KÜRESEL GÜNDEM: İran’daki Son Siyasi Gelişmeler ve AB’den İran Uyarısı
İran’daki Son Siyasi Gelişmeler ve AB’den İran Uyarısı
İran'ın en büyük ikinci kenti olan ve muhafazakârların kalesi olarak görülen Meşhed'de 28 Aralık 2017 tarihinde ekonomik koşulların protesto edilmesiyle başlayan gösteriler, kısa sürede içinde başkent Tahran dâhil birçok kente yayıldı. Ülkedeki hayat pahalılığı, işsizlik ve Tahran'ın Ortadoğu politikalarına ilişkin şikâyetlerin dile getirildiği protestolara on binlerce kişi katıldı. Göstericilerin bir bölümü 1979 devriminden beri iktidarda olan İslami rejimi hedef aldı. Bazı kasabalarda binlerce kişi "diktatöre ölüm" sloganları attı. Göstericilerin bir kısmı ise dini lider Ayetullah Ali Hamaney'i istifaya çağırdı. Ülke genelindeki olaylarda şimdiye kadar 20'nin üzerinde kişinin hayatını kaybettiği, binden fazla göstericinin gözaltına alındığı bildirildi. İran’da son günlerde yaşanan protestolar ve protestolara ilişkin İran ve dünya kamuoyundaki tartışmalar, İran’ı bir kez daha bölge ve dünya kamuoyunun gündemine taşıdı. Peki, bu gösterilerin altında yatan esas neden ne?
İran’daki Protestolar Neden Başladı?
Şüphesiz ki birçok uzmana göre bu protestolar muhtemelen, ABD ve İsrail tarafından yürütülen geniş bir rejim değişikliği operasyonunun ilk aşaması. Protestoların birden fazla şehirde eş zamanlı olarak başladığına dikkat çekiliyor. Uzmanlar, gösterilerin bir şehirde ortaya çıkan kendiliğinden bir yerel başkaldırı olmadığını ve belli bir düzeyde koordinasyon içinde gerçekleştiğine işaret ediyorlar. Özetle bütün bu olayların ABD başta olmak üzere İran’a düşman ülkeler tarafından çıkartıldığına dair bir görüş hakim. Diğer taraftan bazı uzmanlar ise, bu gösterileri Meşhed'deki muhafazakârların, teokratik hükümetteki ılımlı bir isim olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye baskı yapmak amacıyla başlatmış olabileceğini savunuyor.
Ancak gösterilerin altında olağan şüpheliler aramak yerine ülkenin son zamanlarda karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunlara bakmakta fayda var. Rejim aslında uzun zamandır ekonomik sıkıntılar yaşıyor. İran’da çok ciddi bir ekonomik kriz yaşandığı sır değil. Ülkenin işsizlik, yüksek fiyatlar, yolsuzluk, çevre, su sıkıntısı, sınıf farklılıkları, gelir eşitsizliği gibi ciddi sorunları var. Ruhani geçen ay İran’da bir ilki gerçekleştirerek ulusal bütçenin harcama kalemlerini açıklamıştı. Bu kalemler arasında rejime yakın dini kurumlar ve araştırma merkezlerine ne kadar bütçe verildiği de yer alıyordu. Böylece halk ekonomik sıkıntı içerisindeyken, özellikle egemen sınıfın bir parçası olan dini kurum temsilcilerine ne kadar büyük pay verildiğini görmüş oldu. Göstericilerin dini kurumlara karşı attığı öfkeli sloganların nedenleri arasında baskıcı rejimin yanı sıra bu sınıfsal adaletsizlik de var.
Diğer taraftan başta ABD olmak üzere Batı devletlerinin baskıları altında olan İran’da işsizlik oranı yüzde 12,4. Bu, geçtiğimiz yılki oranın yüzde 1,4 üstünde. 80 milyonluk ülkede nüfusun 3,2 milyonu işsiz. Ülkede genç işsizliği yüzde 40 seviyesinde. Ruhani'nin 2013'teki ilk döneminde yüzde 40 olan enflasyon ise yüzde 12'ye düşürülmüş durumda.
