KÜRESEL GÜNDEM: 2018`de Dünyayı Neler Bekliyor? Yakından Takip Edilmesi Gereken 12 Gelişme
2018’de Dünyayı Neler Bekliyor? Yakından Takip Edilmesi Gereken 12 Gelişme
Dünya genelinde çarpıcı gelişmelere sahne olan bir yılı geride bırakıp 2018’e girdik. 2017’de meydana gelen krizler, özellikle Ortadoğu ve Körfez bölgesiyle ile Ukrayna’da tırmanan çatışmalar, mültecilerin dramı ve popülizmin yükselişi gibi küresel sistemin sinir noktalarında etkisini artıran olaylar 2017’de kendilerinden sıklıkla söz ettirdi. Bunun yanı sıra, Brexit müzakereleri ve uluslararası arenanın kilit oyuncusu pek çok ülkede dikkat çekici isimlerin galibiyetleriyle neticelenen ulusal seçimler; liberal sistemin geleceği ve esen otoriter/popülist rüzgârlara ilişkin tartışmaların 2018’e taşınmasına sebep oldu.
Bildiğimiz dünya hızla değişirken, parametreler de farklılaşıyor ve insanlık olarak bir sistem değişimi ve eksen kaymasına tanıklık ediyoruz. Bu zor dönemde, AB’nin temelini oluşturan ve aslında Avrupa değerleri olmanın ötesinde evrensel değerler olan insan hakları, demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkmaya ve bu değerleri korumaya almaya her zamankinden de fazla ihtiyaç var. Türkiye gibi kritik bir coğrafyada yalnız bölgesi için değil, tüm dünya için önemli olan bir ülkenin AB’ye yakınlaşması, kuşkusuz ki hem AB’yi güçlendirecek hem de bölge için bir motivasyon kaynağı olacaktır. Tüm zorluklara rağmen bu idealin bırakılmaması ve AB’ye entegrasyon için çalışılması 2018’de de önemini koruyan bir amaç olacak.
Bültenimizin bu sayısında 2018’de takip edilmesini önemli bulduğumuz 12 önemli olayı ele aldık. İKV uzmanları bu 12 olayın önemini sizler için yorumladı.
1) AB’nin İki Dinamosu Fransa-Almanya Ortaklığı Ekseninde 2018’de Entegrasyonun Geleceği
Bir barış, refah ve bütünleşme projesi olan AB günümüzde önemli sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. Son 10 yılda AB bütünleşmesi gerek iç, gerek dış ekonomik ve siyasi gelişmelerle yıprandı. 2008 yılında patlak veren küresel mali krizin tetiklediği Avro Alanı borç krizinin ardından, diğer coğrafyalardaki savaş ve çatışmalardan kaçanların yol açtığı mülteci krizi ve beraberinde ortaya çıkan göç yönetimi, iç ve dış sınırların kontrolü, terörizmle mücadele, güvenlik ve savunma sorunları AB’nin gündeminin öncelikli konuları haline geldi. Söz konusu sorunlar günümüzde AB’nin ekonomik, sosyal ve siyasi yapısının sorgulanmasına, bununla beraber üye ülkelerde popülist ve ırkçı akımların güç kazanmasına yol açtı. Öte yandan, geçen yıl haziran ayında Britanya halkının AB’den ayrılma kararı ve Brexit süreci, AB bütünleşmesine ve AB’nin geleceğine ilişkin kaygıları artırdı.
Bu sorunların ortasında AB geleceğini ararken geçtiğimiz yıl tartışmalar somut bir zemine oturtuldu. 1 Mart 2017 tarihinde AB’nin Brexit sonrası izleyeceği yöne dair muhtemel senaryoları ortaya koyan Beyaz Kitap kamuoyuna açıklandı. Ardından, AB’yi kuran Roma Antlaşması’nın 60’ıncı yıldönümü olan 25 Mart 2017’de Almanya ve Fransa’nın başını çektiği 27 AB üye ülkesinin liderleri bir araya gelerek Roma Deklarasyonu’na imza attılar. Bu deklarasyonla liderler; güvenli, müreffeh, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir ve sosyal sorumluluk sahibi olmanın yanında dünyada kilit rol oynama, küreselleşmeyi şekillendirme isteği ve kapasitesini taşıyan bir Birlik arzuladıklarını vurguladılar.
60 yıl önce Avrupa bütünleşmesi ve AB’nin kurulmasında öncü rol oynayan Almanya ve Fransa, günümüzde de AB’nin geleceği için güç birliği içindeler. Mayıs 2017’de cumhurbaşkanlığına seçilen Macron’un henüz göreve gelmeden seçim propagandalarında da AB vurgusu ön plandaydı. Macron Fransa’nın güçlendirilmesinin yanı sıra AB’nin de daha güçlü bir birlik olması için yeni bir vizyona kavuşturulması gerektiğini savunuyordu. Macron cumhurbaşkanlığı görevine geldikten sonra ilk yurt dışı ziyaretini Almanya’ya yaptı. Bu ziyarette Merkel’in, Fransa ve Almanya’nın kader birliği ile birbirine bağlı olduğunu vurgulaması, AB politikalarında her zaman öncü ve yönlendirici olan Almanya’nın Fransa ile ittifak yaptığının da bir göstergesiydi.
Macron AB’nin şekillendirilmesinde lider rolü üstlenmeyi hedefliyor. Nitekim 26 Eylül 2017 tarihinde Sorbonne Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Avrupa'nın geleceğine ilişkin düşünce ve önerilerini kamuoyu ile paylaştı. Oldukça iddialı konuşmasında Macron AB'nin zayıf, yavaş ve verimsiz olduğunu belirterek egemen, bütünleşmiş ve demokratik bir Avrupa’nın yeniden kurulması gerektiğini ifade etti. Egemen bir Avrupa için ise güvenlik, göç, sürdürülebilir kalkınma, inovasyon alanlarında öneriler getiren Macron, ekonomik ve parasal birlik alanında da Birliğin gücünün artırabilesi amacıyla Avro Alanı’nı dünyada AB’nin ekonomik gücünün merkezi ve aynı zamanda büyüme ve istikrar alanı haline getirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Macron bunun için ortak yatırımların finanse edilebilmesi ve ekonomik şoklara karşı dayanıklılık sağlanması amacıyla bir Avro Alanı bütçesi ve ortak maliye bakanlığı oluşturulmasını da teklif etti.
