İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
1-31 AĞUSTOS 2018

TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: 100 Günlük Eylem Planından REG Toplantısına: AB ile İlişkilerde Yol Haritasının Şifreleri

100 Günlük Eylem Planından REG Toplantısına: AB ile İlişkilerde Yol Haritasının Şifreleri

Türkiye, siyasetin icrası, ekonominin yönetimi ve kamu projelerinin planlanması açısından hareketli, dönem dönem ise çalkantılı bir sürece adım attı. Ülkeye yansıyan dönüşümlerin pek çoğu dış unsurlarla birlikte küresel ekonominin seyri, uluslararası güvenlik ve siyaset dengeleri açısından da takibi karmaşık bir tabloyla bizi karşı karşıya bırakıyor. Tarihsel perspektifte, Türkiye’de benzer dönüşümler ve hareketlilikler söz konusu olduğunda, AB’nin resmin neresinde olduğu ve ilişkinin boyutu da tartışılan konular arasında her zaman yer almış; AB üyeliği, reformlar ve olağan şüpheli AB ülkeleriyle ilişkiler tekrar ve tekrar gözden geçirilmişti. Şüphesiz ki yeniden benzer bir dönemin içerisine girilmiş durumda. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirilmesinin ardındaki temel saik, pek çokları tarafından da ifade edildiği üzere kamu yönetim birimlerindeki hantallığı, koordinasyonsuzluğu, bürokratik külfeti ve tıkanmayı ortadan kaldırmak; hızlı ve koordine bir yürütmenin önünü açmaktı.  Bu mantaliteyle atılan ilk ve en çarpıcı adım, bakanların belirlenmesi sürecinde görüldü. Önceki dönemlere göre daha sadeleştirilmiş ve birleştirilmiş bakanlıklarla dizayn edilen sistemde 16 bakanlıktan üç tanesinde, belki de en icracılarının başında sektörden gelme, şirket yönetim perspektifine sahip bakanlar göreve başladı.

Yukarıda bahsi geçen yaklaşımın ikinci tezahürü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yürütmenin 100 Günlük Eylem Planı’nın açıklandığı toplantıda ortaya çıktı. Basın mensupları ve kamuoyu ile paylaşılan 100 Günlük Eylem Planı, proje odaklı yönetim modelinin açık bir örneği. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 100 Günlük Eylem Planı, hükümetin görevdeki ilk 100 gününde önceliklendirdiği 400 projeyi içeriyor. Bu projeler, kendi içerisinde ilgili bakanlıklara dağıtılmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, ilk 100 gün içerisinde tamamlanacak proje sayısının 1000’in üzerinde olduğunun, bu program çerçevesinde tanıtılanların ise aralarında önemli ve öncelikli kabul ettikleri 400’ü olduğunun altını çizdi.

Paylaşılan 100 Günlük Eylem Planı, dil itibarıyla net rakamlar, açık ifadeler ve belirli öncelikler içeriyor. Bu ifadeleri doğru anlamak, Türkiye’nin dış politikasından güvenliğine ve enerji politikalarına kadar çok farklı alanda siyasetin şifrelerini yakalamak açısından şart.

Eylem Planı’nda yer alan en kritik detay, projelerin tamamı mevcut 2018 yılı bütçesi çerçevesinde gerçekleştirilecek ve ek bütçe ayrılmayacak. İlk bakışta göze çarpan diğer detaylar ise projelerde savunma sanayine ayrılan geniş pay ve e-devlet/otomasyon/dijitalleşme adımları. Programdaki 400 projeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği üzere 48 tanesi savunma sanayine ilişkin. Öte yandan sosyal güvenlik, adalet ve içişleri gibi birbirinden ayrı çok fazla alanda, e-devlet inisiyatiflerinin önceliklendirileceği görülüyor. Bu, şüphesiz ki dönemin gerekliliklerine ayak uydurmak açısından memnuniyet verici. Ki, Türkiye’nin ortaya koyduğu e-devlet inisiyatifleri, Avrupa Komisyonunun Türkiye’ye ilişkin ilerleme raporlarında da sıkça övgüyle anılan konulardan. İlk bakışta yukarıda bahsi geçen üç boyut dikkat çekerken, bir diğer önemli detay, mega projelere yapılan vurgu.

