![]() |
![]() |
TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: Türkiye-AB Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantısının Ardından
Türkiye-AB Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantısının Ardından
Türkiye-AB ilişkilerini verimli ve olumlu bir seyre getirmek amacıyla başlatılan Türkiye-AB Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantılarından en yenisi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve AB kanadından AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile Komisyonun Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn’ın katılımıyla 22 Kasım 2018 tarihinde Ankara’da gerçekleşti. Toplantıda, katılım müzakereleriyle birlikte, güncel siyasi gelişmeler, ekonomi ve ticaret alanındaki fırsat pencereleri, terörle mücadele ve göç yönetiminde atılması muhtemel işbirliği adımları gibi hayati önemde güncel konular masaya yatırıldı.
Yüksek düzeyli diyalog mekanizmaları, üyeliğe giden yolda aday ülkelerle Komisyon arasında olumlu bir ajandanın sağlanabilmesi ve zaman zaman karar alıcılar seviyesinde ilişkilerin “sağırlar diyaloğuna” dönüşmesinin önüne geçilmesi için kullanılan temel araçlar arasında yer alıyor. Bu mekanizmaların öngördüğü işbirliği adımlarının yapısal olmaktan öte, dönemin şartlarına uygun ve çıkar odaklı olduğu değerlendirmesini paylaşmak çok da geçersiz sayılmayabilir. Türkiye ile AB arasında bugüne değin, siyasi diyalog toplantılarının yanı sıra, ekonomik diyalog toplantıları ve enerji diyaloğu toplantıları da gerçekleşmiş, hatırlanacağı üzere ilişkilerin en gerilimli anlarında, özellikle ekonomik diyalog toplantılarında verilen olumlu görüntülerle, ilişkilerdeki gerilim hatlarının üzerine çok kereler can suyu verilmeye çalışılmıştı.
En güncel tabloda, 22 Kasım tarihli Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantısı, herhangi bir kıvrak siyasi hamleyle sümen altı edilemeyecek gerginliklerin akabinde düzenlenmiş olması sebebiyle aslında pek çok benzer nitelikli toplantıdan daha da kritik önem taşıyordu. Bir yandan Türkiye Raportörü AP Üyesi Kati Piri’nin kaleme aldığı taslak AP Türkiye Raporu’ndaki müzakerelerin askıya alınması yönünde çokça tepki çeken çağrı; diğer yandan ise AİHM’in HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a ilişkin kararı ve hükümet cephesinden karara ve Avrupa bloğuna yönelik sert demeçler, tansiyonu fazlasıyla yükseltti. Dolayısıyla Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantısı bir yandan önemli bir hasar kontrol fırsatını taraflara sunuyordu, fakat toplantının daha yapısal ve faydalı konular etrafında şekillenmesinin de önünü tıkıyordu. Her şeye rağmen, liderler düzeyinde diyalog, birlikte çalışma deneyimi ve nezaket çerçevesinde eleştirel bakışın sağlanması, eğer amaç üyeliğin sağlanmasıysa, olmazsa olmaz koşullar. Teknokratlar ve bürokratlar düzeyinde her ne kadar dosyalar takip ediliyor, gerekli mevzuat ve koordinasyon çalışmalarına önem veriliyorsa da siyasi liderlerin tutumu her zaman için sürecin seyrini belirleyen birincil etken.
Toplantının Satır Aralarında Dış Politika Vurgusu
22 Kasım tarihli toplantıda üzerinde anlaşılan veya gündeme getirilen konular, tarafların gelecek perspektiflerine ilişkin dikkate değer ipuçları taşıyabilir. Dolayısıyla toplantı sonrasında, iki tarafın da iradesiyle kamuoyuna sunulan ortak açıklamanın satır aralarına bakmak gerekir. Metin, Türkiye-AB ilişkilerine atfedilen stratejik önem vurgusuyla başlıyor, ortak payda arayışıyla devam ediyor. Bu çabanın inişli çıkışlı zamanlarda dahi gündemde olması şüphesiz ki önemli.