Macron’un üzerinde durduğu diğer bir konu da Fransa’nın Almanya ile siyasi, ekonomik ve sosyal işbirliğinin geliştirilmesi oldu. Macron’un, Almanya ile vergilendirme alanına ve iş dünyasına yönelik ortak düzenlemelerin yapılması suretiyle iki ülkenin pazarlarının birleştirilmesine ilişkin ortaya attığı diğer bir iddialı öneri, Fransa-Almanya ittifakının siyasi boyutundan öte ekonomik boyutunu da ortaya koyuyor. Hatta Macron, tarihi Elysée Anlaşması’nın 55’inci yıldönümü olan 22 Ocak 2018’de iki ülke arasında barış ve işbirliğini güçlendiren yeni bir Elysée Antlaşması imzalanması önerisinde bulundu. Macron tarafından ortaya atılan bu teklif tarihi antlaşmanın ruhunun yeniden canlandırılması ve Fransa-Almanya işbirliğinin pekiştirilmesi ve somutlaştırılması açısından oldukça önemli bir girişim.
Macron, Birliğin ortak sorunlarına karşı bir bütün olarak ortak bir stratejiyle hareket edilmesi gerektiğini savunuyor. Ancak bunun nasıl gerçekleştirilebileceği ise asıl kilit noktayı oluşturuyor. Üye ülkelerin ekonomik, sosyal ve mali yapılarının birbirlerine göre farklılıklar göstermesi AB’nin reformu ve geleceğine yönelik ortak bir strateji geliştirilmesinde önemli bir sınama olacak. Macron’un çok vitesli Avrupa’yı savunması ve Merkel’in de benzer bir yapıya sıcak bakması da bu sınamaların bir gereği gibi görünüyor.
24 Eylül’de federal seçimlerden galip çıkarak iktidara dördüncü kez gelen ve halen koalisyon hükümeti kurma çabaları içinde olan Merkel’in, Macron’un AB’nin geleceğine ilişkin bu hızlı ve iddialı girişimlerine ne ölçüde cevap verebileceği merakla izleniyor. Merkel AB’nin geleceğinin şekillendirmesinde Almanya ve Fransa’nın temel ve öncü rol oynamaları gerekli ve kaçınılmaz gibi görüyor. Merkel, Macron’un bütün önerilerini aynı şekilde kabul etmemekle birlikte en azından beraber hareket etme konusunda hemfikir ve istekli, aynı zamanda AB’nin geleceği açısından bunun gerekli olduğunu düşünüyor. Merkel'in Macron'un Avrupa maliye bakanı ve ortak bir bütçe önerilerine açık olduğunu söylemesi de bunun bir göstergesi. Öte yandan yeni stratejiler konusunda Merkel daha tutucu bir eğilim içinde görünüyor. Merkel'in olmazsa olmazları devamlılık, güvenlik ve istikrar. Macron ise, geçmiş yapılar yerine önemli değişimler hedefliyor.
Merkel’in deneyimi ve Macron'un coşkusu öncülüğünde kurulacak Almanya–Fransa ekseni, AB’nin daha derin bir bütünleşmeye gitmesi için şu anda en uygun bileşim gibi görünüyor. Merkel’in koalisyon hükümetini kurmasından sonra Almanya-Fransa ekseninin daha fazla güç kazanması neticesinde AB’nin reformu çalışmalarının daha somut ve hızlı bir şekilde ilerleyeceğini umuyoruz.
Sema Gençay Çapanoğlu, İKV Kıdemli Uzmanı
2) 2018’de Avrupa'nın Seçim Takvimi
“Popülizm yılı” olarak nitelendirebileceğimiz 2017 yılının, Avrupa bütünleşmesi kronolojisinde öncesi ve sonrası olarak incelenen en önemli tarihlerin arasında yer alması muhtemel. Öte yandan heyecan dolu 2017’nin ardından 2018 seçimleri kendini yenileme çalışmalarına başlayan AB için bir nebze daha sakin geçecek gibi görünüyor. 2018’e Çekya ve Avusturya’daki göç ve İslam karşıtı popülist politikacıların zaferiyle girilmiş olsa da geleceğin inşasında iniş-çıkışların olacağını kabul eden AB liderlerinin bütünleşmenin temel değerlerine olan inancı tam.
2018’in seçim takviminde ön plana çıkan seçimlerden biri 28 Ocak ve 4 Şubat’ta gerçekleşecek olan GKRY’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri. Crans-Montana görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine tıkanan Kıbrıs çözüm süreci sonrasında önem teşkil eden seçimlerde Rum lider Nikos Anastasiadis’in tekrar kazanacağı tahmin ediliyor. Mayıs 2015'ten bu yana devam eden Kıbrıs müzakerelerinin 28 Haziran 2017 tarihinde başlayan ve 10 gün süren Crans-Montana görüşmelerinde çözümleneceği ümit ediliyordu ancak beklenen olmadı. Görüşmelerin sonuçsuz kalmasında Anastasiadis’in seçim endişesinin rol oynadığı yorumları yapıldı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi oy kaybetmek istemeyen Anastasiadis’in 3 adayla yarışacağı seçimleri ikinci kez kazanması durumunda Kıbrıs konusunda olumlu gelişmelerin olup olmayacağı hakkında ise net bir yorum yapmak için henüz erken.