Kanal İstanbul projesine resmen start verilmesi, üç katlı şehir tüneli, büyük çaplı TOKİ projeleri, üçüncü havalimanı ve Atatürk Havalimanı’na ilişkin süreçler, dış temsilcilik inşaatları ve bunlara benzer çok sayıda yapı projesi, programda geniş yer buluyor. Bu projelere kısaca değinmek gerekir. “Mega proje” konsepti, G20 belgeleri de dâhil olmak üzere, yönetişim çalışmalarından kalkınmaya ve çevre politikalarına pek çok alanda uzmanların son dönemde gündeminde. Devasa boyutlardaki bu projelerin verimi, başarısı ve etkileri, çok büyük ölçüde nasıl dizayn edildiği, nasıl süreçlerle, hangi öncelikler etrafında şekillendirildiğine bağlı. Çevreye duyarlı, plan, inşaat ve uygulama aşamalarında kapsayıcı, akıllı nitelikte ve amaca uygun olmaları halinde bu projeler mutlak desteği hak ediyor. Nitekim projelerin doğru planlanmaması ve uluslararası standartların altında kaliteyle uygulamaya geçirilmesi, yüksek oranlarda mali, siyasi, sosyal ve çevresel zararlar doğurabilir. Yani Türk basınında “çılgın proje” olarak adlandırılan çalışmalar, ciddi bir hassasiyetle uygulamaya geçirilmeli, ihtiyaç ve fayda hesabı net şekilde ortaya koyulmalı.

Ekonomi cephesinde ise 100 Günlük Plan çerçevesinde öne çıkan tema: tasarruf ve kalkınma.  Bunu görmek şüphesiz ki mutluluk verici. Böylesi bir yaklaşımın tezahürü olarak, 40 milyar TL ölçeğinde kamu kaynağının tek hesaptan yönetilmesi yoluyla 3-4 milyar avroya varan bir tasarruf yapılması amaçlanıyor. Tasarrufu azami ölçeklere çıkarmak ve bütçe disiplini birincil öncelik gibi duruyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu noktada Türk vatandaşlarına da çağrıda bulunuyor ve yastık altı ekonomisini sona erdirme gerekliliğini vurguluyor. Ekonomi ve ticarete ilişkin 100 günlük perspektifte en dikkat çekici ve ilginç detay aslında bunların da ötesinde şu cümle: “Kredi derecelendirme kuruluşlarının tamamen taraflı raporları sebebiyle karşılaşılan zorlukları aşmak için dış borçlanmada Çin piyasasına yönelinecek.” Özellikle de ihracatta önceliğin Çin, Meksika, Rusya ve Hindistan olacağı ifadesiyle birlikte ele alınınca, bizlere yepyeni bir dış politika perspektifi ve uzun analizlere gebe bir konjonktür bırakıyor.

Uluslararası ekonomik ve ticari ilişkilerin odağı olarak BRICS ülkelerinin ve en ön planda da Çin’in gündeme getirildiği tabloda, AB ülkelerine, AB kurumlarına ve AB sürecine vurgu fazlasıyla sınırlı. AB’nin adı mevcut fon tutarları ve bu fonlarla uygulanan projeler ile vize serbestliği diyaloğuna hız verilmesi boyutlarıyla ele alınıyor 100 Günlük Eylem Planı’nda.

Tarihsel bağlar ve Türkiye’nin aday ülke konumuyla birlikte çok derin ekonomik, ticari ve siyasi ilişkiler dikkate alındığında, 400 proje arasında AB ile etkileşimin sınırlı yer bulması aslında bir yandan kritik kabul edilmeli; diğer yandan ise derin anlamlar atfedilmemeli. Çünkü hâlihazırda AB ile devam eden işbirliği mekanizmaları, projeler ve süreçler kendi iç dinamiği ve programı çerçevesinde sürüyor. Türkiye-AB ilişkileri kısa vadeli projelerin ötesinde, Türkiye’nin bir stratejik önceliğidir ve karar alıcılar tarafından böyle ele alınıyor. Hollanda ile yumuşamayla başlayan ilişkiler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zamanda Almanya’yı ziyaret edecek olması da bunun bir göstergesi. Özellikle OHAL’in kalkması ve ABD’nin İran ambargosu gibi ulusal ve bölgesel gelişmeler dikkate alındığında, Türkiye ile AB arasında olumlu bir gündemin gün yüzüne çıkacağını öngörmek pekâlâ mümkün.

