AB “Kömürsüz” Bir Gelecek Arayışında
Dünya gündemi oldukça yoğun ve karmaşık. Trump sonrası dünyada işbirliği alanları daralırken, popülist siyasi akımlar gücünü artırırken, iklim değişikliği ile mücadele istenilen seviyeye ulaşamıyor. Buna rağmen, Türkiye’nin imzaladığı ancak henüz onaylamadığı Paris Anlaşması, ülkeler üzerinde yaptırımı olmayan bir metin olsa da, düşük karbon ekonomisinin ve küresel iklim değişikliği ile mücadelenin hala bel kemiğini oluşturuyor. Hâlihazırda 145 ülke tarafından onaylanan ve aralık ayından itibaren yürürlükte olan anlaşma, küresel çapta ileriye dönük atılmış önemli bir adım.
Bonn’da iklim müzakereleri mayıs ayında başladı. 18 Mayıs’a kadar devam edecek müzakerelerde öne çıkan konuların başında Paris Anlaşması ve BM’nin “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” çerçevesinde yüzde 100 temiz enerji ekonomisine geçiş sürecinde atılması gereken adımlar. Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden bu yana sarfedilen çabalar oldukça yetersiz. Yerel yönetimler, şirket yöneticileri, destekçi konumundaki finans kuruluşları, bankalar bu mücadeledeki en önemli aktörler. İklim mücadelesinin dik durması ise tamamen siyasi iradeye bağlı. Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çekilme riski hala devam ediyor ve bu noktada Trump’ın bu ay gerçekleşecek G7 Zirvesinde açıklayacağı karar merakla bekleniyor.
Küresel ölçekte bilimsel verilerin daha hızlı hareket edilmesi gerektiği konusundaki uyarısı devam ediyor. Paris Anlaşması müzakerelerinin sürdüğü BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 22’nci Taraflar Konferansı (COP 22) sırasında 2016 yılının rekor bir seviyede en sıcak yıl olma ihtimaline ilişkin bir bilgi paylaşmıştı. AB programı Copernicus tarafından bu bilgi tekrarlanmış ve 2017 yılı ocak ayında kayıtlara geçen en sıcak yıl olarak açıklanmıştı. Geçen yıl Uluslararası Enerji Ajansının açıkladığı verilere göre, 2015 yılında hesaplanan CO2 miktarının, 1800’lü yılların ortalarındaki miktardan yüzde 40 daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu oranda kömür ve doğalgaz kullanımın etkili olduğu ve sadece kömür kullanımının 2002-2014 yılları arasında yüzde 39’dan yüzde 46’ya ulaştığı açıklanmıştı. Aynı şekilde enerji yatırımlarının büyük bir çoğunluğu hala fosil yakıta yönelik olmaya devam ediyor. Buna karşın, yenilenebilir enerji özellikle Paris Anlaşması ile beraber bu yarıştaki yerini ikinci sırada tutmayı başarıyor. Nitekim, petrol ve doğalgaza aktarılan yatırımlar, 2015 yılında küresel ölçekte toplam 513 milyar dolar olurken, yenilenebilir enerjiye yatırım miktarı aynı yıl 313 milyar dolar olarak kayıtlara geçti. Nükleer enerjiye yatırım ise 21 milyar dolar civarında.
AB’de Elektrik Üreticileri Desteğini Kömürden Çekecek
AB’de bazı üye ülkelerin ulusal politikalarında aşamalı olarak nükleer enerjiden vazgeçme seçenekleri gündemdeyken, mevcut süreçte enerji üretiminde yüzde 28,8 oranla nükleer önde. Yenilenebilir enerji payı üretimde yüzde 24,9 ile ikinci sırada olurken, doğalgazınki yüzde 14,9 ve petrol ürünlerininki yüzde 10,7 olarak listede yerini alıyor. İthal kömüre bağımlılık oranı AB’de de hala yüksek. Nitekim 2014 yılında bu oran yüzde 67,9 olarak kaydedildi.
Buna karşın, Paris Anlaşması ile devletler kendi aralarında ittifaklar yaparken, kömürden vazgeçmeye yönelik ilk sinyaller AB’den gelmeye başladı. Geçtiğimiz ay AB’nin önemli elektrik üreticilerinin üye olduğu Avrupa Elektrik Üreticileri Derneği (EURELECTRIC) 5 Nisan 2017 tarihli resmi açıklamasında, Avrupa elektrik sektörü olarak, Paris Anlaşması kapsamında düşük karbon ekonomisine geçiş ve emisyonların azaltılması adına 2050 yılına kadar karbon nötr üretim sistemleri sunma ve daha güvenilir elektrik tedarik etme taahhüdünde bulundu. 2020 yılından itibaren ise yeni kömür santrallerine yatırım yapmama kararı aldığını açıkladı. Aynı şekilde Avrupa’da kömür lobisi olan Avrupa Kömür ve Linyit Birliği (EURACOAL)’un Genel Sekreteri Brian Ricketts, Aralık 2015’te Paris Anlaşması müzakereleri sırasında kömür sektörü olarak dünyada artık “köle taciri” olarak anılabileceklerini açıklamıştı.