2018’in seçim takvimine göre bir sonraki seçimler AB’nin kurucu ülkelerinden İtalya’da gerçekleşecek. 4 Mart 2018’de genel seçimler için sandık başına gidecek olan İtalya vatandaşlarının oyları geçen sene kabul edilen ve muhalefetin “hükümet darbesi” olarak nitelendirdiği yeni seçim yasasına göre hesaplanacak. 1945’ten bu yana 65 hükümet tarafından yönetilen İtalya’daki en büyük sorun siyasi istikrar; çünkü İtalyan hükümetlerinin ortalama ömrü sadece 1 yıl. Yüzde 4’lük seçim barajını yüzde 3’e düşüren “Rosatellum” yasası tek parti iktidarını destekliyor. Seçim anketleri, mevcut Başbakan Paolo Gentiloni’nin partisi Demokrat Parti (PD) ile ana muhalefetteki AB şüpheci 5 Yıldız Hareketi’nin (M5S) birbirine yakın oy oranlarına sahip olabileceğini ortaya koyuyor. Bu anlamda, iki partinin milli politikalar ve AB konusundaki zıt fikirlerinin yanı sıra Gentiloni önderliğinde kabul edilen yeni yasa tasarısına en büyük tepkinin 5 Yıldız Hareketi’nden gelmiş olması nedeniyle İtalya genel seçimlerinin oldukça çekişmeli olacağı düşünülüyor.
2018’in bir diğer önemli seçimi merkez sağcı popülist Victor Orban’ın başbakanlık koltuğunda oturduğu Macaristan’da gerçekleşecek. İlkbaharda yapılması planlanan genel seçimlerde Orban’ın partisi Fidesz, üçte iki meclis çoğunluğunu yeniden kazanmayı hedefliyor. Yargı bağımsızlığını kontrol etmeye çalıştığı, demokrasi ilkelerine aykırı davrandığı ve ülkede medya sansürü uyguladığı için AB’nin temel değerlerini uygulamayan bir Avrupalı lider olarak dikkat çeken Orban’ın önümüzdeki seçimlerde de kazanacağı düşünülüyor. Orban’ın partisi merkez sağ Fidesz’in en büyük rakiplerinden biri aşırı sağcı ve popülist Jobbik Partisi. Bu yönüyle diğer Doğu Avrupa ülkelerine benzer bir şekilde Macaristan’da da popülizm odağında aşırı sağa kayan merkez sağ iktidarının gerçekleşeceği öngörülüyor.
Son olarak bahsedeceğimiz ülke diğer AB üyelerinden daha ılımlı seçim dinamiklerine sahip olan İsveç. 9 Eylül 2018 tarihinde gerçekleşmesi planlanan İsveç’teki genel seçimler, 2014 seçimlerinden sonra Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SPD) ve Yeşiller (Greens) arasında kurulan koalisyon hükümetini değiştirecek gibi görünüyor. Anket sonuçlarına göre baraj puanı yüzde 4’ün altında kalma ihtimali olan Yeşiller nedeniyle çoğunluğu yeniden kazanacağı düşünülen SPD’nin yeni ittifakları gözden geçirmesi gerekecek. Bu anlamda muhafazakâr merkez sağ partisi Alliansen’in koalisyona girme şansı yüksek olabilir. Öte yandan göç karşıtı milliyetçi parti Sosyal Demokratlar’ın (SD) önceki genel seçimlere nazaran oy oranını artırması bekleniyor.
Selvi Eren, İKV Uzman Yardımcısı
3) 2018 Yılında AB’nin En Büyük Krizi Polonya’dan Yükselirken
Brexit süreci, mülteci krizi, komşu bölgelerdeki istikrarsızlıklar, vesaire vesaire… Bütün bu dış etkenler bir yana, 2018’de AB’nin en büyük probleminin kendisiyle daha doğrusu, bir üye ülkeyle olması bekleniyor. Polonya’da çok hızlı esmeye başlayan popülizm ve AB karşıtlığı rüzgârı, hükümetteki Hukuk ve Adalet Partisi’nin (PiS) anayasa mahkemesi ve anayasal sistemi kökten şekilde etkileyecek önlemler almasının; sivil toplum, özgür basın ve muhalefeti bastıran hamlelerin önünü açtı. Dolayısıyla Komisyon, aday konumundaki ülkelerin AB değerleriyle çelişen uygulamalarını yakından takip edip gündeme taşıma ve en sert tonda eleştirilerde bulunma/önlem alma geleneğini 2017’nin sonunda ilk defa bir üye ülke için de hayata geçirdi.
AB Antlaşması’nın “nükleer seçenek” diye adlandırılan 7’nci Maddesi’nin biraz mahcubiyet biraz da hayal kırıklığıyla uygulamaya koyulmasıyla, 2018 yılı ilkbahar döneminden itibaren Polonya’nın AB Konseyindeki oy hakkının “asayiş berkemal olana kadar” askıya alınması bekleniyor. Bununla birlikte Polonya’nın AB yapısal fonlarından faydalanabileceği tutarın düşürülmesi gibi önlemler de gündemde. Öte yandan Polonya’da popülist çevreler tarafından bütün bu gelişmeler, AB’deki “ultra-elit avrokratların” ülkelerinin ulusal egemenliğini hedef aldığı şeklinde yorumlanıyor. Bu sebeple, 2018’de daha da AB karşıtı retoriğin ve eylemlerin Polonya sınırlarını da aşarak Visegrad grubu üyesi diğer ülkelere de artarak taşması ihtimali yüksek.
AB’nin geleceği tartışmaları açısından kritik bir yıl olan 2018’de, birliktelik seslerindense ayrışma seslerinin ne kadar yüksek çıkacağı, Polonya krizinin ne kadar dengeli yönetildiğiyle doğrudan bağlantılı olacak. Böyle bir atmosferde iki gelişmeyi yakından takip etmekte fayda var: 2018’in son dönemlerinde Polonya’da gerçekleşmesi beklenen yerel seçimlerde seçmenin tutumu ve Rusya-Polonya etkileşiminin 2018’de ulaşacağı muhtemel boyut.
