AB GÜNDEMİ: Brüksel’de Kararları Alanların ve Etkilemeye Çalışanların Gözüyle 2018
Brüksel’de Kararları Alanların ve Etkilemeye Çalışanların Gözüyle 2018
Adet olmuş, yılın bu döneminde, dünyanın her köşesinde; siyasetçiler, düşünce kuruluşları ve fikirlerine önem verilenler, geçmiş yılda neler oldu ve gelecek yılın belirleyici, öne çıkan konuları neler olacak sorusuna ilişkin fikirlerini bizlerle paylaşırlar. AB de bu klişeden muaf değildir ve her yılın bu döneminde mutlaka değerlendirme yapılır.
Geçtiğimiz on yıla bir göz atarsanız, yılsonu değerlendirmelerinin neredeyse aynı kalıbın tekrarından ibaret olduğunu görürsünüz. Geçen 12 ayda AB mutlaka beklenmedik bir krizle karşı karşıya kalır ve uzun vadeli yapısal çözüm bekleyen meseleleri bir kenara bırakıp enerjisini bu beklenmedik konuya ayırır. Ama gelecek yıl mutlaka sıranın yapısal meselelere geleceği vurgulanır. Bir sonraki yıl yine aynı rutin tekrarlanır ve AB yine kısa vade tuzağına düşer.
Aslında AB pek de haksız değildir: 2008 yılında başlayan ekonomik ve mali kriz, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile Kırım’ı ilhakı, ardından göçmen krizi, Birleşik Krallık’ın AB’den çıkış kararı ile sonuçlanan referandum ve ABD başkanlık seçimlerinin Transatlantik ilişkileri sarsan sonucu. Bunların her biri, iç içe geçen ve üst üste binen etkileriyle “beklenmedik kriz” kategorisinde kabul edilebilir. Şimdi soru şu: 2018’de bu kalıp nihayet kırılacak mı?
Yeni yılın, kendi beklenmedik kriz ya da sorunlarını ve plan bozucu etkilerini getirmesi ihtimalini tabii ki göz ardı edemeyiz. Ama yine de şöyle bir baktığınız zaman, komşu coğrafyada halihazırda görünür bir krizin mevcut olmamasından ve sadece bir büyük üye ülkede (İtalya) genel seçim gerçekleşeceğinden, 2018’in nispeten sakin ve istikrarlı bir yıl olacağı söylenebilir. Dolayısıyla AB’nin bu yıl uzun vadeli bazı yapısal konulara el atıp sonuçlandırması lazım.
2018’in çok iyi değerlendirilmesi, 2019 yılında Avrupa seçimleri düzenleneceği; yani hem AP yenileneceği hem de yeni Komisyon atanacağı için de önemli. Üstelik Brexit müzakerelerinin de o yıl içinde sonuçlandırılması gerekecek. Komisyonun 2018 yılı önceliklerine baktığımızda bu anlayışın onlar tarafından da benimsendiğini görebiliyoruz. Burada her bir önceliğin detaylarına girip incelememiz mümkün değil ama şu ana başlıklar altında; dahili, bölgesel ve küresel konularda geçtiğimiz on yıldan biraz daha derli toplu ve geleceği planlamaya daha fazla ağırlık veren bir AB çalışma programı görüyoruz.
İçeride, 60 yıllık entegrasyonu daha da sıkılaştıracak adımlar atılması söz konusu: Ekonomik alanda 1958 yılında başlatılan ve Haziran 1968’de tüm unsurları tamamlanarak yürürlüğe giren AB Gümrük Birliği’nin 50’nci yılı kutlanacak (Umarız aynı anda Türkiye – AB Gümrük Birliği’nin modernizasyonu müzakereleri de başlar). AB Dijital Tek Pazarı’nın işlevsel hale getirilmesi, Bankacılık ve Finans Tek Pazarı ile Enerji Tek Pazarı’nın tamamlanması da bu başlık altındaki diğer önemli girişimler.