Böylesi bir perspektifle atılan en dikkate değer adım, 11 Aralık 2015 tarihinden bu yana ilk ve toplamda da dördüncü kere Reform Eylem Grubu’nun (REG) 29 Ağustos 2018 tarihinde toplanması oldu. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun toplantıya katılması, konjonktürel tartışmaların sürdüğü, Çin ve Rusya ile Türkiye arasında olası yakınlaşmaların gündeme taşındığı bu dönemde açık bir mesaj niteliği taşıdı. O mesaj da şuydu: yönetim sistemi ve bölgesel gelişmeler ile benzeri tüm dinamiklerden bağımsız olarak AB üyeliği ve bu yönde gerçekleştirilecek reformlar Türkiye’nin önceliğidir. REG, 23’üncü fasıl (Yargı ve Temel Haklar) ile 24’üncü faslın (Adalet, Özgürlük ve Güvenlik), yani Türkiye-AB ilişkilerinde en tartışmalı şekilde gündeme gelen iki alana ilişkin reform ajandasının masaya yatırılması boyutuyla önemli. 23’üncü ve 24’üncü fasıllar bilindiği üzere bir yandan Türkiye’nin en fazla oranda reformu gerçekleştirmekle yükümlü olduğu, diğer yandan ise Türk yetkili makamların AB çevrelerine açılmaları yönünde baskı yaptığı fasıllar. İKV de basın duyuruları ve ikili temasları yoluyla, son yıllarda pek çok kere bu fasılların açılması yönünde çağrıda bulunmuştu. 4’üncü REG toplantısının hemen ardından pozitif bir atmosferde dört bakanın katılımıyla gerçekleşen basın toplantısında kamuoyuyla paylaşılan çıktılar ise eylülde ve devamındaki süreçte Türkiye-AB ilişkilerinin hangi perspektifle ele alınacağına ilişkin önemli ipuçları sunuyor.

Reform Eylem Grubu Toplantısı Nasıl Bir Perspektif Sunuyor?

Dört bakanın hazır bulunduğu basın toplantısında ilk başta dikkat çeken detay, arka planda yer alan AB bayrağı idi. AB bayrağı ve AB perspektifi, ana akım basın kaynaklarında tekrar en açık haliyle yer buldu. Reform Eylem Grubu toplantısı bu sembolik durumla bağlantılı ele alındığında, AB ile entegrasyonun, konjonktürel tüm gelişmeler ve iç siyaset önceliklerinden bağımsız şekilde, pragmatik veya idealist saiklerle olması fark etmeksizin her zaman stratejik öncelik kalacağını gösterdi. Dolayısıyla AB entegrasyonundan eksenin kayması gerektiği görüşlerinin dillendirildiği, AB reformlarından uzaklaşıldığının ifade edildiği veya umutların kırıldığı, ilişkilerin zedelendiği zamanlarda tüm paydaşların, 4’üncü REG toplantısında bakanların verdiği fotoğrafları hatırlaması faydalı olacaktır. Tarihsel perspektifte farklı şiddetlerde çok sayıda sınamayı atlatan AB üyeliği serüveni, tarafların etkin işbirliği tesis edebildiği her dönemde fazlasıyla kayda değer olumlu çıktılara ulaşıldığını pek çok kere gözler önüne serdi. 4’üncü REG toplantısının basın bildirisinde yer alan şu ifade de, böylesi bir iddiayı doğrular nitelikte: “Son dönemde ülkemize yöneltilen ekonomik tehdit ve Trump yönetiminin küresel ekonomik sistemi etkileyen açıklama ve tutumları, Türkiye ve AB’nin birbirinin değerini anlaması için önemli bir fırsat olmuştur”.

4’üncü REG toplantısının içeriğine dair en önemli detay, OHAL’in kaldırılmasının ve AİHS ile BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nden doğan tüm yükümlülüklere geri dönülmesinin ardından önümüzdeki dönemde siyasi reform sürecine ivme kazandırılacağı vurgusu idi. Bu çerçevede, Yargı Reformu Stratejisi’ne ilişkin çalışmaların 2018 yılı sonuna kadar tamamlanması bekleniyor. Temel amaç ise yargıya olan güvenin artırılması, sisteme erişebilirliğin geliştirilmesi, etkinliğin artırılması ve makul sürede yargılanma hakkının garanti altına alınması. İnsan Hakları Tazminat Komisyonu’nun 31 Temmuz 2018’de yürürlüğe giren yasal düzenlemeyle yetkisinin artırılmasının bu amaçlar doğrultusunda katkı sağlayacağına işaret ediliyor. Ha keza, son dönemde basında da geniş yer bulan çocuklara karşı işlenen cinsel saldırı ve istismar suçlarıyla mücadele için de kritik adımlar öngörülüyor.

