İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
16-30 HAZİRAN 2017

TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: Türkiye-AB İlişkilerinde Detant Dönemi: Koşullar Değişmeden Sonuçlar Değişebilir mi?

Türkiye-AB İlişkilerinde Detant Dönemi: Koşullar Değişmeden Sonuçlar Değişebilir mi?

Bugünlerde Türkiye-AB ilişkilerinde mart ayındaki krizden sonra bir yumuşama dönemi yaşıyoruz. Hatırlanacağı üzere, nisan ayının sonunda toplanan AB Dışişleri Bakanları, Türkiye’ye yönelik ılımlı bir söylem benimsemiş; “kapının açık” olduğunu belirtirken, üyelik kriterlerinin de belli olduğunu ve değişmediğini eklemişlerdi. Bunun üzerine NATO Zirvesi için Brüksel’e seyahat eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker ve AB Konseyi Başkanı Tusk ile görüşmüş ve bu görüşmede Türkiye-AB ilişkileri için 12 aylık bir yol haritasının işlerlik kazanması gündeme gelmişti. Bu doğrultuda 15 Temmuz sonrası giderek kötüleşen ilişkilerde tekrar bir hareketlenme başladı. Teknik düzeyde ilk toplantı ise 13 Haziran 2017 tarihinde gerçekleştirilen siyasi diyalog toplantısı oldu. Bu toplantı sonrasında teknik düzeyde görüşmelerin hızlanması ve 6 Temmuz tarihinde Komisyonun Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn’ın Türkiye’yi ziyaret etmesi bekleniyor.

Bir nevi yumuşama ya da “detant” olarak adlandırabileceğimiz bu süreçte Türkiye ve AB’nin yeniden görüşmeye başlaması ve iletişim kanallarının tekrar açılması kuşkusuz ki olumlu bir gelişme. Özellikle gerilimin hızla arttığı ve iletişimin medya üzerinden ve karşılıklı suçlama ve eleştirilerle yapıldığı bir sürenin sonunda normalleşmeye geri dönülmesi, ilişkilerin geliştirilmesi ve hasarın onarılabilmesi açısından bir ön koşul oluşturuyor. Tek başına bir kazanım olarak nitelendirilemese de, yeniden görüşmelere başlanması, ilişkilerin ilerletilmesi açısından başlı başına önemli bir gelişme. Özellikle de mart ve nisan aylarındaki karşıtlık ve çatışma hatırlanırsa...

Ancak burada kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: “Var olan koşullar altında ilişkilerde somut bir gelişme veya ilerleme sağlanabilir mi?” veya farklı şekilde formüle edersek: “İlişkilerde somut bir gelişme veya ilerleme sağlamak için ne yapılması gereklidir? İlişkilerdeki bu yeni yumuşama dönemi daha olumlu gelişmelere vesile olabilir mi?”

Hatırlanacağı üzere, AP geçtiğimiz kasım ayında Türkiye ile katılım müzakerelerinin geçici olarak askıya alınmasını öneren bir tavsiye kararı almıştı. Bu karardan sonra gözler Türkiye ile ilişkiler açısından siyasi kararları belirleyen Genel İşler Konseyine çevrilmişti. Konsey Aralık ayındaki toplantısında, AP’nin bu önerisini benimsememişti. Ancak Konseyin sonuç bildirisine bakıldığında şu ifadeler dikkat çekiyordu:

“Konsey Türkiye ile ilişkilere önem atfettiğini teyit eder… AB demokratik, içerici ve istikrarlı bir Türkiye ile birlikte çalışmaya ve açık diyaloğu devam ettirmeye bağlıdır… Katılım süreci çerçevesinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik reformları için AB, çıpa olarak kalmalıdır… AB bir aday ülke olan Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel özgürlüklere saygı alanlarında en yüksek standartlara saygı göstermesini beklemeye devam eder… Konsey yargının bağımsızlığı ve işleyişi ve ifade özgürlüğü alanlarında devam eden geriye gidişten özellikle endişelidir… Konsey 30 Haziran 2016’da 33 numaralı faslın açılmasını memnuniyetle karşılar… Hâlihazırda geçerli olan koşullar altında, yeni fasılların açılması düşünülmemektedir…”

Bu ifadelerle Konsey, müzakereleri askıya alma ya da dondurma yönünde resmi bir karar almasa da, filli olarak müzakerelerde, mevcut koşullar altında bir ilerleme olmayacağını da belirtmiş oluyordu.

Nisan sonunda Malta’da gayriresmî “Gymnich” toplantısında bir araya gelen AB Dışişleri Bakanları ile Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve Komisyon Başkan Yardımcısı Mogherini, referandum sonuçlarına saygılı olduklarını belirttiler ve Türkiye’ye kapının açık olduğu mesajını verdiler. Bunun yanında, 16 Nisan’da referandumda kabul edilen anayasal değişikliklerin Avrupa Konseyi içtihadı ile uyumlu ve toplumun tüm kesimlerini içeren, katılımcı bir şekilde gerçekleştirilmesi beklentilerini ifade ettiler ve Türkiye ile yapıcı işbirliği içinde olmak isteklerini belirttiler. Müzakere sürecinin askıya alınmadığını hatırlatan Dışişleri Bakanları, üyelik kriterlerinin belli olduğunu ve insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, medya özgürlüğü gibi çeşitli unsurları içerdiğini vurguladılar. Yani özetle; “Türkiye’ye kapımız açık ama bu kapıdan geçip geçemeyeceği, AB kriterlerine uyumuna bağlı” demiş oldular.