Ahmet Ceran, İKV Uzmanı
4) Brexit için Kritik Sene
2018’in Brexit için kritik bir sene olması bekleniyor. Hatırlanacağı üzere 14-15 Aralık 2017 tarihlerinde Brüksel’de toplanan AB liderleri, Brexit müzakerelerinde ikinci aşamaya geçilmesini kabul etti. İlk aşamada, tarafların vatandaşlarının haklarının korunması, İrlanda sınırı ve ayrılık faturası konusunda belli bir anlaşma sağlayan AB ve Birleşik Krallık’ın, ikinci aşamada ilişkilerin geleceğini masaya yatırması bekleniyor. Bu aşamada tarafların, gelecekte varılacak olan ticaret anlaşması ve geçiş sürecine dair uzlaşma sağlamaları gerekiyor. Tartışılacak konular arasında güvenlik, terörle mücadele, çevre, eğitim ve araştırma da var.
Bilindiği üzere Birleşik Krallık’ın 2019 yılı mart ayında AB’den ayrılması öngörülüyor. Belirlenen takvimde, 2018 yılı ekim ayında müzakerelerin ikinci aşamasının sona ermesi, 2019 yılı mart ayına kadar geçecek sürede Birleşik Krallık Parlamentosunun, AB Konseyinin ve AP’nin yapılan anlaşma üzerinde oylama yapması gerekiyor. Ancak geçiş süreci ve gelecekteki ticaret anlaşmasının görüşüleceği ikinci aşamanın taraflar için çok da kolay geçmeyeceğini söyleyebiliriz.
Emre Ataç, İKV Uzman Yardımcısı
5) 2018’in İkinci Yarısında Avusturya AB Dönem Başkanlığı
1 Temmuz 2018 tarihinden itibaren Avusturya üçüncü defa (daha öncekiler 1998 ve 2006) AB dönem başkanlığını üstlenecek ve AB gündemine Üçlü Dönem Başkanlığı Programı’nda öne çıkan konular çerçevesinde yön verecek. Öncelikle Üçlü Dönem Başkanlığı Programı’nda belirlenen 5 temel önceliği kısaca hatırlayım:
- İstihdam, büyüme ve rekabetçilik için bir Birlik
- Vatandaşlarını güçlendiren ve koruyan bir Birlik
- İleri görüşlü bir iklim politikasıyla birlikte bir Enerji Birliği’ne doğru
- Özgürlük, güvenlik ve adalet Birliği
- Güçlü bir küresel aktör olarak AB
Kısacası 2018 yılının ikinci yarısında iç ve dış güvenlik, dış sınırların korunması, Ortak Avrupa İltica Sistemi’nde reform, Dijital Tek Pazar, Enerji Birliği, AB’nin 2019 yılı bütçesi, 2020 sonrası Çok Yıllı Mali Çerçeve, AB genişlemesi ve Brexit müzakerelerinin tamamlanması gibi oldukça zorlu ve kapsamlı dosyalar üzerinde çalışacak olan Avusturya Dönem Başkanlığı, 2019 yılı baharında yapılacak AP seçimleri öncesi önemli konulara ilişkin mevcut anlaşmaların yasal onay süreçlerinin hızlandırılması ve eldeki işlerin tamamlanmasında da ısrarcı olacağını açıkladı.
2018 yılında AB dönem başkanlıklarını yürütecek olan Bulgaristan ve Avusturya’nın ortak paydası hâlihazırda AB genişleme sürecinin bir parçası olan Balkan ülkeleri ile güçlü ilişkilere verdikleri önem ve bu ülkelerin AB üyeliklerine verdikleri destek. Bir diğer ortak noktaları, aynı güçlü desteği katılım müzakereleri sürecindeki Türkiye’den esirgemeleri. 2017 yılına Avusturya Dışişleri Bakanı olarak başlayan Sebastian Kurz yapılan genel seçimlerden galip çıkarak 2018’e başbakan olarak girerken koalisyon ortağı Özgürlük Partisi ile birlikte hükümet programında Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduklarını açıkça belirtti. Bu gelişme Türkiye’nin tepkisine neden olsa da Kurz’un baştan beri Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğu biliniyor. Ancak Türkiye-AB ilişkilerini yakından takip edenler, Avusturya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine uzun süredir karşı olduğunu, hatta katılım müzakerelerine başlama kararının alınması sürecinde en fazla ayak direyen ülkenin Avusturya olduğunu hatırlayacaktır.
Öte yandan 2018 yılına Türkiye-Avusturya arasında daha ılıman rüzgârla başlanması için ilk adımın atıldığı, bu çerçevede yeni Dışişleri Bakanı Karin Kneissl'ın mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüştüğü biliniyor. Neticede Avusturya Türkiye’ye 2017 yılında yapılan AB kaynaklı doğrudan yabancı yatırımlarda Hollanda’dan sonra ikinci sırada geliyor. Artan güvenlik sorunları, terörle mücadele, NATO’nun geleceği, Suriyeli göçmenlerin yanı sıra güçlü ekonomik ilişkiler ve ortaklıklar her iki tarafı da suları durultmaya mecbur bırakıyor. Türkiye açısından bakıldığında, son yıllarda Türkiye-AB ilişkilerini tanımlarken en fazla kullanılan ‘pragmatizm’ kelimesinin Avusturya’nın AB Dönem Başkanlığı sürecinde de hükmünü sürdüreceğini öngörebiliriz.
Çisel İleri, İKV Araştırma Müdürü
6) Dijital Gündem 2018’de de Nefes Kesici
AB, dijital dönüşümden ve daha teknik tabirle Dijital Tek Pazar’ın etkin bir şekilde işlerlik kazanmasından yılda 416 milyar avro gelir elde etmeyi umuyor. Özellikle Sanayi 4.0 hevesinin küresel ölçekte en popüler fenomenlerden biri haline geldiği günümüz sisteminde; sadece AB’nin değil, tüm aktörlerin arzusu bu dönüşümlere ayak uydurmak. Tabii ki bu, her geçen gün hız kazanan teknolojinin tehditlerinin ve fırsatlarının doğru algılanmasıyla mümkün olabilir. Dolayısıyla hem AB’nin hem de Türkiye’nin 2018 yılında yakından takip edeceği dijital trendlere kısaca bakmak gerekiyor.