Bölgesel düzeyde, yavaşlamış olsa da hala devam eden ve kaynağı daha çok Afrika’ya kayan göçmen sorununa ilişkin AB politikalarının ve daha da önemlisi zihniyetinin değişmesi AB açısından birincil öncelik taşıyor. AB’nin ciddi hata içerisinde olduğunu düşündüğüm genişleme politikasının yavaşlatılıp arka sıralara itilmesi ise bu yıl da devam edecek gibi. (Belki 2019’da göreve gelecek yeni Komisyon bu konuyu tekrar değerlendirir.)
Küresel düzeyde ise AB’yi iki zorlu mücadele bekliyor. Birincisi, ABD’nin küresel liderlik alanında yarattığı boşluğu “batı” değerlerine sahip çıkarak doldurmak. Bu başlığın ilk ayağında hem küresel iklim politikalarına liderlik gibi nispeten daha kolay unsurlar hem de yeni bir AB savunma politikası (kısaca Avrupa Ordusu) yaratmak gibi zorlu ve çok daha masraflı konular bulunuyor. Küresel çaptaki asıl zorlu mesele ise bilim ve teknoloji alanında başlıca rakiplerine karşı giderek geriye düşen AB’nin ikinci kümeye gerilemesini engellemek. Kısacası, Avrupa’nın başını Avrupa’dan kaldırıp, yükselen diğer küresel güçlere karşı bir denge yaratması, kendi pozisyonunu güçlendirmesi gerek.
AB için 2018, bir fırsat yılı olabilir dedim ama neyin fırsatı sorusuna pek değinmedim. Kısaca cevaplayayım. AB’nin önünde iki yol var: Ulus devletlerin, ulus devleti aşan sıkı bir birliğine doğru ilerlemek ya da ulus devletlerin gevşek bir birlikteliğine doğru gerilemek. Yapısal reform derken kastım AB’yi birinci yolda tutacak kararlar ve eylemler. Aksi takdirde AB, geleceğin dünyasında başat güçlerden biri haline gelemeyecektir. Gerçek böylesine net biçimde ortadayken, AB siyasetinin sanki dünya hiç değişmiyormuş gibi bir aldırmazlık içinde reforma direnmesini ise nasıl açıklayacağımı bilemiyorum.
Bütünleşmiş bir Avrupa’nın önündeki esaslı engellerden birinin, Kuzey ve Güney Avrupa arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıklar olduğunu düşünürdüm. Geçtiğimiz yıl gördük ki demokrasi, hukukun üstünlüğü ve göçmen konularında Batı Avrupa ile Doğu Avrupa arasında sergilenen görüş farklılıkları çok daha ciddi bir engel.
Seçimler
Geçtiğimiz yıl AB’nin, büyük ülkelerinde yapılan seçimlerde popülist ve aşırı görüşlü partilere geçit verilmemiş olması önemli. Bu popülist hareketlerin varlıklarını muhafaza ettikleri doğru ama bir şekilde durduruldukları da doğru. Fransa’da AB yanlısı bir Cumhurbaşkanının, beklenmedik biçimde yerleşik sistemi sarsarak kazanmış olması gelecek için umut veriyor ama AB’nin temel ekseninin diğer ucundaki belirsizlik, soru işaretleri yaratıyor. Böyle tahminler yapmayı pek sevmem nitekim Almanya’da 7 Ocak’ta başlayan koalisyon görüşmelerinden bir büyük koalisyon çıkması ihtimalini pek yüksek görmüyorum. Sosyalistlerin dışarıdan destekleyeceği olası bir azınlık hükümetinin kurulması ve Merkel’in iki yıl sonra liderliği devretmesi ihtimali bence daha ağır basıyor. Almanya’da olacaklar Türkiye-Almanya ikili ilişkileri açısından da çok önemli. Zayıf ve mutsuz bir Almanya kimsenin lehine değil.
Bu yıl Çek Cumhuriyeti’nde genel seçimler ve başkanlık seçimleri (ocak), İsveç’te (eylül) İtalya’da (mart), Macaristan’da (sonbahar) genel seçimler ve Polonya’da (yıl sonuna yakın) yerel seçimler düzenlenecek. Bu seçimlerin her birinin AB açısından önemi bulunuyor ama bence AB ülkelerinden bu yıl en dikkatle izlenecek olanı Rus seçimleri. Putin, başkan ya da başbakan olarak 18 yıldır elinde tuttuğu iktidarı sürdürebilecek mi? (Aynı dönemde İtalya’da 7 başbakan değiştiğini düşünürsek!) Bu sorunun cevabı Ruslar kadar AB ülkeleri için de önemli.