24’üncü fasıl kapsamında ise 2019-2021 Organize Suçlarla Mücadele Eylem Planı’nın güncellenmesi çalışmalarına hız verilmesi konusunda uzlaşıldı. Göç yönetimi de, AB konusuyla bağlantılı bir araya gelen her benzer nitelikteki toplantıda olduğu gibi hatırlatıldı, Mülteci Uzlaşısı’na Türkiye’nin uyumu ve atfettiği önem tekrar teyit edildi.

Gündeme getirilen bir diğer önemli mesele, hâlihazırda devam eden kritik süreçlerin; Türkiye-AB Vize Serbestliği Diyaloğu, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve üyelik müzakerelerinin kendisinin hız kazanmasıydı. Özellikle ABD ile süren ekonomik gerginliğin ve iç piyasalardaki dengesiz seyrin etkisiyle Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ihtiyacı eskisinden daha yüksek sesle dillendirilmeye başladı. Almanya ile buzların erimeye başlaması, eylül ayında Alman liderlerle gerçekleşmesi öngörülen temaslar da siyasi atmosferin olası bir modernizasyona uygun hale gelmesini sağlayabilecek gibi duruyor. Komisyondan gelen ılımlı açıklamalar da Gümrük Birliği meselesinin tekrardan gündemin üst sıralarına taşınacağının habercisi. Vize serbestliği de benzer senaryolara sahne olabilir gibi duruyor. Vize Serbestliği Yol Haritası’nda karşılamakla yükümlü olunan son yedi kriterden birinin daha karşılandığı ve resmi belgeler üzerinden müzakerelerin sürdüğü hatırlatılırken, AB kurumlarına ve ülkelerine iyi niyet çağrısında bulunuluyor. Ki bu, oldukça doğru bir yaklaşım. Karşılıklı iyi niyetin en üst düzeye çıktığı dönemlerde, vizesiz AB hayaline her zamankinden daha fazla yakınlaşıldığını hatırlamak gerekir. Kalan kriterlerin karşılanması ve teknik sürecin kendisi, siyasi süreçlere kurban olmamalı.

Son olarak 23’üncü ve 24’üncü fasılların açılmasının gerekliliğini de bir kere daha hatırlatmakta fayda var. Bu çağdı, REG tarafından da üstüne basa basa yineleniyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın batı ittifakını hedef alan ticaret hamlelerinin ardından hem Türkiye’nin hem de AB çevrelerinin birbirlerine karşılıklı sergilediği destekleyici ve müttefik ruhuna yakışır tutum gösterdi ki atılan her olumlu adım, ortaya koyulan destekleyici söylem, mutlak suretle olumlu karşılığını buluyor. Dolayısıyla hem kilit konumdaki bakanları hem TBMM Dış İlişkiler Komisyonu’nu hem de Kamu Denetçiliği Kurumu ile bağımsız denetleyici kurumları bir araya getiren böylesine büyük çeperli bir uzlaşı atmosferi, AB tarafına verilebilecek en net mesajı teşkil ediyor. 23’üncü ve 24’üncü fasılların açılması gibi radikal bir hamle, söz konusu iyileşme sürecini belki de son yıllarda hiç olmadığı kadar güçlendirebilir.

Gelinen aşamada normalleşme sürecini, iyileşme ve güçlenme aşamaları takip etmeli. Bu da ancak karşılıklı net ve somut adımlarla sağlanabilir. Çok açık ki taraflar artık karşılıklı olarak söylemin ötesinde, güveni en ileri aşamaya taşıyacak somut adımları bekler durumda. Bu adımların da geleceğini öngörmek yanlış olmaz. Küresel sistem, ekonomik konjonktür ve terörle mücadele, göç yönetimi, silahlı çatışmalar gibi bölgesel istikrarsızlıklar ve sınamalar, hem Türkiye’ye hem de AB’ye birbirlerine en ileri düzeyde bağlı olduklarını sıkça göstermeye devam ediyor.

Ahmet Ceran, İKV Uzmanı