2018 yılında dijital gündemin hem AB, hem de AB’nin bütün ortakları açısında en heyecanla beklenen tarihi şüphesiz ki 25 Mayıs, yani tüm AB ülkelerinde geçerli olması öngörülen veri güvenliği tüzüğünün uygulamaya geçeceği gün. AB, uzun yıllardır kişisel verilerin korunmasına ilişkin müktesebatın kapsamlı ve “genelgeçer” hale getirilmesi için çabalıyor. Bu, AB kadar AB ülkeleriyle veri paylaşımı ve veri depolama işbirliği yapan ülkeler için de önemli, çünkü benzer standartlara uyulması onlardan da beklenecek.
Küresel ölçekteki dijitalleşme çabasının arkasındaki en başat itici güç, getirmesi muhtemel mali kazanç olsa da o konuya şimdi değil en son değineceğiz, çünkü insanlık açısından daha değerli bir boyutu atlamamak gerekiyor. Hem AB liderlerinin Tallinn Dijital Zirvesi hem de Komisyon Başkanı Juncker’in Birliğin Durumu konuşması, dijitalleşmenin güvenlik ve iyi yönetişimle bağlantılı boyutuna odaklanıyor. 2018 yılında siber güvenliğin, özellikle küresel aktörlerin arasındaki gerilimlerin yavaş yavaş tırmandığı bir dönemde daha da gündemde olması bekleniyor. Bağlantılı şekilde siber alanın güvenliğinin, dezenformasyondan arındırılması ve ırkçı/nefret odaklı söylemden temizlenmesi de çabaların merkezinde yerini alacak.
Tahmin edilebileceği üzere, 2018 yılında en heyecanla takip edilecek teknoloji dönüşümü, kripto para birimlerinin önlenemez yükselişi. Bitcoin ve diğer alt-coin’lerin küresel ekonomiye her geçen gün daha da yakınsaması, bir yandan merak diğer yandan tedirginlik yaratmaya 2018 yılında da devam edecek gibi duruyor. Nitekim burada gündeme alınması gereken asıl boyut, kripto paraların arkasındaki teknolojinin yani blok zincirlerinin (blockchain) diğer alanlarda nasıl kullanılmaya başlayacağı. AB de bunu merak ediyor ve 2018 yılının başından itibaren AB Blok Zincirleri Gözlemevi ve Forumu’nu başlatıyor.
Ahmet Ceran, İKV Uzmanı
7) ABD Başkanlığı Koltuğunda İkinci Yılında Donald Trump
2017 başlarken akıllardaki soru, pek çok kişi için sürpriz biçimde seçilen Donald Trump’ın nasıl bir ABD Başkanı olacağıydı. ABD’nin politikalarını değiştirmeyi ve gücü ‘tekrar vatandaşlara’ vermeyi vaat ederek gelen Trump’ın ilk yılında skandallar, tepkiler, suçlamalar, istifalar, kırılan potlar eksik olmadı. Daha 2017’nin ilk aylarında Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, göreve gelmeden önce Rus yetkililerle görüştüğü iddialarının ardından gelen baskılar üzerine istifa etti. Bu iddiaların araştırıldığını açıklayan FBI Direktörü Comey, mayıs ayında görevinden alındı ve ardından Kongrede verdiği ifadesinde Trump yönetimini zorda bırakacak sözler sarf etti. Trump’ın ailesine kadar uzanan ABD seçimlerine müdahale iddiaları, buna paralel olarak Trump’ın koltuğunu koruyup koruyamayacağı tartışmaları, 2017 yılında öne çıkan pek çok önemli gelişmeye rağmen gölgesini hep hissettirdi.
ABD içerisindeki gelişmelere bakıldığında, başkanlığının ilk yılında Cumhuriyetçilerin vergi planı yasa tasarısını Kongrenin iki kanadından da geçirmeyi başarması, kendi gösterdiği aday olan muhafazakâr Neil Gorsuch’un Yüksek Mahkemeye atanması ve son 17 yılın en düşük işsizlik oranına erişilmesi Trump hanesine artı olarak yazıldı. Aslına bakılırsa son bir yılda 1,8 milyon yeni istihdamın yaratıldığı ve borsanın yüzde 20 yükseldiği dikkate alınırsa ABD ekonomisi açısından Trump’ın iyi bir başlangıç yaptığı görülüyor. Madalyonun diğer yüzünde ise ABD'nin Virginia eyaletine bağlı Charlottesville şehrindeki ırkçı gösterilere verdiği gecikmiş tepki yetersiz bulunan, Puerto Riko, Florida ve Teksas’ı vuran doğal afetlerin mağdurlarına karşı tavrı kibarca artan ‘empati açığı’ olarak tanımlanan ve bazı TV ve gazetelere yönelik tavrı yüzünden basın özgürlüğü konusunda eleştirilen bir Trump var. Elbette göreve gelirken ilan ettiği meşhur ve iddialı ilk 100 gün hedeflerinin önemli bir kısmının da gerçekleştirilemediğini eklemek gerekiyor.
ABD dış politikası açısından bakıldığında ‘çok taraflılık’ yaklaşımının giderek etkisini yitirdiği bir yıl geride kaldı. Obama döneminde mega ticaret anlaşmaları, Paris Anlaşması ve İran ile varılan nükleer uzlaşı gibi adımlarla diğer paydaşlarla ortak hareket etme ve yük paylaşımı esasken, Trump’ın başkan koltuğuna oturduktan sonra mega ticaret anlaşmalarını durdurduğu, Paris Anlaşması’ndan çekildiği, İran ile nükleer uzlaşıyı eleştirerek bu ülkeye karşı daha agresif bir yaklaşım benimsediği görülüyor. Foreign Policy dergisi tarafından yapılan yıllık değerlendirmede, 2017 yılında ABD dış politikasında uluslararası alanda ‘yüklerin paylaşımından yüklerin başkalarına aktarılmasına’ geçildiği tespitinin bu noktada altını çizerek, 2018 yılında da aynı politikanın sürdürüleceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. 2017 yılında ABD dış politikasında öne çıkan bir diğer konu da Kuzey Kore ile yaşanan gerginlik oldu. Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri ve buna karşı ABD’nin savaş tehditleri savurmaktan geri durmaması ile tırmanan gerilimin, 2018 yılında da devam etmesi bekleniyor. Nitekim Kim Jong-Un ile Trump’ın 2018 yılına ‘benim nükleer düğmem daha büyük’ tartışmasıyla girmesi bu öngörüyü destekliyor.
