İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
16-30 NİSAN 2018

AB GÜNDEMİ: AB Güvenlik Birliği Daha da Derinleşirken Türkiye Bu Resmin Neresinde?

AB Güvenlik Birliği Daha da Derinleşirken Türkiye Bu Resmin Neresinde?

Son yıllarda artan terör olayları, sınır bölgelerindeki istikrarsızlıklar ve tarihte görülmemiş boyutlara ulaşan göç fenomeniyle birlikte AB entegrasyon projesi, gündemine ortak güvenlik politikalarını her zamankinden daha fazla almaya başladı. Bu durum, açık şekilde Komisyonun 2018-2019 Yılı Çalışma Programı’na da yansıdı. Komisyonun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, aslında Juncker Komisyonu’nun ilk gününden bu yana güvenlikle bağlantılı meselelerin öncelikli gündem maddeleri olduğunu ifade ediyor. Böylesi bir yaklaşımın tasavvuru olarak Komisyon, 17 Nisan 2018 tarihinde, Türkiye’ye ve diğer aday ülkelere dair ülke raporlarının yayımlandığı günde, güvenlik ve içişlerinde işbirliği alanlarında atılması öngörülen yeni adımları içeren güvenlik paketini de bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu.

Komisyonun yeni güvenlik paketini genişleme paketiyle aynı gün açıklaması aslında pek çok şeyin de sembolik göstergesi kabul edilebilir. Önceki dönemde, genişleme paketinin açıklandığı günlerde, AB çevrelerinde zaman durur, tüm aktörler raporların içeriğine odaklanırdı. Bu sefer öyle olmadı. Raporların internet sitesine yüklenmesi bile, basın toplantısının ardından bir hayli zaman aldı. Türkiye özelinde ise bu sefer rapor basının veya kamuoyunun çok fazla ilgisini çekmedi; Türkiye’de gündem şüphesiz ki erken seçim tartışmalarına kaymıştı. AB’de ise gündem, ağırlıklı olarak o gün açıklanan güvenlik paketiydi. Aslında her iki tarafta da aynı gün, ülke raporlarından çok başka gündem maddelerinin odak haline gelmiş olması, adaylık perspektifi ve ilişkilerin güncel boyutuna ilişkin tehlike çanlarının bir anlamda habercisi. Ancak bu durumu illa felaket senaryolarıyla bağlantılı ele almak zorunda değiliz. Aynı gün hem AB’nin Güvenlik Birliği’ne ilişkin ilerleme raporunun yayımlanması ve yeni önlemleri içeren güvenlik paketinin paylaşılması hem de Türkiye’ye ilişkin raporun çıkması, bütün bu meseleleri karşılıklı ele alma fırsatını sunuyor.

AB Güvenlik Mimarisinde Son Rötuşlar

17 Nisan 2018 tarihinde Komisyon tarafından açıklanan güvenlik paketi, dört ayrı alanda AB vatandaşlarının daha güvenli şartlarda yaşamasına olanak sağlayacak ileri reform adımları içeriyor. Bu reform adımları vatandaşlarının kimlik kartlarında biyometrik veri yer alması zorunluluğu, kolluk birimleriyle mali soruşturma birimleri arasındaki işbirliğinin artırılması, bomba yapımında kullanılabilen kimyasal maddelere erişimin sınırlandırılması ve ateşli silahların ithalatında ve ihracatında koruyucu önlemlere gidilmesi olarak özetlenebilir. Bahsi geçen bu dört alanın, son yayımlanan Türkiye Raporu’nda da 24’üncü fasıla ilişkin değerlendirmelerin merkezinde olduğunu görüyoruz.