Mevcut koşullar değişmedikçe, yani Türkiye’de terörle mücadele alanında ilerleme kaydedilip güvenlik endişeleri giderilinceye ve olağanüstü hal kaldırılarak demokratik reform sürecine geri dönülünceye kadar AB sürecinde gerçek bir ilerleme olması mümkün gözükmüyor. Ancak Türkiye’de gerek siyasilerin gerekse halkın şundan da emin olması gerekiyor: Türkiye eğer yine AB kriterleri rotasına geri dönerse AB bunu değerlendirecek ve üyelik müzakerelerini nihai hedefe doğru hızlandıracaktır. AB’nin bugüne kadarki uygulaması ise ne yazık ki ilişkilerde güveni ortadan kaldırmış durumda. Yani Türkiye’de büyük çoğunluk AB üyeliğini desteklese de, üyeliğin gerçekleşmesini olası görmüyor. İKV’nin 2016 yılında yaptırdığı kamuoyu araştırmasında katılımcıların yüzde 75’i AB üyeliğini desteklediklerini ifade ederken, sadece yüzde 30’luk bir bölümü üyeliğin yakın bir gelecekte gerçekleşeceğini umduklarını belirtmişti. Türk halkı, AB’nin Türkiye’ye adil ve objektif davranacağına inanmazsa, AB üyelik hedefinin dönüştürücü gücünü devam ettirmek zor gözüküyor. Üstelik AB içinde bazı Üye Devletlerde dahi AB değerlerinden uzaklaşma yaşandığı mevcut durumda AB’nin inandırıcılığını sağlamak daha da zor. AB’ye karşı bugüne kadar oluşmuş olan güvensizlik ve şüphe, Türkiye’de siyasilerin rahatlıkla kullanabileceği ve üzerinden popülist siyaset üretebileceği bir kaynağa dönüşmüş durumda. O açıdan AB yetkili organlarının yukarıda yer alan ifadelerinin ne kadar etkili olduğu başlı başına bir soru işareti oluşturuyor.

Yine de, Orta Doğu’daki karışıklık, savaş ve çatışmalardan etkilenen, kendi içinde bir darbe teşebbüsü yaşayan ve olağan siyaset koşullarına henüz dönemeyen Türkiye için AB kapısının az da olsa açık olduğunu bilmek sevindirici. Türkiye’de hükümet tekrar reform sürecine geri dönecek duruma geldiğinde ya da bu zorunluluğu hissettiğinde, AB kriterleri ve uyum süreci bir kaldıraç görevini görebilir ve görece olarak istikrarlı bir çıkış yolu sunabilir.

AB ile Kriz Gündemi Her An Geri Dönebilir… AP Raporu ve Sonrası

Türkiye -AB ilişkilerin bir özelliği, bir türlü nihai hedef olan üyeliğe ulaşamaması ise, bir diğeri de ne kadar ciddi krizler yaşanırsa yaşansın, bir şekilde devam etmesi olabilir. AB sürecimiz açısından iki önemli rapor her yıl yayımlanıyor: Birincisi Avrupa Komisyonunun hazırladığı ve ekim-kasım aylarında yayımlanan ilerleme raporu, ikincisi ise AP’nin Avrupa Komisyonunun raporu hakkında hazırladığı rapor. İşte bu rapor, bu sene oldukça gecikmeli olarak AP gündemine geldi. Rapor, AP’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde kabul edildikten sonra 5 Temmuz günü AP Genel Kurulu’nda görüşülecek ve 6 Temmuz’da oylanacak. Geçtiğimiz senelerde, raporlarda 15 Nisan 2015’te kabul edilen Ermeni soykırımı iddialarını tanıyan AP kararına atıf yapılması, Türkiye’de tepkiyle karşılanmış ve raporun iade edilmesine yol açmıştı. Bu seneki raporun da bu atfı yinelemesi, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve temel özgürlükler alanında oldukça eleştirel olması ve anayasa değişikliklerinin değiştirilmeden uygulanması halinde, Türkiye ile müzakerelerin resmen askıya alınması çağrısında bulunması muhtemelen ülkemizde hoş karşılanmayacak ve rapor, ilgili makamlar tarafından kınanacak. İlişkilerde üst üste yaşanan krizler sonrasında AP raporunun da kısmi bir sarsıntı yaratması muhtemel. Ancak yeni bir krizin daha gündemi uzunca bir süre meşgul etmesi zor gözüküyor. Üstelik AB’nin lider ülkelerinden Almanya ile karşılıklı gerginlik ve sorunların devam ettiği bir ortamda, yeni bir yükselme gerek bizler gerekse AB’li dostlarımız açısından arzu edilir olmayacaktır.

Yazıya son vermeden önce, başlıkta yer alan soruya geri dönelim. Mevcut koşullar değişmeden, ilişkilerde gerçek bir ilerleme mümkün mü? Üyelik müzakerelerini gerçek müzakereler haline getirmeden, yani açılış ve kapanış kriterleri esasında açık ve net bir hedefe yönelik olarak ilerleyen bir sürece işlerlik kazandırmadan, Türkiye-AB ilişkilerinde gerçek bir ilerleme mümkün değil. Bunu sağlamak için de mevcut koşulları değiştirmek gerekiyor. Yani, Türkiye’nin demokratikleşme gündemine geri dönmesi, adaleti temin eden hukuk devleti yapısını yeniden kurması ve temel özgürlüklere saygıyı esas kılması gerekiyor. AB’nin ise Türkiye ile bugüne kadar uyguladığı “yapıcı belirsizlik” yaklaşımını bir yana bırakarak, açık ve samimi bir üyelik perspektifi sunarak, süreci rayına oturtmak için çaba göstermesi gerekiyor. Aksi takdirde, koşullar değişmemiş olur ve sonuçlar da aynı kalır: Yani bitmek bilmeyen krizler, çatışmalar ve kınamalar devam eder, ilişkilerde arpa boyu yol gitmemiş oluruz.

Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri