yarattığı olumsuz etkileri olmuştur.
“Türkiye-AB Gümrük Birliği ve Serbest Ticaret Anlaşmaları” oturumunun başkanlığını Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Canan Balkır yapmıştır. Bu oturumda, T.C Ekonomik Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürü Murat Yapıcı, Avrupa Birliği’nin ve Türkiye’nin üçüncü ülkelerle imzaladıkları ve müzakere ettikleri serbest ticaret anlaşmalarına ilişkin bir kıyaslamada bulunarak, Avrupa Birliği ile serbest ticaret anlaşması imzalayan Cezayir, Güney Afrika ve Meksika’nın Türkiye ile ticari anlaşma imzalaya pek yanaşmadıklarına dikkat çekmiştir. Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliğini sağlayan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararının 16’ncı maddesi gereğince, Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin serbest ticaret anlaşmalarını da kapsayan tercihli ticaret politikasına uymakla yükümlü olduğunu hatırlatan Yapıcı, Türkiye’nin haksız rekabet ile karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. Bu durum karşısında, Yapıcı, Türk uzmanlara danışılarak ve Türkiye’nin ticari müzakerelere katılmasının sağlanarak, Türkiye ve Avrupa Birliği arasında ikili diyaloğun güçlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bunun yanı sıra, Avrupa Birliği ve Türkiye’nin aynı anda üçüncü ülkelerle ticari müzakereler yürütmelerinin önemine değinmiştir. Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle akdettiği serbest ticaret anlaşmalarında “Turkey clause” olarak geçen “Türkiye Maddesi”nin bağlayıcı etkisinin güçlendirilmesi gerektiğini de belirtmiştir.