TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: AP Türkiye Raporu ve Ötesi: İlişkilerde İlkeli Pragmatizmin Geleceği
AP Türkiye Raporu ve Ötesi: İlişkilerde İlkeli Pragmatizmin Geleceği
6 Temmuz 2017 tarihinde Türkiye-AB ilişkilerinin son dönemindeki en olumsuz gelişmelerden biri yaşandı; AP büyük bir çoğunlukla, 64’e karşı 477 oyla, üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını tavsiye eden 2016 Türkiye Raporu’nu kabul etti. Hemen akabinde Türk yetkili makamlarından yanıt gecikmedi; AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, raporun kendileri açısından yok hükmünde olduğunu ve AP’ye iade edileceğini ifade etti. AB Bakanı Çelik’in açıklamalarını benzer tonda sert demeçler takip etti. Karar verici ve siyasi temsilci olarak, böylesi sert tonda bir AP Raporu’na karşı ilk etapta yok sayan söylemi tercih etmek; uluslararası ilişkiler, diplomasi ve uluslararası hukukun karşılıklılık ilkesi çerçevesinde kabul edilebilir ve makuldür. Ancak kamu kurumlarındaki ilgili politika üreticilerinin, alternatif politika ve görüş ortaya koymakla yükümlü sivil toplum temsilcilerinin ve AB ülkeleri ile doğrudan yoğun iş ilişkisi içerisindeki özel sektör mensuplarının raporu yok sayma lüksü bulunmuyor. Tam tersine, 28 AB ülkesinin vatandaşlarını temsil eden AP’nin yayımladığı bu raporun detaylarını irdelemekte, taraflar arası ilişkilerin her boyutta sağlıklı sürdürülebilmesi açısından büyük fayda var. Özellikle AP Raporu’nun, Türk yetkililerle AB kurum temsilcilerinin karşılıklı diyalog ve işbirliği deneyimlerinin arttığı ve ilişkilerin normalleşmeye başladığı bir dönemde kabul edilmiş olması, bu kararın ötesinde ilişkilerin geleceğini masaya yatırma gerekliliği doğuruyor.
AP Raporu’nun geniş bir fotoğrafını çekmeden önce net bir şekilde belirtilmelidir ki; AP’nin verdiği tavsiye niteliğindeki karar, kesinlikle Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin askıya alındığı anlamına gelmiyor. Bu rapor, bir bakıma AP’nin Konsey ve Komisyona ilettiği tavsiyelerdir ve müzakerelerin askıya alınması gibi ulusal egemenliğe ilişkin bir karar, AB hukukunun şu anki yapısında sadece 28 AB üyesi ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından nitelikli çoğunlukla alınabilir. Güncel konjonktürde de Avusturya dışında, böyle gerçek dışı bir gelişmeyi destekleyen herhangi bir AB üye ülkesi bulunmuyor. Diğer yandan ise AB’nin üç temel kurumundan biri olan AP’yi tamamen yok saymak doğru bir yaklaşım gibi görünmüyor. Nihayetinde AB karar mekanizmasında Türkiye’yi de doğrudan etkileyen pek çok konuda AP’nin onayı gerekiyor. Örneğin, Türk vatandaşlarının vizesiz Avrupa hayalinin gerçekleşebilmesi için, vize serbestliği kararının verilebilmesinde AP'nin onayı, Konseyin de nitelikli çoğunluklu oyu. Dolayısıyla Türkiye-AB ilişkilerinde “yakan top” mahiyetine bürünen son Türkiye Raporu’nun satır aralarını doğru okumak, sadece raporun içeriğini anlamak için değil, AP’nin yaklaşımının nasıl değiştirilebileceğine ve daha geniş perspektifte AB vatandaşlarının nasıl etki altına alınabileceğine ilişkin de değerli ipuçları sunabilir.
AP Türkiye Raporu’nun Satır Araları
6 Temmuz tarihinde yayımlanan AP Türkiye Raporu’nun içeriğinde yer alan eleştiri ve değerlendirmelere bakıldığında aslında çok da yeni bir söylemle karşı karşıya olunmadığını; hatta bazı paragrafların, geçtiğimiz yıl kabul edilen 2015 Türkiye Raporu ile aynı olduğunu belirtmek gerekir. Aslında son yıllarda AB kurumları tarafından Türkiye’ye ilişkin yayımlanan değerlendirme ve ilerleme raporlarının büyük bölümünde benzer, yapıcı olmayan dil öne çıkıyor. Burada belki vize serbestliği diyaloğunun işleyişine dair yayımlanan yıllık değerlendirmeleri ayrı tutmak gerekir. Türkiye ile AB kurumlarının o dönemki işbirlikleri, kazanılan reform ivmesi ve konjonktürün etkisiyle vize serbestliği raporlarında daha yalın, iyimser ve yapıcı bir dil kullanıldığı göze çarpıyor. Bütün sıradanlığına rağmen Türkiye Raporu’nun AP Genel Kurulu’nda kabul edildiği saniye bütün ana akım medya kuruluşlarının internet sitelerine “son dakika” haberi olarak düşmesinin asıl sebebi, AP’nin çok büyük bir çoğunluk oyuyla, üyelik müzakerelerini askıya almayı tavsiye etmesiydi.