Son olarak Suriye rejimine, Yemen’deki muhaliflere ve Filistin’de savaşan Hizbullah’a yapılan askeri yardımlar ülkenin ekonomisini daha da zorluyor. Bu nedenle sokaklarda “Ne Gazze ne Lübnan canım feda İran’a” ve “Suriye’yi bırakın derdimize çare bulun” sloganları atılıyor. Pek çok kişinin beklentisinin aksine Avrupa ve ABD ile 2015’te yapılan nükleer anlaşma halka gerçek faydalar sağlamadı. Ayrıca İran’ın çok fazla askeri harcaması var. Halk artık silaha daha fazla para harcanmasını istemiyor. Yüksek işsizlik, yolsuzluk ve sansür ortamında gençler çok büyük hayal kırıklığı yaşıyor. Ekonomik durum ve zenginlerle yoksullar arasındaki büyük uçurum protesto gösterilerinin ardındaki ana neden. Sonuç olarak, İran’da yaşanan olayların arkasında kuşkusuz ülkede yaşanan ekonomik sorunlar ve Tahran yönetiminin iç ve dış politikada izlediği tutum yatmaktadır.
Neticede gösteriler İran’ın geleceği için oldukça önem arz ediyor. Hatta 2009'daki Yeşil Hareketin eylemlerinden bu yana en geniş çaplı kitleye ulaştığı söylenebilir. Ancak bu eylemleri 2009’la karşılaştırmak da pek doğru olmaz. 2009’daki eylemlerde rejimin karakterine değil de, bazı uygulamalara itirazlar vardı. Bir ılımlılar ve radikaller ayrımı görünüyordu. Burada önemli bir fark var. Son gösterilerde hem dini liderlik yani Ayetullah Hamaney üzerinden radikallere, hem de ılımlıların ittifakıyla seçilen Ruhani’ye tepki görüyoruz. Yani İran hükümetinin her iki kanadına da halk tarafından bir tepki var. Bu önemli bir durum, geçmişte genel olarak radikallere yönelik bir eylem biçimi vardı. Burada psikolojik bir korku eşiğinin aşılarak doğrudan İran rejimine ya da dini liderlere yöneltilen sloganları görüyoruz.
AB’den İran Uyarısı
İran’da gerçekleşen son gösterilere, uluslararası aktörlerden önemli tepkiler geldi. En dikkat çekici olanı kuşkusuz ABD’nin tepkisiydi. ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "Rejimin yolsuzluklarından ve ülkenin varlığını yurt dışında terörizme harcamasından bıkmış olan İran vatandaşlarının barışçıl protestolarıyla ilgili bilgiler geliyor. İran yönetimi, kendini ifade hakkı da dâhil kendi halkının haklarına saygı göstermelidir. Dünya izliyor!" ifadelerini kullandı. Öte yandan bir açıklama daha yapan Trump, Twitter hesabından, "İran Obama yönetiminin kendileriyle yaptığı berbat anlaşmaya rağmen her seviyede başarısız oluyor. Mükemmel İran halkı yıllardır baskı altında bulunuyor. (Onlar) yiyecek ve özgürlüğe açlar. İnsan haklarıyla birlikte, İran'ın varlığı yağmalanıyor. Değişimin Zamanı" ifadelerini kullandı. Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada da "Halkın kendini barışçıl bir şekilde ifade etme hakkını destekliyoruz" denildi.
AB ve üye ülkeler ise 28 Aralık’ta İran‘da başlayan ve onlarca kişinin hayatını kaybettiği protesto gösterileri konusuna ABD’den daha temkinli açıklamalarda bulundu. ABD Başkanı Donald Trump, eylemlerin başlamasından hemen sonra sosyal medya üzerinden rejim değişikliğinin talep edildiği gösterileri desteklediğini açıklarken, AB bir süre daha gelişmeleri izlemeyi tercih etti. İran'da yaşanan olaylar karşısında sessiz kalan ve bir sözcü aracılığıyla sosyal medya üzerinden mesaj vermekle yetinen AB, durumun ciddiyetinin iyiden iyiye artması üzerine daha kapsamlı bir açıklama yaptı. AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, barışçıl gösterilerin ve insan haklarının temel haklar olduğunu belirterek İran’ın bu konuda istisna oluşturmadığını ifade etti. Mogherini, can kayıplarını kabul edilemez olarak niteledi. Son günlerde İran makamlarıyla temas halinde olduklarının altını çizen Mogherini, tüm tarafların şiddetten uzak durması gerektiğini ve ifade özgürlüğü hakkının garanti altına alınmasını umduklarını belirtti. Mogherini, AB’nin durumu gözlemlemeyi sürdüreceğinin altını çizdi.
