İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
1-15 NİSAN 2017

AB GÜNDEMİ: Doğu Avrupa’dan Esen İlliberal Rüzgâr AB’nin Temellerini Sarsabilecek mi?

Doğu Avrupa’dan Esen İlliberal Rüzgâr AB’nin Temellerini Sarsabilecek mi?

4 Nisan tarihinde Macaristan Parlamentosunda kabul edilen bir düzenlemeyle kıtanın en AB yanlısı yükseköğrenim kurumlarından birinin, Budapeşte merkezli Orta Avrupa Üniversitesinin (CEU) kapatılmasının önü açılırken AB çapında sert protestolar gün yüzüne çıktı. Mesele üniversite meselesi değildi; kitleleri sokağa döken Doğu Avrupa’da yükselen illiberal demokrasiydi.

Belki de Soğuk Savaş döneminden bu yana ilk defa Avrupa siyasetinde Doğru Avrupa ülkelerindeki gelişmeler bu denli gündem belirleyen bir hal aldı. Politico, Euractiv gibi AB gündeminin nabzını tutan yayın portalları, internet sitelerinin en tepesine Trump, Le Pen veya AB kurumlarından gelişmelerdense gergin, agresif ve merak uyandırıcı durumdaki Macaristan ve Polonya’yı taşıyor. Çünkü bu ülkelerdeki artan AB karşıtı tutum ve AB kurumlarının yönetimindeki yalpalama hali; AB’nin hâlihazırda içerisinde olduğu varoluşsal krizin net bir yansıması.

2010 yılından bu yana Macaristan Başbakanı olarak görevini sürdüren Victor Orban, AB’yi Brüksel’den yöneten ultra-elit avrokratlara savaş açan popülist muhafazakar cephenin sembol ismi haline geldi. Benzer söylemleri benimseyen Geert Wilders, Marine Le Pen ve Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partisi de Kale Avrupası’nın surlarını sıkça aşındırmakta olsa da; Avrupa’da hiçbir AB karşıtı liderin söylemlerini uygulamaya geçirme becerisi ve fırsatı Orban kadar yüksek değil.  Aslında Orban’ın başlattığı taarruz sadece AB’ye karşı değil, AB’nin taşıdığı liberal demokrasi, çok kültürlülük ve çoğulculuk gibi değerlere karşı görülüyor. Orban’ın ve Macaristan hükümetinin benimsediği bu politika siyaset bilimi literatüründe illiberal demokrasi olarak net şekilde tanımlandı bile. İlliberal demokrasi Macaristan sınırlarını aşarak diğer Visegrad Grubu ülkelerine de her geçen gün daha da derinden penetre ederken; Polonya yetkili makamları Varşova’dan bir Budapeşte yaratma arzularını sesli olarak dillendirmekten geri durmuyor.

Orban Tarzı Demokrasinin Karakteristik Özellikleri

Yükselen popülizm ve AB karşıtı ulusalcılığı/korumacılığı harlayan, Orban usulü illiberal demokrasinin dinamiklerini iyi incelemek; hem AB’nin geleceğini garanti altına almak için benimsemesi gereken tutumu hem de Türkiye gibi gelişmekte olan demokrasilerin karşı karşıya olabileceği dönüşümleri karşılaştırmalı değerlendirmek açısından kritik. Orban usulü, yakın dönem illiberal akımda iki kritik güdünün öne çıktığını belirtmek mümkün: yabancı karşıtlığı ve temel haklarda geriye gidiş.

Hatırlanacağı üzere, Orban’ın ilk flaş çıkışlarından biri, Sırbistan ve Hırvatistan ile olan kara sınırlarına devasa dikenli teller çekme kararı olmuştu. Bu “çılgın proje”yi nefret söylemine varan göçmen ve yabancı karşıtı sert demeçler takip etti, demeçlerin dozu her geçen gün daha da sertleşirken göçmenlere yönelik idari ve fiziksel uygulamalarda da benzer tutum öne çıktı. Macar kolluk birimlerinin ülkeye giriş yapan sığınmacılara olumsuz tutumu uluslararası insan hakları örgütleri tarafından düzenli olarak raporlandı; BM, ABD, AB ve Almanya gibi kritik aktörler tarafından tedirginlikle karşılandı.

Nitekim bu tutum, Orban’ın AB karşıtı tutumunu körüklemesi ve duruşunu konsolide etmesi açısında; popülerliğini artırması bakımından istediği yönde sonuçlar verdi. Orban tarzı illiberal demokrasinin ikinci kritik niteliğini oluşturan temel haklarda geriye gidiş noktasında ise ifade/basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü alanları namlunun ucundaydı. Orban bu bağlamda ilk olarak muhalif ve objektif basın kuruluşlarını radarına aldı. Baskıcı dil ve uygulamalarla dönüştürülen ana akım basın kuruluşları güncel durumda Orban’ın etkin propaganda aygıtlarına evrilirken; kamu basın yayın organları ise bu propaganda makinasının en temel unsurları haline geldi. İkinci olarak ise hukukun üstünlüğü ve liyakat anlayışının gerilemesiyle, yargı ve yasama gücünün iç siyasette baskı silahına dönüşmesi karakteristik bir illiberal demokrasi semptomu olarak dikkat çekti. Bu durum benzer yapıdaki ülkelerde de öne çıkıyor. Polonya’daki durum, es geçilmemesi gereken bir örnek.