İlgili raporda, müzakereleri askıya alma vurgusu iki ayrı çerçevede yapılıyor. İlk olarak, AP’nin Kasım 2016’da aldığı aynı nitelikteki müzakereleri durdurma kararı hatırlatılıyor. İkinci olarak ise Anayasa reform paketinin değiştirilmeden uygulanması halinde müzakerelerin gecikmeden askıya alınması çağrısı yapılıyor. Bu ikinci durum yeni bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor. Malta’da gerçekleşen son AB Dışişleri Bakanları Gayriresmî (Gymnich) Toplantısı’nda Üye Devlet ve Komisyon yetkilileri, Anayasa referandumu sonuçlarını onaylayan bir tutum sergilerken AP üyeleri, Venedik Komisyonunun tavsiye ve eleştirilerini dikkate alan bazı değişikliklere gidilmesi çağrısında bulunuyor.
AP Raporu’nun içeriğindeki eleştirilerin çok büyük bir bölümü iki noktaya odaklanıyor; hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunması. Rapor, bu iki alanda gerileme yaşandığını belirterek başlıyor ve eleştirilerin tonu, olağanüstü hal uygulamalarına ilişkin yorumlarda giderek artıyor. Özellikle de olağanüstü hal kapsamındaki tutukluların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5’inci ve 6’ncı maddeleriyle çelişebilecek şartlar altında tutulmasına yöneltilen eleştirilere geniş yer veriliyor. Bağlantılı olarak, raporda eleştiri oklarının yöneltildiği bir diğer kritik mesele de ifade ve basın özgürlüğü. AP, basın özgürlüğü eleştirisini ortaya koyarken Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün güncel Basın Özgürlüğü Endeksi’ni paylaşıyor: Türkiye, 180 ülke arasında basın özgürlüğü konusunda 155’inci sırada. Bütün bu eleştirilerden hareketle, AP üyeleri Türk yetkili makamları olağanüstü hal uygulamasını kaldırmaya ve Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonunu etkin hale getirmeye çağırıyor. Bilindiği üzere, ilgili Komisyonun kurulması yönündeki çağrılar son dönemde Avrupa Konseyi tarafından da dile getirilmişti; karşılığında ise Türk hükümet yetkilileri yakın dönemde Komisyonun uygulamaya geçeceği taahhüdünde bulunmuştu. Bu noktada bağımsız düzenleyici kurumların demokrasinin ve iyi yönetişimin temelini oluşturduğu, dolayısıyla mağduriyetleri gidermeyi amaçlayan bu yapının da en etkin ve bağımsız şekilde çalışması gerektiği dikkate alınmalı.
Olağanüstü hal uygulamalarından bağımsız olarak, Komisyonun düzenli ilerleme raporlarında öne çıkan bazı eleştiriler, AP Raporu’nun özellikle yargı erkine ilişkin kısımlarında da (HSYK’nın ve sulh ceza mahkemelerinin yapısı hakkında) görülüyor. Öte yandan son yıllarda Türkiye’nin gerçekleştirdiği yapısal reformlar sonucu AB kurumlarının eleştiri radarının dışında kalmaya başlayan iki konunun son dönemde AB tarafından buzdolabından çıkarıldığını belirtmek, toplumsal özeleştiri açısından önemli. AP Raporu’nda da bu konulara dair, yani LGBTİ bireylerin hakları ve AİHS’nin 3’üncü maddesine ilişkin ihlallere dair endişeler yer buluyor.
Hak temelli eleştirilerin yanı sıra, AP Türkiye Raporu’nda, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği açısından hayati nitelikte birtakım siyasi ve ekonomik meselelere dair de ipuçları görmek mümkün. En azından bu konularda AP’nin tutumu hakkında bilgi sahibi olmak önemli. İlk olarak, Türk vatandaşlarına vizesiz Avrupa’nın kapılarını açacak vize serbestliği diyaloğu değerlendirmeleri raporda dikkat çekiyor. Daha önce de belirtildiği üzere, vize serbestliğinin gerçekleşmesi için AP’nin onayı bir önkoşul. Dolayısıyla raporda yer alan, “bütün kriterler karşılandığı takdirde vize serbestliğinin mümkün olacağı” vurgusunu olumlu okumak mümkün. Rapor ayrıca Türkiye-AB ilişkilerinde ikinci güncel kritik mesele olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunda AP’nin nasıl bir yaklaşım benimsediğini anlamak açısından da rehber niteliğinde. AP, konunun uzmanlarının öngörülerini boşa çıkarmıyor ve güncellenecek Gümrük Birliği’ne, insan hakları ve temel özgürlükleri koşulluluğun temeli haline getirecek maddeler dâhil edilmesi çağrısında bulunuyor.