2018’de Türkiye–AB İlişkileri
Geçtiğimiz yıl bu zamanlar, aynı başlıkla bir yazı yazmıştım. Yıl sonunda, AB çapında 50 kişilik bir karar alıcı-yönlendiriciler grubu ile yapılan ankette Türkiye, 2017 yılı için AB’nin uğraşacağı başlıca sorunlar arasında ikinci sırada yer alıyordu ama katılımcıların yüzde 58’i Türkiye ile müzakerelerin devam etmesi gerektiğini belirtmişti. Başka bir ifadeyle, AB karar alıcıları ve kamuoyu oluşturucuları, Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasını arzu etmediklerini kayda geçirmişlerdi. Öyle de oldu, AB’den müzakereleri dondurma kararı çıkmadı. Ama konu da AB gündeminden çıkmadı. Ne yazık ki bu yıl da Türkiye ile müzakerelerin durdurulup durdurulmayacağı tekrar AB’nin gündeminde olacak. Hem de daha ciddi biçimde.
Brüksel açısından Türkiye-AB ilişkilerinin çerçevesi şöyle çiziliyor:
AB topun Türk tarafında olduğunu düşünüyor. AB’nin vurguladığı iki önemli konu var. Birincisi “normalleşme”. Bundan kasıt olağanüstü hale ve KHK uygulamalarına son verilmesi. İkincisi ise Avrupa Konseyi kararları doğrultusunda reform adımları atılması.
Üst Düzey Diyalog alanları (ekonomi, enerji, dışişleri, güvenlik) haricinde ise üç açık dosya var:
Vize serbestliği (AB tarafından getirilen kriterlerin son yedisi için Türkiye bir plan sundu. AB tarafı yeterli görürse bu dosyada sona ulaşılabilir; tabii AP onay verirse);
Gümrük Birliği’nin modernizasyonu (Komisyonun olumlu görüşü var, müzakerelerin başlaması için AB Konseyinin kararı bekleniyor);
Müzakere süreci (fiilen donmuş durumda, resmen dondurma kararı alınmaması için gayret gösteriliyor).
Tüm bu alanlarda belirleyici olacak kritik viraj ise nisan ayında yayımlanması öngörülen Komisyon İzleme Raporu. Yeni bir anlayış ve yeni bir formatta hazırlanacak olan 20’nci Rapor, yukarıda sıralanan üç dosyanın da kaderini etkileyecek. Şu an için herhangi bir tahminde bulunmak mümkün değil. Raporun yayımlanmasına kadar geçecek yaklaşık dört aylık sürenin iyi değerlendirilmesi halinde, olumlu sonuçlarını haziran ayından itibaren görebiliriz.
Son olarak da AB ülkeleri ile ikili ilişkiler konusuna değinmek istiyorum. Bu alanda Almanya ile ilişkilerin hızla düzeltilmesi, gündemin ilk sırasında yer alıyor ama Alman hükümetinin, koalisyon görüşmeleri tamamlanana kadar hiçbir radikal karar alması beklenmemeli. Fransa’da, Macron yönetimi ile ilişkilerin yeni bir anlayış çizgisine oturtularak ilerletilmesi çok önemli. Dikkat etmemiz gereken noktanın ise Avusturya-Danimarka-Hollanda bloğu olduğunu düşünüyorum. Bunlar küçük ülkeler, ama Konsey’de ciddi bir engel yaratabilirler. Hele de Avusturya’nın yeni, genç liderinin hırsı göz önünde bulundurulursa. Macron ve Kurz ile başlayan çok genç liderler çizgisi diğer ülkelere de ulaştıkça; 65 yıldır inşa ettiğimiz ilişkinin temelini, özünü hatırlayan liderler siyaset sahnesinden uzaklaştıkça işimiz daha zorlaşacaktır.
Tüm zorluklara karşın yeni yılın umut ve güzellikler dolu günler getirmesi temennisiyle.
Haluk Nuray, İKV Brüksel Temsilcisi