2017 yılı başta AB olmak üzere ABD’nin önemli müttefiklerine uluslararası alanda işlerin alışılageldiği gibi ilerlemeyeceğini öğretti. ABD’yi eskisi kadar güvenilir bir ortak olarak görmeyen AB’de konuyla ilgili belki de en doğru tespit Almanya Başbakanı Merkel tarafından yapıldı: “AB kendi kaderini kendi çizmeli”. 2018 yılının bu tabloda değişiklik yapmayacağını söylemek şimdiden mümkün.
Türkiye açısından bakıldığında Suriye meselesi, terörle mücadele, Kuzey Irak, YPG, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri satın alması, Hakan Atilla davası gibi pek çok konu, ilişkilerde iniş ve çıkışların yaşanmasına sebep oldu. Bir yandan eylül ayında gerçekleşen Erdoğan-Trump görüşmesi sonrasında iki tarafın ‘hiç olmadığımız kadar yakınız’ açıklaması yaptığı, öte yandan vize krizinden en son yaşanan Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak tanınmasına kadar pek çok konuda iplerin gerildiği biliniyor. 2018 yılında ikili ilişkilerdeki hassas konularda hızla ilerleme kaydedileceğini ummak için ise henüz çok erken.
ABD için 2018 yılının önemli gündem maddelerinden biri de kasım ayında gerçekleştirilecek ara dönem seçimleri olacak. ABD Kongresinin 435 sandalyelik Temsilciler Meclisi ve Senato’nun üçte biri yenilecek. Son olarak Alabama’da yapılan ara seçimlerde 1992 yılından bu yana ilk defa Demokrat adayın kazanmasıyla Senato’da Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark ikiye düşmüştü. Demokratların Kongrede ağırlığının artması ise Trump için istediği yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin zora gireceği anlamına geliyor. Öyle görünüyor ki tüm dünya 2018’de kendi içinde daha fazla bölünmüş, kutuplaşmış ve daha tahammülsüz bir Amerika ile yüzleşecek.
Çisel İleri, İKV Araştırma Müdürü
8) Rusya Başkanlık Seçimi: Putin’in Dördüncü Dönemine Doğru
Rusya halkı, 18 Mart’ta Kremlin’de oturacak ismi belirlemek üzere sandığa gidecek. Başkanlık yarışından, gerek devlet başkanı gerek başbakan rolünde 18 yıldır ülkenin başında olan Vladimir Putin’in galip çıkacağına kesin gözüyle bakılıyor. Rusya’nın içerisinde bulunduğu ekonomik darboğaza ve Kırım’ın ilhakı ile Ukrayna krizi bağlamında maruz kaldığı Batı yaptırımlarına rağmen yapılan anketlerde, Putin’in popülaritesinin yüzde 80 gibi oldukça yüksek bir düzeyde seyretmesi, bu görüşü destekliyor.
Putin’in başkanlık yarışında karşı karşıya geleceği en zorlu isim olarak gösterilen yolsuzlukla mücadele aktivisti Alexei Navalny, Merkezi Seçim Komisyonunun aday olamayacağını açıklamasının ardından devre dışı kalmış durumda. Navalny’nin halkı sokaklara dökme çağrısı, seçimin 2011 yılında olduğu gibi protestolara sahne olabileceğinin habercisi. Putin’in karşısına çıkacak en renkli isim ise şüphesiz bir dönem Putin’in mentörü olan ve siyasete girmesinde önemli rol oynayan St. Petersburg eski Belediye Başkanı merhum Anatoly Sobchak’ın 36 yaşındaki kızı Kseniya Sobchak. Oldukça medyatik bir isim olan ve “Rusya’nın Paris Hilton’u” olarak tanınan Sobchak’ın adaylığının sembolik olduğu konuşuluyor.
Seçimden galip çıkması halinde Putin, 2024 yılına kadar devlet başkanlığı yapmaya hak kazanarak, en uzun süre görev yapan lider Stalin’i geride bırakmış olacak. Rusya Anayasası, aynı ismin art arda iki dönemden fazla devlet başkanlığı yapmasına izin vermediği için seçimi kazanması halinde bunun, Putin’in son dönemi olacağı düşünülüyor. Tabii ki, anayasa değişikliği veya 2008-2012 döneminde Medvedev ile yaptığı gibi görev değişikliğine gitmek de Putin’in bir dönem daha görev yapmak istemesi halinde başvurabileceği seçenekler arasında.
Putin’in olası galibiyetini zora sokacak etkenin düşük katılım oranı olabileceği düşünülüyor. Seçim sürecinin tamamlanmasının ardından Putin’in iktidarını ve halk nezdindeki popülaritesini konsolide etmek için milliyetçi söyleme ve görünürde de olsa yolsuzlukla mücadeleye ağırlık vermesi muhtemel.