Raporda özellikle dikkat çeken son konu ise dış politika. AP tarafından bu alanda ortaya koyulan değerlendirmeler; taraflar arası bütün restleşmeler, dönem dönem tercih edilen “ambargo ve idam retoriği” ve diğer tüm gelgitlere rağmen güçlü ilişkilerin neden varlığını koruduğunu özetler nitelikte. Raporda, Türkiye-AB ilişkilerinin derinleştirilmesi çağrısında bulunuluyor; küresel terörle mücadele ve mülteci krizinin yönetimindeki işbirliklerinin önemi hatırlatılıyor. Ayrıca taraflar arası güçlü işbirliğinin “iki tarafın da istikrar ve refahına yatırım niteliğinde” olduğu vurgulanıyor. Somut olarak ise Dışişleri Bakanı’nın AB Dış İlişkileri Konseyine davet edilmesi çağrısında bulunuluyor. İşbirliğinin dış politikada sonuç verebileceği öncelikli alan ise Kıbrıs meselesi. Raporda tek konuya ayrılmış en uzun bölüm olarak, BM önderliğinde girilen Cenevre süreci ve Kıbrıs meselesinin sonuca bağlanmasına yönelik tavsiyeler ve temenniler göze çarpıyor.
Çatışmacı Retorikten Pragmatik İşbirliği İklimine
Raporun, sert ve yer yer gerçek dışı söyleme dönüşen dili, tavsiyelerin dikkate alınırlığını şüphesiz ki zedeliyor. Bununla birlikte, hem vatandaşlar hem siyasetçiler düzeyinde Türk toplumunda, AB kurumlarından 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında beklenen destekleyici tutumun hâlâ görülmediği kanısı ve “kırgınlığı” hâkim. Yani taraflar arasında karşılıklı iletişim ve anlayış sorunu olduğu muhakkak. Oysaki Türkiye, AB’nin de ötesinde Avrupa sistemini oluşturan bütün kurumların başat bir aktörü olmaya devam ediyor. Bu çerçevede birtakım olağanüstü hal uygulamalarına, AP Raporu’ndakilere çok benzer bazı eleştirilerin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Venedik Komisyonu, AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu ve Avrupa Komisyonu tarafından da yöneltildiğinin altını çizmekte fayda var. Önümüzdeki dönemde bu eleştirilerin dikkate alınması, Türkiye’de demokratik sistemin ve insan hakları rejiminin geleceğinin ötesinde; Türkiye’nin doğrudan uluslararası yatırım çeken ve iş yapma ortamı gelişmiş bir G20 ülkesi olarak konumunu da doğrudan etkileyecektir. Bu noktada Avrupa Komisyonunun, 2016 İlerleme Raporu’ndaki, Türkiye’de iş yapma ortamına ilişkin performansında gerileme olduğu yorumunu da not etmek gerekiyor.
Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu ivme yakalanabilmesi için iletişim sorununun giderilmesi ve karşılıklı sert söylemlerin geride bırakılması, İKV tarafından 2016 yılının ikinci yarısından bu yana düzenlenen çok sayıda ulusal/uluslararası düzeyde beyin fırtınası toplantısında en öne çıkan temennilerden biriydi. AP 2016 Türkiye Raporu, tam da böyle bir atmosferin tesis edilmeye başlandığı, liderler seviyesinde üst düzey temasların peşi sıra geldiği, uzun zaman sonra Türk hükümeti ile AB yetkililerinin aynı karede olumlu mesajlar verdiği ve birtakım ortak çıkarların ve yol haritalarının tekrar Brüksel’de ve Ankara’da müzakere masasına taşındığı bir dönemde yayımlandı. AP Raporu’nun kabul edildiği 6 Temmuz günü, Komisyonun Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn ve Ulaştırmadan Sorumlu Üyesi Violeta Bulc, Ankara’da Başbakan Binali Yıldırım, AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan ile ikili ve heyetler arası görüşmeler gerçekleştirmiş; görüşmelerde teknik konularda işbirliğinin önemi bir kere daha vurgulanmıştı. 6 Temmuz tarihli Ankara temasları, tam da Türkiye ile AB arasında mülteci uzlaşısının tesis edildiği, vize serbestliği diyaloğunda çok büyük bir açılımın gerçekleştiği ve vize serbestliği diyaloğunu şekillendiren kriterlerin art arda başarılı şekilde karşılandığı, Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna yönelik derinlemesine çalışmaların başlatıldığı “ilkeli pragmatizm” döneminin devamı niteliğindeydi. Dolayısıyla AP’nin tavsiye kararı gibi sarsıcı gelişmelerin, tarafların ilkeli pragmatizme dayalı yapıcı işbirliğine zarar vermemesini sağlamak, Türkiye-AB ilişkilerinin olumlu gelişimini ülkü edinmiş bütün paydaşların temel sorumluluğu.