Tablo: AB’de 1990-2015 Arasında Kaydedilen CO2 Miktarındaki Değişim
Kaynak: Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi
*Türkiye İstatistik Kurumu, Nisan 2017
AB’nin özellikle 2020 yılına ait iklim ve enerji hedeflerine büyük bir oranda yaklaştığı belirtilebilir. Ancak AB için 2030 yılı ve sonrası önemli bir sürece işaret ediyor. Bu noktada AB’nin mevcut politikalarla uzun vadede Paris Anlaşması’nın uygulanmasına katkı sağlayamayacağı resmi kaynaklarda belirtilen bir sorun. Avrupa Çevre Ajansının verilerine göre, 2020 yılında, 1990 yılına kıyasla yüzde 20’lik emisyon azaltım hedefinin üzerine çıkılacağı ancak 2030 yılına ait yüzde 40’lık azaltım taahhüdünün gerçekleştirilemeyeceği hatta yüzde 26 gibi düşük bir oranda kalacağı açıklanıyor.
Türkiye’deki Durum
Günümüzün en önemli konusu olan iklim değişikliğinin etkilerini dünyanın çeşitli yerlerinde gördüğümüz gibi Türkiye’de de artık daha fazla hissetmeye başlıyoruz. TEMA’nın verilerine göre, Türkiye olarak son 13 yılda 2,4 milyon hektar tarım arazisini kaybettik. Bu rakamın, Türkiye’deki tarım topraklarının yaklaşık yüzde 10’una denk geldiği açıklanıyor. Türkiye, tarım arazilerindeki bu azalışa ek olarak kömür yatırımlarına ev sahipliği yapan bir ülke olarak göze çarpıyor.
Linyit kömüründe dünya sıralamasında ilk ona giren Türkiye, EURACOAL üyesi Almanya, Polonya ve Yunanistan’dan sonra Avrupa’da linyitte dördüncü sırada. İthal kömürde ise Almanya’dan sonra ikinci sırada. Ülkemiz 2015 yılında 41,8 milyon ton linyit üretmiş, kömür ithalatında ise 2005 yılından beri verilerini ikiye katlanmış bir ülke. 2015 yılında çelik üretimi, termal güç santralleri ve sanayi sektörü için 31,5 milyon ton kömürün Rusya, Güney Afrika ve hatta Avusturalya ve Kolombiya’dan ithal edildiğini ekleyelim.
Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı 17 Nisan 2017 tarihli son verilerde, Türkiye’nin toplam seragazı emisyonu bir önceki yıla göre artış göstererek 475,1 milyon ton CO2 eşdeğeri seviyesine ulaşmış durumda. Açıklanan envanter sonuçlarına göre, 1990-2015 yılları arasındaki emisyon artış oranı bir önceki veriye kıyasla yüzde 2 artarak yüzde 122’ye yükseldi. Sektörel dağılımda Türkiye’de enerji sektörü yüzde 71,6 ile en büyük paya sahip emisyon üreticisi konumunda iken, enerjiyi yüzde 12,8 ile sanayi, yüzde 12,1 ile tarımsal faaliyetler ve yüzde 3,5 ile atık takip ediyor. Türkiye’de kişi başı emisyon oranımız ise 2015 yılında 6,07 ton. Ayrıca enerji kullanımı kişi başına 3,2 ton olan AB’ye kıyasla 1,7 ton ile düşük seviyede kalırken, enerji talebi giderek artan bir Türkiye karşımızda.
Küresel emisyonların azaltılması en temel meselelerden biri olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’deki bu durumun dikkate alınması ve iklim değişikliği konusunun Türkiye gündeminin ilk sırasında yer alması gerektiği ortadadır. Dünya genelindeki en büyük 20 emisyon üreticisi ülke arasında dikkat çeken Türkiye’nin gerek EURACOAL gerekse EURELECTRIC üyesi olduğu hatırlandığında, temiz enerjiye dönüşüm sürecinde yenilenebilir enerji pazarında yerini alması şart.
İlge Kıvılcım, İKV Uzmanı