Putin’in devlet başkanlığındaki olası dördüncü ve son döneminde, Rusya’nın uluslararası arenadaki rolünü güçlendirme yoluyla kendi mirasını yaratmayı hedefleyeceği düşünülüyor. Bunun, çoğu AB başkentinde alarm zillerinin çalmasına yol açacağı aşikâr. Bir yandan liberal demokratik değerlerden uzaklaşan hükümetler için doğal bir müttefik olması öte yandan da seçimlere müdahale iddiaları ve iddialı dış politika tercihleri, Avrupalılar için Putin rejimini karakterize eden özellikler olmaya devam edecek. Kremlin bu süreçte dış politikada, Orta Doğu’daki pragmatik işbirliklerini sürdürme yoluyla ABD’nin desteklediği bölge ülkelerini dengelemeyi ve Ukrayna’nın doğusunda tansiyonu belirli düzeyde tutmayı hedefleyecek. 2018 yazında Dünya Futbol Kupası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanan Rusya’da radikal terörle mücadele, şüphesiz ki Putin’in dördüncü dönem öncelikleri arasında yerini alacak.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı
9) Ortadoğu Kazanı 2018’de de Kaynamaya Devam Ediyor
Arap Baharı’nın ardından istikrarsızlığın bir türlü sona ermediği Ortadoğu'yu 2018 yılında da zor bir gündem bekliyor. Suriye krizinde sona doğru gelinmesine rağmen yeni sorunlar devam ediyor. IŞİD'in Suriye ve Irak'ta yenilgiye uğratılması her ne kadar geride kalan yılda Ortadoğu için önemli bir adım kabul edilse de, yaşanan bazı gelişmeler bölgenin 2018 yılında kapsamlı barış ortamından uzak olacağını gösteriyor. Özellikle Körfez bölgesindeki gerilim, 2018'in çatışmalarla dolu bir yıl olacağının; hatta yeni bir savaşın daha başlayabileceğinin habercisi olabilir. Söz konusu çatışmalara Suudi Arabistan ve İran gibi bölge aktörlerinin yanı sıra ABD ve Rusya gibi büyük güçler de dâhil olmaya devam edecek.
ABD Başkanı Donald Trump’ın aldığı Kudüs kararı ile yeniden gündeme gelen Filistin-İsrail meselesinin, 2018 yılında da ön planda yer alması bekleniyor. Bu mesele bölge politikalarının ve ittifaklarının nasıl şekilleneceği konusunda da ayrıcalıklı öneme sahip. ABD Başkanı Trump'ın Kudüs'ü "İsrail'in başkenti" olarak tanıma kararının ardından Filistin yönetiminin BM'ye tam üye olma ve devlet olarak tanınma çabalarına hız vermesi bekleniyor.
Ortadoğu'nun 2018 gündeminde, bölgenin geleceği açısından önem arz eden seçimler de yer alıyor. İç siyasi kargaşanın devam ettiği Mısır'da, çatışmaların halen devam ettiği Libya'da, terör örgütü IŞİD'le mücadelenin büyük ölçüde sonuç verdiği Irak'ta, bölgenin dini ve mezhepsel açıdan en karmaşık yapıya sahip ülkesi Lübnan'da ve Arap Baharı’nın başladığı Tunus'ta, seçimler 2018 yılının en önemli gündem maddesi.
Emre Ataç, İKV Uzman Yardımcısı
10) Almanya’nın Ardından Uzlaşıyı Hedefleyen G20 Arjantin Dönem Başkanlığı
G20 Dönem Başkanlığını 1 Aralık 2017 tarihinde Almanya’dan devralan Arjantin’in, 1 Aralık 2018’e kadar devam edecek olan ev sahipliği başladı. Hatırlanacağı üzere, 12’nci G20 Zirvesi’ni 7-8 Temmuz 2017 tarihlerinde Hamburg’da düzenleyen Almanya, dönem başkanlığı önceliklerini istikrarı korumak, sürdürülebilirliği geliştirmek ve sorumluluk almak olarak belirlemişti. Söz konusu öncelikler çerçevesinde sağlık krizleriyle mücadele, enerji ve iklim sürdürülebilirliği, ekonomide kadınların güçlendirilmesi, gıda güvenliği, su kaynaklarının sürdürülebilirliği, kırsal alanlardaki gençler için istihdam yaratılması ve yolsuzlukla mücadele gibi konular ele alınmıştı.
Almanya Dönem Başkanlığı’na ve 12’nci G20 Zirvesi’ne Ocak 2017’de göreve başlayan 45’inci ABD Başkanı Donald Trump ve aldığı kararlar damgasını vurmuştu. Dönem başkanı olan ülkenin o yılki zirvenin ana gündemini belirleme hakkına istinaden Donald Trump’ın Haziran 2017’de Paris Anlaşması’ndan ABD’yi çıkarması üzerine Almanya, ana gündem maddesini iklim değişikliği olarak belirlemişti. Neyse ki Donald Trump dışındaki tüm G20 liderleri zirvede, Paris Anlaşması’nın geri dönülemez olduğu konusunda mutabık kaldı. Almanya’nın başkanlığında çok konuşulan bir diğer konu, Donald Trump’ın korumacı tutumu sebebiyle küresel gündeme oturan liberal ticaretin geleceğiydi. Liderler, zirvede serbest ve kurallara dayanan ticaretin önemine vurgu yaptı. Ancak diğer yandan hukuka uygun ticaret savunma araçlarının tanınması, korumacılığın hız kazanması yönündeki endişeleri artırdı.
Almanya’dan G20 koltuğunu devralan Arjantin, 13’üncü G20 Liderler Zirvesi’ni başkent Buenos Aires’te 30 Kasım-1 Aralık 2018 tarihlerinde Devlet Başkanı Mauricio Macri’nin ev sahipliğinde gerçekleştirecek. Arjantin, ekonomik büyüme ve istihdam yaratılırken kapsayıcılığın, adaletin ve eşitliğin artırılması konusunda Almanya Dönem Başkanlığı’nda ülkelerin tek başına mı yoksa toplu olarak mı hareket edeceği konusunda kafa karışıklığı olduğu kanısında. Bu sebeple 2018 dönem başkanlığı hedefleri, uzlaşı ekseninde şekillenmiş durumda ve dönem başkanlığı teması “adil ve sürdürülebilir bir kalkınma için fikir birliği sağlamak”. Arjantin, Donald Trump’ın ilk kez katıldığı 12’nci G20 Zirvesi sonrası yükselen “G19+1” yorumlarıyla su yüzüne çıkan ayrılık fikirlerini değiştirmek istiyor gibi duruyor.