Önümüzdeki dönemde Türkiye ile AB arasında teknik düzeyde derinleştirilmiş ve pragmatik işbirliklerini özellikle ekonomi, enerji, terörle mücadele ve dış politika gibi alanlarda göreceğimizi; Komisyon Üyesi Hahn’ın AB Bakanı Çelik’le görüşmesinin ardından gerçekleştirilen basın açıklamasının satır aralarından çıkarmak mümkün. Komisyon üyelerinin Ankara temaslarının ve AP Raporu gerginliğinin hemen sonrasında, 11 Temmuz tarihinde, Malatya kayısısının AB coğrafi işareti alarak tescili ve Komisyonun Tarım ve Kırsal Kalkınmadan Sorumlu Üyesi Phil Hogan’ın Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik ile Malatya kayısısı AB Coğrafi İşaret Tescil Belgesi takdim törenine katılımından basına yansıyan görüntüler, ilişkileri normalleştirecek pragmatik ve teknik işbirliklerine kusursuz bir örnekti. Bakan Faruk Çelik’in ifade ettiği üzere “Artık sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da incir dediğiniz zaman Aydın, baklava dediğiniz zaman Gaziantep, kayısı dediğiniz zaman Malatya akla gelecek.” Bu tür birlikte çalışma deneyimlerinin genişleyerek devam edeceğini öngörmek mümkün. 25 Temmuz tarihinde bakanlar ve Komisyon üyeleri düzeyinde Siyasi Diyalog Toplantısı; 2017 yılı bitmeden de en yüksek düzeyde temsilin gerçekleşeceği Türkiye-AB Zirvesi planlanıyor. Yani İKV’nin de her fırsatta temenni ettiği ve ön ayak olmaya çabaladığı yapıcı diyalog/teknik işbirliği sürecine girilmiş gibi duruyor. Bu sürecin kısa vadede iki çok kritik konuda doğrudan olumlu sonuçlar vermesi muhtemel: vize serbestliği diyaloğu ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonu. Ancak en hayati konuda Batı cephesinde yeni bir şey yok: katılım müzakereleri.
Türkiye-AB işbirliğindeki kazanımları ikiye ayırmak mümkün: fayda odaklı ve pragmatik kazanımlar ile hak temelli ve ilkeli dönüştürücü adımlar. AB’nin üçüncü ülkelerle gerçekleştirdiği işbirliği hamlelerinde genellikle pragmatizmin, hak temelli yaklaşımın çok ötesine geçtiğini görüyoruz. En güncel örnek olarak, AB-Japonya Ekonomik Ortaklık Anlaşması’na bakıldığında, geleneksel olarak tarafların pek çok konuda farklı pozisyonlara sahip olduğu dikkat çekiyor. Ancak Türkiye-AB katılım müzakereleri saf pragmatizm ile yürütülebilecek bir süreç değil. Sonucunda AB üyeliği olan bu diyalogda mesafe alınabilmesi için temel hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarında tarafların aynı gemide aynı dümeni tutması gerekiyor. Bu ölçekte bir işbirliği sadece teknik düzeyde, pragmatik ve kısa vadeli işbirliği hamleleriyle yapısal olarak yürütülemez. Zaten bu, Türkiye ile AB’nin başından beri uyguladığı perspektife de uygun değil. Bakan Ömer Çelik bu durumu Komisyon Üyesi Hahn ile görüşmesinde şöyle ifade etti: "Katılım müzakerelerinin dışında herhangi bir teklif, Türkiye-AB arasındaki bütün anlaşmalara ve şimdiye kadar yürütülen ilişkinin doğasına aykırıdır." Güncel konjonktürde ilişkileri pragmatizmden ilkesel bir boyuta taşıyacak adım olarak ise 23’üncü ve 24’üncü fasılların açılması öne çıkıyor. Bu fasılların kurumsal ve planlı bir çerçevede, yakın AB denetimi altında ele alınması, AB’nin Türkiye üzerindeki dönüştürücü etkisini tekrardan hatırlatabilir.
Ahmet Ceran, İKV Uzmanı