Kimlik kartlarında güncellemeye gidilmesine ilişkin değişiklik hamlesi, hâlihazırda Üye Devletlerde geçerli kimlik belgelerinin biyometrik veriler içerecek şekilde geliştirilmesini öngörüyor. Çünkü Komisyon tarafından yaptırılan etki analizi çalışması, kimlik sahteciliği ve sahte kimlikle teröristlerin hareketliliğinin önüne geçilebilmesi için en etkili çözüm olarak bunu öneriyor. AB müktesebatıyla uyumlu olmayan kimlik kartlarının beş yıl, daha acil güvenlik açıkları taşıyan kartların ise iki yıl içinde değiştirilmesi teklif ediliyor. Bu konuya ilişkin Türkiye’deki duruma bakıldığında net bir şekilde ifade edilebilir ki, AB’ye uyum ve vize serbestliği kriterlerinin karşılanması sürecinde bu alanlarda fazlasıyla reform gerçekleştirilmiş vaziyette. Türk vatandaşlarının kullanımına sunulan yeni nüfus cüzdanlarının büyük ölçüde bahsi geçen AB standartlarına eriştiği belirtilebilir. Bu durum aslında, belirli konularda aday ülkelerden beklentilerin, çoğu üye ülkedeki realitenin de ötesinde olduğunun güzel bir göstergesi. AB’nin Türkiye üzerindeki denetim gücünü ve gerçekçiliğini her geçen gün yitirmesinde; belirli alanlarda Türkiye’den, pek çok üye ülkenin ilerisinde reformlar beklemesinin rolü yadsınamaz.

Komisyonun güvenlik paketindeki ikinci hamle, yani kolluk birimleriyle mali soruşturma birimleri arasındaki işbirliğini artırıcı düzenlemeler teklif edilmesi de önemli. Komisyon, böyle bir adım atarak, aslında terörün finansmanının önüne geçmeyi, terör örgütlerinin finansman kaynaklarını açığa çıkarmayı amaçlıyor. Ulusal kolluk birimleri, mali birimler ve bölgesel ölçekte Europol’ü içine alan üçlü yapı, hem AB üyesi ülkeler arası hem de ulusal düzeyde birimler arası işbirliğini artıracak gibi. Peki, Türkiye bu tablonun neresinde?

Güvenlik paketiyle aynı gün yayımlanan Türkiye raporu, örgütlü suçlarla mücadele meselesine, her zamankinden de fazla yer veriyor. 24’üncü fasıla ilişkin vurgular ve öncelikler, açıklanan güvenlik paketinin temasıyla fazlasıyla benzerlik taşıyor. Yani başka bir ifadeyle, 24’üncü fasıla ilişkin değerlendirmeler aslında katılım müzakerelerinden öte, Türkiye’nin AB ülkelerinin de erişmeye ve oluşturmaya çalıştığı Güvenlik Birliği’ne olası uyumuna yönelik satır araları taşıyor. Bu çerçevede son yıllarda AB’nin de Türkiye hakkındaki raporlarında özel önemle ele aldığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), son raporda gündemde. Raporda, MASAK’ın idare ve yürütme kapasitesini hatta kolluk birimleri ve adli makamlarla işbirliğini artırdığı; ayrıca Kurulun bir sonraki FATF değerlendirmesini dikkate alarak kapsamlı bir ulusal risk değerlendirme belgesi çalışmalarına başladığı belirtiliyor. Bu değerlendirmeler Türkiye’nin performansının, AB’nin yeni teklif ettiği pakette öne sürülen ilgili alan açısından olumlu olduğunu gösteriyor. Konuya dair görece olumlu perspektife rağmen şunu da vurgulamakta fayda var; Türkiye’de geçerli kişisel verilerin korunması mevzuatı, hâlen AB aktörleri tarafından yeterli kabul edilmiyor. Bu durum Türkiye’nin Europol ile ileri seviye operasyonel işbirliğinin önünü tıkıyor. Dolayısıyla AB’nin tasarlamaya çalıştığı mimarinin parçası olunabilmesi için, Türkiye’deki veri güvenliği mevzuatının daha da geliştirilmesi şart.

