![]() |
![]() |
İKV`DEN ANALİZ
AB’de Nükleer Enerjinin Geleceği Nükleer Güvenliğe Bağlı
Avrupa Komisyonu 4 Nisan 2016 tarihinde Nükleer Programı’nı (Nuclear Illustrative Programme-PINC) kamuoyuna açıkladı. Euratom Antlaşması’nın 40’ıncı Maddesi uyarınca hazırlanan program aslında Komisyon tarafından AB içeresindeki nükleer yatırımların izlenmesi amacını taşıyor. Ancak bu rapor Mart 2011’deki Fukuşima nükleer felaketi sonrası ilk rapor olduğu için merakla bekleniyordu.
Bilindiği gibi, AB’nin ilk temellerinin atıldığı döneme uzanan nükleer hikayesi özellikle Fukişima sonrası uzun süre tartışılmış, kamuoyu tepkisi nedeniyle bazı üye ülkelerde nükleer enerji kullanımını sınırlandırma, hatta sonlandırma kararı alınmıştı. Bugün AB içerisinde nükleer enerjinin durumuna bakıldığında üye ülkelerin yaklaşık yarısının nükleer enerji kullandığı görülüyor. AB’de üretilen elektriğin yüzde 27’si nükleer enerjiden ve yine aynı oranda yenilenebilir enerjiden kaynaklanıyor. Bu durum AB’yi elektriğinin yarısından fazlasını sera gazı emisyonu olmaksızın üretebilen ekonomiler arasında üst sıralara yerleştiriyor.
Daha net bir tablo ortaya koymak gerekirse, AB’nin 14 üye ülkesinde toplam 129 nükleer santral bulunuyor. Ortalama yaşı 30 olan bu santrallerin toplam kapasitesi ise 120 GWe. Hâlihazırda Finlandiya, Fransa ve Slovakya’da 4 nükleer santralin inşası devam ederken, Finlandiya, Macaristan ve Birleşik Krallık’ta yeni santrallerin yapımı için izin süreci devam ediyor. Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Litvanya, Polonya ve Romanya’da ise yeni nükleer santraller planlama aşamasında. Bu da önümüzdeki dönemde AB’nin elektrik üretiminde nükleer enerjiye güvenmeye devam edeceğini gösteriyor. Ancak özellikle Fukuşima sonrası bazı üye ülkelerin nükleer enerji kullanımını azaltacaklarını ya da nükleer santrallerini kapatacaklarını açıklamaları, 2025 sonrasında AB’deki elektrik üretiminde nükleerin payının yüzde 20’ye düşeceğini gösteriyor.
Nükleer teknolojide küresel lider konumundaki AB’de nükleer enerji 400 bin ila 500 bin kişiye istihdam sağlıyor. AB’de 2025 sonrasında nükleer enerji kullanımı düşerken dünyanın çeşitli bölgelerinde yükselmesi bekleniyor. 2050 yılına kadar küresel pazarda nükleerle ilintili yatırım miktarının 3 trilyon avroya erişeceği öngörülüyor. Hatta 2040 yılına kadar sadece Çin’in nükleer kapasitesinin 125 GWe yükselmesi bekleniyor. Bu AB’nin (120 GWe), ABD’nin (104 GWe) ve Rusya’nın (25 Gwe) hâlihazırdaki kapasitesinin üzerinde. Dolayısıyla mevcut küresel pazar düşünüldüğünde AB’nin nükleer teknolojideki üstünlüğünü korumasının önemi ortaya çıkıyor.
Nükleer Güvenlik Esas
Bir önceki PINC raporunun 2008 yılında yayımlandığı düşünüldüğünde son rapora kadar geçen sürede nükleer enerji ortamında önemli gelişmeler olduğunu belirtmek gerekiyor. AB içerisinde nükleer güvenlik ve stres testleri öne çıkarken, güvenlik sadece kaza ve radyoaktif sızıntı riskinin azaltılmasını değil, aynı zamanda nükleer tesislerin sökülmesini, radyoaktif atığın yönetimini, kamuoyu ve vatandaşlar için güvenliğin yanı sıra şeffaflığın sağlanmasını içeriyor. Örneğin 2025 yılına kadar hâlihazırda faaliyette olan 129 nükleer santralden 50’sinin kapanması bekleniyor. Kendi sınırları içerisinde aktif olan veya olmayan nükleer santral bulunan ve ülkelerin bunun için ayırdığı kaynak ise 133 milyar avro. Bu rakamın toplam maliyetin yüzde 52’sine denk geldiği tahmin ediliyor.
PINC raporunda öne çıkan bir diğer husus, üye ülkelerin üçüncü ülkelerle nükleer enerjiyle ilgili yaptıkları uluslararası anlaşmaları tamamlamadan önce Komisyon tavsiyesine başvurmaları. Komisyon tarafından yapılan açıklamada nükleer güvenlikle ilgili yeni düzenlemeler de dikkate alındığında, başlangıç aşamasında Komisyon görüşünün alınmasının ilgili anlaşmaların zamanında tamamlanabilmesini sağlayacağı belirtiliyor. Bilindiği gibi üçüncü ülkelerle yapılacak anlaşma, Euratom Antlaşması’nın uygulanmasını engelleyecek maddeler içermesi halinde zaten Komisyon tarafından hazırlanan görüş ilgili üye ülkeye iletiliyor. Komisyon’un itiraz ettiği ve uygun görmediği maddeler düzeltilmeden üye ülkenin bu anlaşmayı tamamlamaması gerekiyor.
Sonuç olarak düşük karbon teknolojisi, kaynakların çeşitlendirilmesiyle enerji arz güvenliğinin sağlanmasına yaptığı katkı dikkate alındığında nükleer enerjinin 2050 yılına kadar AB’nin enerji sepetinde yer alamaya devam edeceğini söylemek mümkün. Bugün dünyada nükleer güvenlik konusunda en sıkı düzenlemelere sahip olan AB’nin önünde eskiyen nükleer santrallerin sökülmesi, yenilenmesi gibi maliyetler dururken, Çin, Hindistan gibi nükleer enerjiye önümüzdeki dönemde yatırımlarını artırmayı planlayan ülkelere güvenli ve gelişmiş nükleer teknolojilerin satılabilmesi için Ar-Ge faaliyetlerine yatırım yapılmaya devam edilmesi gerekiyor. Öte yandan Akkuyu’daki ilk nükleer santralinin inşasında ilerlerken, ikincisini Sinop’ta kurmak üzere hükümetlerarası anlaşmayı onaylayan Türkiye kendine nükleer bir gelecek çizmeye başladı. Ancak adımlar atılırken bununla ilgili yasal mevzuatın AB düzenlemelerinin gerisinde olduğunu hatırlamak gerekiyor. Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun taslağı, nükleer enerji ve radyasyon alanında bağımsız düzenleyici bir kurum kurulmasına ilişkin çerçeve kanun taslağı henüz kabul edilmedi. AB üyeliği yolunda ilerleyen Türkiye’nin de nükleer enerjide önce güvenlik prensibinin benimsediğini göstermesi gerekiyor.