Trump ve Mogherini’nin açıklamaları ifade ve söylem bakımından birbirinden oldukça farklı. AB, açık bir şekilde hemen rejim değişikliğine tam olarak destek vermeyi tercih etmiyor. Gelişmeleri bir süre daha izledikten sonra tavrını netleştirmek istiyor. Zira şimdiden muhalefetten yana ortaya koyulacak net tutumun sonradan AB-İran ilişkilerini etkilemesinden endişe ediliyor. İran ile varılan “nükleer anlaşmanın olduğu gibi devam etmesini, böylece İran ile ticari ilişkilerin geliştirilmesini planlayan AB, muhtemel bir yaptırım ve ambargo kararı durumunda bugüne kadar katedilen mesafenin yok olmasını istemiyor.
Hatırlanacağı üzere 13 Ekim’de ABD Başkanı Donald Trump’ın İran Devrim Muhafızları hakkında yaptırım kararı alarak nükleer silah anlaşması için iptal sinyali vermesine, AB’den önemli bir tepki gelmişti. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May’in ofislerinden yapılan ortak açıklamada, üç ülkenin İran ile nükleer anlaşmanın devamı konusunda kararlı olduğu belirtilmişti. Trump’ın anlaşmayı onaylamamak yönündeki tutumunun dikkate alındığını ifade eden üç lider, ortak ulusal güvenlik çıkarları gereğince anlaşmanın tüm taraflarca uygulanmasından yana olduklarını, aksi yöndeki hareketlerin sonuçları konusunda endişe duyduklarını ifade etmişti. Macron ayrıca, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yi arayarak Fransa’nın anlaşmadaki taahhütlerinin arkasında olduğunu bildirmişti.
Benzer şekilde, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini bir açıklama yaparak nükleer anlaşmanın bir “ikili anlaşma” olmadığına dikkat çekmişti. “Anlaşmayı sonlandırmak tek bir ülkeye bağlı değil” diyen Mogherini, anlaşmayı korumak için kolektif bir çabanın sarf edilmesinden yana olduklarını ve anlaşma koşullarının yeniden müzakere edilmesini gerektirecek bir durum olmadığını kaydetmişti. Mogherini AB’nin, İran ile nükleer anlaşmaya tam destek vermeyi sürdüreceğini eklemişti. Mogherini ayrıca, AB’nin de oynadığı kolaylaştırıcı rol sonucu, İran ile nükleer anlaşmanın “12 yıllık diplomatik çabaların ardından” yapıldığını ve küresel nükleer silahsızlanma mimarisinin temel taşlarından biri olduğunu belirtmişti. Anlaşmanın başarılı bir şekilde uygulanmasıyla, İran’ın nükleer programının barışçıl kalmasının sağlandığı kaydedilen açıklamada, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (International Atomic Energy Agency-IAEA) İran’ın nükleer hususlara ilişkin tüm yükümlülüklerini yerine getirdiğini sekiz kez teyit ettiği hatırlatılmıştı. İran’ın nükleer programına yönelik yaptırımların kaldırılmasının ekonomik ve ticari ilişkiler açısından olumlu etkilerine dikkat çekilen açıklamada, bunun İran’la iş birliğinin artırılması ve diyalog tesis edilmesine imkân sağladığı belirtilmişti.
Bu bakımdan ABD ve AB’nin İran’daki olaylar karşısında tutumların farklı olması gayet doğal. İran ekonomisinin gelecekte gerek petrol gelirlerinin artması gerekse yabancı yatırımların ve iktisadi faaliyetlerin ivme kazanması paralelinde yüksek büyüme oranları yakalayacağı öngörülüyor. İran’ın, başta Almanya, Fransa ve İtalya olmak üzere, AB ülkelerinden önemli tutarda yatırım çekmesi bekleniyor. Yaptırımlar nedeniyle yurt içi talebin büyük ölçüde ertelendiği İran’da otomotiv, inşaat, makine, tekstil, hazır giyim, gıda ve kimya sektörlerinin güçlü bir performans sergileyeceği tahmin ediliyor. Ama her şeyden önce bütün bunların gerçekleşebilmesi için rejimin göstericilerin seslendirdikleri talep ve beklentilere kulak vermesi gerekiyor. Bakalım İran’daki rejim bu protesto gösterilerinden bir ders çıkarabilecek mi?
Emre Ataç, İKV Uzman Yardımcısı