Önceliklerini, kalkınmanın temelinin sürdürülebilir ve adil bir büyüme olduğu görüşüne dayandıran Arjantin; işin geleceğini, kalkınma için altyapıyı ve sürdürülebilir gıda geleceğini öncelik alanları olarak belirledi. Bu kapsamda dijitalleşmeden kaynaklanabilecek iş kayıplarının azaltılması, insanların gerekli becerileri edinmesi, özel kaynakların yatırım açıklarının kapatılması için kullanılması, tasarrufların kamu altyapısına yönlendirilmesi, toprağın geliştirilmesi ve verimliliğin artırılması konuşuluyor olacak. Son olarak Arjantin, dönem başkanlığı boyunca, önceki başkanlıkların hedeflerini de ajandasında tutacak ve kadınların güçlendirilmesi, yolsuzlukla mücadele, yatırım ve ticaret işbirliği, iklim değişikliğiyle mücadele ve temiz enerji sistemlerine geçiş gibi alanlarda çalışmaya devam edecek. Umuyoruz ki Arjantin, G20 Hamburg Zirvesi’nin maruz kaldığı “eski taahhütleri yineleme” eleştirisinin odağında yer almaz ve yeni alanlarda da tüm paydaşları dirsek temasına dâhil edebilir.
Merve Özcan, İKV Uzman Yardımcısı
11) Kömür Madeni Sektörünün Kalbinde Bir İklim Zirvesi (3-14 Aralık)
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında 1995’ten bu yana her yıl düzenlenen Taraflar Konferansı’nın (COP) 24’üncüsü, 3-14 Aralık 2018 tarihlerinde Polonya’nın Katoviçe şehrinde gerçekleşecek. Bu konferansta, COP23’te de ele alınan Paris Anlaşması’nın tam anlamıyla uygulanabilmesi için oluşturulan kılavuz ilkelerin ve ülkelerin bu amaç doğrultusundaki taahhütlerinin kayıt altına alınması amaçlanıyor.
Bu yıl da geçtiğimiz yıl olduğu gibi konferansa, iklim değişikliğiyle doğrudan etkileşim halindeki bir ülke başkanlık yapacak. 2017’de COP23’e her ne kadar Bonn ev sahipliği yapmış olsa da konferansın başkanlığı Fiji tarafından yürütülmüştü. Bu durum büyük önem arz ediyor zira küçük bir ada ülkesi olan Fiji, sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Dolayısıyla da iklim değişikliğinden en çok etkilenebilecek ülkelerden bir tanesi. Bu sene ise iklim konferansını madalyonunun diğer yüzünden, yani iklim değişikliğinden etkilenenden değil de daha ziyade etkileyenden, Polonya’nın kömür madeni sektörünün kalbindeki Katoviçe’den izleyeceğiz. COP24 için Katoviçe’nin seçilmesi eleştirilse de aslında söz konusu şehir dünyamızın tamamını temsil ediyor. Öyle ki şu anda dünyamızın geçirmekte olduğu değişime benzer şekilde Katoviçe de kömür madenlerinden daha temiz ve düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş ümidi vadediyor.
BM Çevre Programı (UNEP) tarafından yayımlanan “2017 Emisyon Azaltım Açığı Raporu” (2017 Emissions Gap Report), ülkelerin hâlihazırda gösterdiği çabaların hedefe ulaşmada yeterli olmadığını; Paris Anlaşması’nın iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini önlemek için gerekenin üçte birini taahhüt ettiğini öne sürüyor. Bu sebeple de mevcut koşullu ve koşulsuz Ulusal Niyet Beyanları (INDC) hayata geçirilse bile dünyanın 2100 yılına kadar en az 3°C ısınma olasılığı olduğunu gözler önüne sermişti. Bunun ardından 2017 yılında düzenlenen COP23’te ve sonrasındaki Tek Gezegen Zirvesi’nde alınan bazı kararlar sayesinde, 2018 yılı iklim değişikliğiyle mücadelede önemli adımlar atılacak bir yıl olacak gibi duruyor. Bu da COP24’ün verimli olacağı umudunu beraberinde getiriyor.
N. Melis Bostanoğlu, İKV Uzman Yardımcısı
12) Dünya 2018’de Küresel Çapta Bir Göç Mutabakatına Sahne Olacak
BM Genel Kurulu, tarihinde ilk defa, üye ülke devlet ve hükümet başkanlarına 19 Eylül 2016’da, küresel boyutlara oluşan göç fenomenini derinlemesine ele almak üzere ev sahipliği yaptı. O toplantıda, 193 kadar ülke New York Bildirgesi’ni kabul ederek, mülteci krizine küresel çözüm iradesi ortaya koydu. New York Bildirgesi’nin en değerli kazanımı şüphesiz ki 2018 yılı içerisinde devletlerarası, geniş çaplı bir göç konferansında Küresel Göç Mutabakatı’nın (Global Compact on Migration) oluşturulması ve aynı dönemde gerçekleştirilecek BM Genel Kurulunda bu mutabakatın sunulması kararıydı.
2018 yılı sona ermeden şekillenmesi beklenen Küresel Göç Mutabakatı, BM çatısı altında, göç yönetimi alanında planlanan en geniş kapsamlı ve çarpıcı kolektif hamle. Dolayısıyla 2018 yılı boyunca, göç akınlarının bir şekilde parçası haline gelmiş tüm ülkeler (kaynak, ev sahibi, transit vs.), Uluslararası Göç Organizasyonu (IOM) ile BM Mültecileri Yüksek Komiserliği (BMMYK) gibi uluslararası kuruluşlar ve AB, ilgili mutabakatı gündeminde tutacak, istişare süreçlerine öncelik verecek.
AB tarafında, bahsi geçen mutabakat kadar, göç alanındaki müktesebatın güncellenmesi de 2018 yılı öncelikleri arasında dikkat çekiyor. Bununla birlikte, ortak konumundaki ülkelerle göç konusundaki işbirliklerin hız kazanması da AB kurumlarının temel beklentisi. Dolayısıyla Türkiye ile AB arasındaki mülteci uzlaşısından ve 2018 dönemi için ayrılması beklenen 3 milyar avrodan sıkça bahsedeceğiz gibi duruyor.
Ahmet Ceran, İKV Uzmanı