Metinde ilk somut ve olumlu vurgu Reform Eylem Grubu (REG) toplantılarının tekrardan başlamış olmasına yönelikti. REG mesajının hemen ardından, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra girilen restorasyon döneminde ortaya çıkan hukukun üstünlüğü sorunlarının giderilmesine vurgu, bu alanda somut hamle beklentisinin bir tezahürü şeklinde okunabilir. Metinden de anlaşılabileceği üzere, özellikle Komisyon tarafının temel hak ve özgürlükler alanında Türkiye’den kararlı adımlar beklediği görülüyor. Kapsayıcı ve açık bir sivil toplum için işbirliği sinyalleri göze çarpıyor.
Yüksek düzeyli toplantının sonuçlarına bakıldığında öncelikli işbirliği alanlarının başında terörle mücadelenin geldiğini söylemek gerekir. Taraflar, iyi uygulamaların paylaşılması; terörün finansmanıyla mücadele; aşırıcılıkla mücadele etmeye yönelik girişimler; DEAŞ’a katılmaya çalışan ve geri dönen yabancı terörist savaşçıların engellenmesi ve bunlarla mücadele edilmesi; havacılık emniyeti ve Türk makamlarıyla AB ajansları arasında daha yakın işbirliği konularında uzlaşmış ve karşılıklı güven tazelemiş gibi duruyor. Konuyla bağlantılı olarak Ortaklık Konseyi, Terörle Mücadele Danışmaları, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası İstişareleri ve tematik dış politika diyalogları düzeyinde, yani daha teknik boyutta çalışmaların süreceğinin vurgulanması şüphesiz ki olumlu karşılanmalı. Hatta bununla kalmayıp, Kıbrıs Adasında çözüme yönelik kararlı desteğin altının çizilmesi; Balkanlar, Suriye, Irak, Libya ve İran’ın işbirliği gereken alanlar olarak öne çıkması; Türkiye ile AB’nin etkili bölgesel politikaların tesisi bakımından her dönem birbirine muhtaç aktörler olmaya devam ettiğini açıkça gözler önüne seriyor.
Böylesi geniş kapsamlı ve birbirinden farklı coğrafyaları gündeme getiren bir dış politika istişaresi, kesinlikle pragmatik ve geçici saiklerden öte yapısal ve varoluşsal bir ortaklığın göstergesidir. Mevcut neoliberal hatta ultra-realist düzende dönemin krizli alanlarını oluşturan Balkanlar, Kıbrıs Adası, Suriye, Irak ve Libya’da ortak hareket alanlarının aranması, ancak bir ülkü birliğiyle açıklanabilir. Bu bağlamda, bahsi geçen işbirliğinin en gözle görülür meyvesine, 18 Mart Türkiye-AB Uzlaşısı’na değinmek gerekir.
Türkiye ile AB Arasındaki Potansiyel İlerleme Alanları ve Siyasi Diyalog
Göç meselesi ve Suriye krizine ilişkin olarak tarafların sahip olduğu işbirliği potansiyelini, metinde geçen şu cümle açıkça ortaya koyuyor: “18 Mart 2016 Mutabakatı, düzensiz göçün yönetimine önemli katkı sağlamış ve Türkiye ile AB arasında benzeri olmayan bir işbirliğinin önünü açmıştır.” Gerçekten de göç yönetimi alanındaki işbirliği, dönemin iç ve dış dinamikleri fark etmeden, tarafların birlikte çalışma deneyimini perçinlemesi ve somut çıktıları itibarıyla her zaman göz önünde bulundurulması gereken bir örnek haline geldi. Bu açıdan, Türkiye’nin başarısı ve yüklendiği sorumluluk, metinde de Türkiye’nin benzersiz bir cömertlik sergilediği vurgusuyla perçinlenmiş durumda. Dolayısıyla Suriye krizinin diğer aşamalarında da tarafların işbirliği ve ortak tutumuna müsait çeşitli alanlar mevcut. Bunun başında da tansiyonun en üst noktalara çıktığı İdlib bölgesinin durumu geliyor. Yüksek Düzeyli Siyasi Diyalog Toplantısında da İdlib ve kalıcı ateşkesin önemi üzerinde durulduğu biliniyor.