AB’de okların çevrildiği, illiberal demokrasi rüzgarının estiği diğer kritik ülke olan Polonya’da halihazırda iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi’nin, seçimlerin ardından ilk sansasyonel hamlesi; Polonya Anayasa Mahkemesinin yargılama usullerine ve yapısına ilişkin değişikliğe gitmesi oldu. Bu durum başta Avrupa Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans olmak üzere AB çevrelerinin dikkatini çekmişti. Polonya’nın geri adım atmaması ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmemesi halinde, Polonya’nın Konseydeki oy hakkının kısıtlanması öngörülüyor.

İlliberal Dönüşümün İz Düşümü: Orta Avrupa Üniversitesi Tartışmaları

Polonya, Macaristan, Slovakya gibi, AB karar alma mekanizmasında ikincil güçteki ülkeler son dönemde sansasyonel ve gündem oluşturucu çok sayıda gelişmeye sahne olsa da bunlar arasında en fazla yankıyı Budapeşte merkezli Orta Avrupa Üniversitesinin kapatılmasının önünü açan yasal düzenleme buldu. Düzenleme, bir bakıma yukarıda bahsi geçen bütün etkenlerin iz düşümü.

Macaristan’da faaliyet gösteren yabancı yükseköğretim kurumlarını hedef alan yeni yasal düzenlemeyle birlikte, özel bir yabancı yükseköğretim kurumu olan Orta Avrupa Üniversitesinin, ABD bağlantısı törpülenmediği takdirde, kapatılması gündemde. Bu durum, Macaristan’da binlerce kişinin sokaklara dökülmesine, dünyanın çok sayıda prestijli akademik kurumun kınama mesajları yayımlamasına, AB kurumlarının sert değerlendirmelerde bulunmasına sebep oldu. Gerçekleştirilen düzenleme, eğitim/öğrenim hakkına müdahale olarak kabul edildi. Nitekim bu gelişmeye gösterilen yoğun protesto, son yıllardaki illiberal eğilime yönelik genel bir tepkiydi.

Konu Avrupa Komisyonu ve AP’de de oldukça ciddi bir yankı buldu ve gündeme taşındı. Özellikle Orban’ın partisi Fidesz’in de üyesi olduğu, AP’nin merkez sağ kanadı Avrupa Halklar Partisi’nin (European People’s Party – EPP) pirincin taşlarını ayıklaması gerekecek. Orban’ın, EPP kültürünün önemli bir parçası olduğunu öne sürenler ile Orban’ın bu sefer aşırıya kaçtığını savunanlar karşı karşıya gelmiş durumda. EPP meseleyi 29 Nisan’daki liderler toplantısında masaya yatıracak.

Komisyon, Doğu Avrupa’daki bu ve benzeri illiberal eğilimlere katı ama hantal yaklaşıyor. Mülteci krizi, Brexit süreci ve AB’nin geleceği tartışmalarına boğulan Komisyon, Polonya’daki ve Macaristan’daki gelişmelere etkin ve pratik karşılık vermekte tutuk bir performans sergiliyor. Komisyon, bu üye ülkelere yönelik tehditlerini, siyaset düzleminde sürdürürken mali yaptırım tehditleri henüz gün yüzüne çıkmıyor. Nitekim, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi çok sayıdaki gelişmekte olan Üye Devletin yapısal reform gücünün ve ekonomisinin AB fonlarına ve AB’nin sağladığı ticaret avantajlarına bağlı olduğunu hatırlamakta fayda var.

Günün sonunda AB entegrasyon projesinin temel hak ve özgürlüklere bağlı bir değerler bütününe dayandığını her kesimin hatırlaması gereken bir dönemi deneyimliyor uluslararası sistem. Bir ülkenin AB üyeliğine aday olabilmesi için dahi bu temel değerleri düzenleyen Kopenhag kriterlerine uyum sağlaması gerekiyor. Türkiye’den de bu beklenmişti ve adaylığın kazanıldığı tarihten bu yana da Türkiye’nin bu kriterlere uyumu AB kurumları tarafından izleniyor. Dolayısıyla Üye Devletlerin de bu uyumu en ileri seviyeye taşıdığını garanti alan denetim mekanizmaların tesisi, AB projesinin geleceğinden bahsedebilmemiz için birincil öncelik olarak öne çıkıyor. 

Ahmet Ceran, İKV Uzmanı