![]() |
![]() |
AB GÜNDEMİ: Macaristan Seçimleri: AB’de Yeniden Popülizm ve Göç Karşıtlığı Kazandı
Macaristan Seçimleri: AB’de Yeniden Popülizm ve Göç Karşıtlığı Kazandı
Macaristan’da 8 Nisan 2018 tarihinde düzenlenen genel seçimi, Başbakan Viktor Orbán’ın partisi aşırı sağ Fidesz ile KDNP koalisyonu, oyların 48,8’ini alarak kazandı. Komünizmin çöküşünden bu yana en uzun süre görev yapan Macar lideri olan 54 yaşındaki Macar Başbakan Orbán, kendisini Macaristan'ın Hristiyan kültürünün Müslüman göçüne karşı savunucusu olarak konumlandıran bir seçim kampanyası başlatmıştı. Başbakanlığının üçüncü dönemindeki Orbán, bu kampanyası doğrultusunda, 199 sandalyeden 133’ünü alarak nitelikli çoğunluk elde etti. Seçimde, oyların 48,8’ini alan Fidesz-KDNP koalisyonunu, yaklaşık yüzde 19 ile Jobbik ve yüzde 12 ile Sosyalist Parti takip etti. Demokratik Koalisyon ve Yeşiller Partisi de yüzde 5’lik seçim barajını geçip, mecliste temsil hakkı kazandı.
Umutla Başlayıp, İstifa ile Biten Seçim
Son 20 yılın en yüksek katılım oranına ulaşan ve genç seçmenlerin de yoğun ilgi gösterdiği bu seçim, muhalefetteki kesim için ilk başlarda çok büyük bir heyecan ve umutla karşılandı. Seçim öncesi yürütülmüş olan anket çalışmalarının Orbán’ın kazanacağı yönündeki öngörüleriyle tezat bir şekilde gün yüzüne çıkan yüksek katılım, muhalefet kesiminde Orbán’ın seçilmeme ihtimalinin olabileceğine yönelik bazı umutlar doğurmuştu. Fakat umutların aksine, Fidesz-KDNP koalisyonu, 2014 seçimlerinin bile üzerinde oy alarak, ezici bir çoğunluk elde etti.
Kaynak: Macaristan Seçim Bürosu (National Election Office)
En yüksek ikinci oyu alarak, ana muhalefet partisi olmaya hak kazanan Jobbik’in yapısında da bazı sarsılmalar oldu. Parti, seçimlerden önce, radikal sağ çizgisinden merkez sağa doğru kaymıştı. Bu durumda, bir önceki seçime göre oylarını artırmış olsa da, partinin aldığı oy oranı beklenenin çok altında kaldı. Türkiye’de de MHP ile yakınlığıyla bilinen Jobbik partisi Genel Başkanı Gábor Vona, yenilgisinin ardından kendi kurduğu siyasi partiden, daha önceden söz verdiği gibi istifa etti. Vona, Türkiye’yi uzun vadeli bir dostluğun kurulabileceği bir ülke olarak görüyor ve Türkler ile Macarların ortak tarihinin değerini her seferinde vurguluyordu.
Bundan sadece sekiz yıl önce iktidarda olan ve o dönemde en güçlü parti konumundaki Sosyalist Parti (MSZP) ise, oy kaybedip üçüncü sıraya yerleşerek, erime sürecinde olduğunu kanıtladı. Sosyalist Parti’nin liderleri de Vona gibi, yenilginin ardından istifa etti.
Bu partilerin yanı sıra, iki parti daha ülkedeki yüzde 5’lik barajı aşarak, parlamentoya girmeyi başardı. Bunlar, çevre konularına duyarlı LMP ve eski başbakanlardan Ferenc Gyurcsany'nin partisi olan Demokratik Koalisyon Partisi oldu. Ferenc Gyurcsany’nin, özellikle Fidesz’in yükselmesinde rolü var. 2004-2009 yılları arasında sosyalist-liberal hükümetin başı olarak başbakanlık yapan Gyurcsany’nin adı birtakım yolsuzluk skandalları ile anılıyordu. Bu durum, Orbán’ın yükselişine yardımcı oldu ve günümüze kadar sosyalistler yolsuzluk yapan parti imajından kurtulmayı başaramadı. Bunun yanı sıra, solcu ve liberal muhalefet partilerinin yoksulluk içerisinde yaşayan kırsal kesimdeki insanlara hitap edememek gibi bir sorunları var. Bunların üzerine, muhalefet partilerinin bölünmüş olması ve adil rekabet alanı yaratılmaması da Fidesz’e olumlu yansımaları olan gelişmeler arasındaydı.