Bölgesel ve siyasi meselelerin yanı sıra hâlihazırda Türkiye-AB ilişkilerine fazlasıyla olumlu bir ivme sağlaması muhtemel ve uzmanların da yakından izlediği iki konuda; vize serbestliği diyaloğu ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonunda hangi aşamalara gelindiği şüphesiz ki 22 Kasım’ın en merakla takip edilen boyutlarındandı. Vize serbestliği cephesinde aslında pek de yeni gelişmelerle karşı karşıya olmadığımızı belirtmek gerekir. Basına son günlerde yansıyan, “son aşamaya gelindiği” haberleri, gerçeklikle bağdaşmıyor. Çünkü zaten çok uzun zamandır vize serbestliği diyaloğunun teknik süreci son aşamada. Tarafların yoğun çalışmaları ve ortak iradesiyle, 72 teknik vize kriterinden çok büyük bir kısmı karşılanmış; bu yılın ikinci yarısından itibaren de kalan kriterlerin karşılanması yönünde aktif çaba sarf edilmeye başlanmıştı. Artık temenni ve olumlu mesajların ötesinde, somut sonuç ve tarihlerin konuşulmasının gerektiği bir döneme girildi. Spesifik kriterlerdeki ilerleme vaatlerinin yerine sürecin tamamının ne zaman sonlandırılacağının tartışılacağı, daha köklü hamlelerin gerektiğini söylemek lazım. Bu doğrultuda karşılanması gereken, Europol’le operasyonel işbirliğinin tesisi kriterinde artık müzakere tarihinin kamuoyuna açık şekilde konuşulmaya başlaması (30 Kasım 2018), tam da beklediğimiz tür gelişmelerden.
Aynı şekilde yürümekte olan, kısa vadeli çıkar odaklı veya dönemsel/proje bazlı işbirliklerinden ve diyalog toplantılarındansa Gümrük Birliği’nin modernizasyonunun da tekrardan konuşulmaya başlanması şart. Özellikle de Brexit müzakerelerinde somut gelişmelerin yaşandığı ve olumsuz senaryoda bu gelişmelerin Türkiye’ye doğrudan ticari zarar yaratacağının konuşulduğu bir dönemde… Nitekim Gümrük Birliği meselesinde hava, vize serbestliği müzakerelerindeki atmosferden daha da olumsuz. Bu alandaki iyileştirmeler için metinde yer alan “koşullar el verdiği ölçüde” çalışmaya karar verildiği ibaresi aslında topun ne Türkiye ne de Komisyon tarafında olduğunu net şekilde Konseyin sahasında olduğunu ve her iki tarafın da bunu değiştirmek için çok da cephanesi bulunmadığını gösteriyor. Dolayısıyla ilerlemenin sağlanabilmesi için Türkiye’ye düşen, Üye Devletlerin liderleriyle bir süredir girilen normalleşme ve hatta iyileşme döneminin daha da ileri aşamaya taşınması.
İlerlemeye açık her alanda, olumlu çıktılara ulaşılabilmesi için ise formül çok açık: somut adımlar atılmaya başlanmalı. Her iki taraf için de bu durum geçerli. Bu formülün çalışan bir formül olduğunu bizlere REG toplantısı ve ardından gelen olumlu tepkiler gösteriyor. Nitekim artık tasarlanan eylem planlarının uygulamaya geçmesi ve reform adımlarına dönüşmesi gerekiyor; özellikle de temel hak ve özgürlükler alanında. AB tarafından ise atılan her adıma uygun samimi ve yapıcı karşılıklar gelmeli. Samimiyet ve yapıcı tutum, sürecin devamında öncelikli motto olmalı. Saf çıkar odaklılığın temel itici güç olduğu herhangi bir sürecin yapısal ve geniş çaplı sonuçlar vermesi, Türkiye-AB ilişkileri açısından pek de mümkün görünmüyor.
Ahmet Ceran, İKV Uzmanı