Bomba yapımında kullanılabilen kimyasal maddelere erişimin sınırlandırılmasına ilişkin teklif ise büyük ölçüde paketin ve daha geniş çerçevede Güvenlik Birliği çalışmalarının en kritik öğelerinden biri. Komisyonun Güvenlik Birliği sürecindeki gelişmelere ilişkin yayımladığı ilerleme raporunda, 2004 Madrid, 2005 Londra, 2015 Paris, 2016 Brüksel, 2017 Manchester ve 2017 yılında yine Birleşik Krallık’ta Parsons Green metro saldırılarında el yapımı patlayıcıların kullanıldığı ortaya koyuluyor. Bütün bu saldırılar, özellikle internet üzerinden çok çeşitli ürünlere kolay erişimin mümkün olduğu bir dönemde, patlayıcılarda kullanılan malzemelerin denetimini daha sıkı hale getirmeyi gerekli kıldı. Dolayısıyla Komisyon, profesyonel kullanım için gerçekleştirilen tedarikler haricinde bu ürünlere erişimi fazlasıyla kısıtlamayı, profesyonel kullanımlarda da ilgili kişilerin sıkı denetimini ve güvenlik soruşturmasını içeren bir modeli öneriyor. Ek olarak, sülfürik asit ve amonyum nitrat da AB’nin patlayıcıda kullanılması muhtemel, yasaklı kimyasallar listesine eklenecek.

Konuyla bağlantılı kısıtlayıcı bir diğer önlem teklifi de, yukarıda bahsedildiği üzere ateşli silahların ithalatında ve ihracatında önemli denetim ve kısıtlamalar getirilmesi. Teklif edilen düzenlemeler, herhangi bir AB ülkesinde ateşli silah ihracat yetkisine başvuran kişilerin sistematik güvenlik soruşturmalarına tabi tutulmasını, bu soruşturma çerçevesinde ise AB’nin belirli güvenlik veri tabanlarında çapraz kontrol yapılmasını öngörüyor. Bununla birlikte Üye Devletler arası koordinasyonu artırıcı önlemler ve ticareti gerçekleştirilecek ateşli silahların üzerine ayırt edici işaretler eklenmesi; ulusal düzeyde denetimin merkezi hale gelmesi ve dijitalleşmesi gibi adımlar da gündemde. Temelde iki amaç var; ilki teröristlerin ateşli silahlara erişiminin önüne geçebilmek, ikincisi üye ülkeler arası denetim işbirliğini artırabilmek.

Komisyon, Türkiye’den ise ateşli silahlara ilişkin mevzuatını AB standartlarına yükseltmesini istiyor. Yukarıda ortaya koyulan değerlendirmelerden da anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin bu alanda AB ile aynı düzlemde bir hukuki ve idari çerçeveye sahip olabilmesi için; Türkiye’nin çabaları kadar, AB kurumlarının ve ülkelerinin işbirliği iradesi de gerekiyor. Bir noktada, bu alandaki işbirliği; tarafların karşılıklı bilgi paylaşımını mutlak suretle gerekli kılacak. Türkiye’nin geçiş ülkesi olmasından ötürü de ülkedeki durumun, AB’yi doğrudan etkilediği dolayısıyla herhangi bir çözümün, iki tarafı da kapsaması gerektiğini vurgulamak lazım.

Bütün bu düzenlemeler, AB’nin terörle mücadele çabalarını açıkça ortaya koyuyor. Ancak unutmamak gerekiyor ki hukuki süreçler, veri tabanları ve idari işbirliği çerçeveleri, çabaların sonuç bulabilmesi için kesinlikle tek başına yeterli olmayacaktır. İnsan faktörü ve operasyonel işbirliği, meselenin en öncelikli boyutu olmaya devam edecek. Türkiye’nin bu büyük resimdeki yerine bakıldığında ise uzun yıllar süren terörle ve örgütlü suçlarla mücadele geleneği göz önüne alındığında, pek çok Üye Devletten daha hazırlıklı olduğu yadsınamaz. Daha da ileri giderek, hâlihazırdaki aday pozisyonunda dahi Güvenlik Birliği’nin pek çok boyutuna, üye ülkelerden bile hazır olduğu ve olabileceği dikkat çekiyor. Dolayısıyla tarafların böylesi kritik meselelerde işbirliğini ve karşılıklı güven duygusunu tesis edebilmesi; bölgesel güvenliğin ve istikrarın sağlanması noktasında herhangi mevzuat hamlesinden, teknolojik araçtan veya idari tasarruftan çok daha değerli ve faydalı olabilir.

Ahmet Ceran, İKV Uzmanı