Sonuç olarak Fidesz, sağladığı çoğunluklu sandalye sayısıyla, muhalefet partilerini yönetim sürecinden dışarıda bırakabileceği için, büyük çaplı anayasal değişiklikler yapma yetkisini elde ederek, kanunları da tek başına yürürlüğe sokabilecek
AB’ye Bir Seçim Darbesi Daha
İtalya ve Avusturya örneklerinde görüldüğü gibi Macaristan’da da, aşırı sağ ve popülist partiler nüfuzlarını her geçen gün daha fazla artırıyor. Orbán’ın son yıllarda bu modaya uyarak yürüttüğü göç karşıtı ve liberalizm karşıtı politikalar, gerçekleşen son seçimde de meyvesini verdi. Seçim kampanyaları sırasında Orbán’ın hedefinde göç, Macar asıllı Amerikalı milyarder George Soros’un mültecileri Orta Avrupa ülkelerine akın etmeye teşvik ettiği iddiaları ve AB’nin mülteci politikaları vardı. Politikalarını, her popülist parti gibi, “ötekileştirme” yoluyla paranoya yaratıp, halkın milli duygularını uyandırarak gerçekleştiren Orbán, bu paranoyaların hedefine özellikle Müslümanları ve mültecileri koydu.
Orbán, bir numaralı hedefini sınırların korunması ve kontrol/denetim altına alınması şeklinde belirlemişti. Macaristan aynı zamanda 2017 yılının başlarında, yeni mültecilerin ülkeye girmesini önlemek için Sırbistan’la arasına dikenli tel örmüş, bu nedenle de eleştiri oklarının hedefi olmuştu. AB’nin istatistik kurumu Eurostat’ın verilerine göre Macaristan, 2015 yılında gerçekleşen mülteci krizinde 175 bin sığınma talebinin sadece 45’ini kabul etmişti. Ancak, bir taraftan da bütçe açığını kontrol altında tutması, işsizliği ve borcu azaltması ve ekonomiyi büyütmesi de onu seçimlerde başarıya götüren faktörlerden bazıları oldu. Dünya Bankası da bu durumu, Macaristan ekonomisinin yüzde 3,9 oranında büyüdüğünü öne sürerek kanıtlamıştı.
AB yanlılarına göre ise asıl sorun şu ki, tüm bu politikalar aynı zamanda AB aleyhine yürütülüyor. Özellikle AB’nin göç politikasını yanlış bulan Orbán, bu düşüncesini her konuşmasında dile getiriyor. Orbán’ a göre, AB genel bir görüş yaratmaktansa yaşadığı krizlere tepki göstererek, sorunları çözmekte başarısız oluyor. Bu nedenle de Orbán, AB’nin, temel belgeleri düzenleme yetkisini de içine alacak şekilde, yeni bir sözleşme meydana getirmesi gerektiğini öne sürüyor. Böylece Orbán, teklif ettiği reform ile güç dengelerinin “Avrupa Birleşik Devletleri” konseptini uygun gören Brüksel’deki liderlerden, ulus devletlere geri verilmesini öneriyor.
Birlik’in bütünleşme senaryosunu reddetmesi, liberal olmayan demokrasiyi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in perspektifini benimsemesine rağmen Orbán, AB ve NATO’yu kurtarmak istediği vurgusunda ısrarcı. Macaristan’ın Batı’ya ait olduğunu ve bu kurumların mükemmel olmamalarına rağmen, Macar halkının hala bu kurumlara sıcak baktığını daha önce yaptığı bir söyleşide açıklamıştı. Ayrıca, Avrupa’daki liberalizmin özgürlük değil siyasi doğruluk üzerinde yoğunlaştığını belirterek, liberallerin özgürlük düşmanı olduğunu da söylemişti.
Bunun yanı sıra, STK’ların baskı altına alınması, medya özgürlüğünün sınırlanması, mahkemelerin aynı görüşlü insanlar ile donatılması, seçim bölgelerinin yönetimdeki koalisyonun ve yolsuzluğun lehine yeniden düzenlenmesi; Orbán hükümetinin aynı zamanda insan hakları, hukukun üstünlüğü ve ifade/basın özgürlüğü konularında sınıfta kaldığını göstermişti. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün açıkladığı 2017 Yolsuzluk Algı Endeksi’ne göre Macaristan, en az yolsuzluğa sahip ülkeler arasında 2009 yılına göre 20 sıra gerileyerek, 46’ıncı sıradan, 66’ıncı sıraya yerleşmişti. Bu gibi nedenlerle, 17 Mayıs 2017 tarihinde, AP’deki 393 oyun 221’iyle AP üyeleri, Macaristan’ın Konseydeki oy hakkını elinden almayı ve AB bütçesinden alacağı katkının AB normları ve yükümlülüklerini sağlama koşullarına bağlanmasını öne süren 7’nci maddeyi işletmeyi teklif eden bir kararı kabul etmişti. Fakat bu kararın hayata geçirilmesi için üye ülkeler tarafından oy birliği sağlanması gerekiyor. Bu da imkânsız görünüyor, zira aynı prosedürlerle boğuşan Polonya’nın, hatta aynı popülist görüşlere sahip olan Avusturya ve İtalya gibi ülkelerin bu kararı veto etmesi, Macaristan’ın yaptırıma uğramasının önüne geçebilecek. Orbán’ın elde ettiği bu başarı, bazı diğer üye ülkelere de ilham kaynağı olabileceği için, yakın bir zamanda bu popülist ve AB şüpheci eğilimlerin sona ermesi beklenmiyor.
N. Melis Bostanoğlu, İKV Uzman Yardımcısı