KÜRESEL GÜNDEM: Felakete 12 Yıl Kala: COP24 Gerekli Çabayı Ortaya Koyabildi mi?
Felakete 12 Yıl Kala: COP24 Gerekli Çabayı Ortaya Koyabildi mi?
Geçtiğimiz yıllarda gezegenimizi kasıp kavuran, afetlerle birçok ülkeyi fiziksel, sosyal ve ekonomik zarara uğratan iklim değişikliği sorunu, endişeleri de beraberinde getiriyor. Bu nedenle tüm gözler, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında 1995’ten bu yana her yıl düzenlenen Taraflar Konferansı’nda (COP) idi. 2-14 Aralık 2018 tarihlerinde gerçekleşen COP24, Polonya’nın kömür madeni sektörünün kalbindeki Katoviçe şehrinde düzenlendi.
Geleneksel bir şekilde COP24, BM Çevre Programı’nın (UNEP), Emisyon Azaltım Açığı Raporu’nu yayımlanmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirildiği gibi, ayrıca bu sefer rapora Hükümetlerarası İklim Paneli (IPCC) tarafından yayımlanan 1,5°C Özel Raporu da eşlik etti. Ne yazık ki, iki raporun da atmosferdeki sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda olumlu bir görüntü ortaya koyduğu söylenemez. Öncelikle Emisyon Azaltım Açığı Raporu, küresel sıcaklık artışının 2°C ve 1,5°C ile sınırlandırılmasının halen mümkün olduğunun altını çiziyor. Nitekim mevcut politikalar ve ulusal katkı beyanı (NDC) senaryoları ile küresel emisyonların azalma eğilimine geçmesinin değil 2030, 2020’de bile öngörülmediği belirtiliyor. Öyle ki, NDC’ler ve 2°C senaryosunun arasındaki açığı kapatmak için ülkelerin 2-3 kat; 1,5°C senaryosu içinse 5 kat emisyon azaltımı yapması gerekiyor. Rapor, küresel sera gazı emisyonlarının %78’ine neden olan G20 ülkelerinin burada çok büyük bir sorumluluk taşıdığını da hatırlatıyor. Çoğu G20 ülkesinin 2020 yılı vaatlerini gerçekleştirme yolunda olduğu belirtilirken, 2030 yılı NDC’lerini yerine getirme konusunda yeterli aşama sağlanmadığı ve geçerli NDC’lerin revize edilmemesi durumunda gezegenin 2100 yılında 3°C ısınacağının altını çiziyor. Bu nedenle de, raporlar çıkar çıkmaz tüm gözler ortaya daha somut çabalar koyulması için sabırsızlıkla COP24’e çevrildi.
Madalyonun İki Yüzü
COP24’ün, Polonya’nın kömür madeni sektörünün kalbindeki Katoviçe’de gerçekleştirileceği ilk açıklandığında çok ciddi eleştiriler gün yüzüne çıkmıştı. Bir yandan kentin daha temiz ve düşük karbonlu bir ekonomiye geçme potansiyeli, dünyamızın da benzer bir geçişe sahne olabileceği ümidini beraberinde getiriyordu. COP24 Başkanı Michal Kurtyka da açış konuşmasında, Katoviçe’nin içerisinde bulunduğu Silesia bölgesinin zaman içerisindeki endüstriyelleştiğini ve bir kömür cenneti haline geldiğini; kurallar, şeffaflık, yepyeni uygulanabilir bir sistem sayesinde ise düşük karbonlu bir ekonomiye de aynı şekilde geçebileceğini dile getirdi. Bununla birlikte, iklim değişikliği ile mücadele ederken dayanışma içerisinde ekonomik kalkınma ve istihdamın devamlılığını sağlamak üzere Dayanışma ve Adil Dönüşüm Silesia Bildirisi’ni duyurdu.
Bir yandan dayanışma, kalkınma gibi kavramlar havada uçuşurken, diğer yandan Polonya skandal kararlara imza attı. COP24 başlamadan sadece birkaç gün önce apar topar bir terörle mücadele kanunu kabul edilirken; katılımcılarla ilgili bilgileri toplama ve bu verileri paylaşma, keyfi pasaport kontrolü uygulama gibi yetkilerin Polonya hükümetine verilmesi yoluyla, katılımcıların toplanma özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi temel hakları hedef alındı. Bu kanun kapsamında, binlerce kişi Polonya sınırlarından içeri alınmadı, insanlar hiçbir sebep verilmeksizin sorguya çekildi veya kelepçelenip sınır dışı edildi. Bu tarz bir sivil toplumu sindirme hamlesinin özellikle de bir AB ülkesi tarafından yapılmış olması, gelecekte COP’lara ev sahipliği yapacak olan ülkelere hiç de iyi bir örnek teşkil etmedi.
Neler Yaşandı?
Geçen yılın COP’una damga vuran iki şey vardı: İlki, Fiji Başkanlığı’nın Paris İklim Anlaşması’nın uzun vadeli hedeflerine ilişkin kolektif çabaları değerlendiren Talanoa Diyaloğu inisiyatifi. İkinci olarak da ülkelerin hedeflerine hangi yollarla ulaşacakları, azaltım ve uyum sağlama tedbirleri ve gelişmekte olan ülkelere sağlanacak iklim eylem finansmanına dair bilgiler sunan Kural Kitabı’nın hazırlanması.
COP24 Başkanı Michal Kurtyka ve Fiji Başbakanı, COP23 Başkanı Frank Bainimaram, COP24 marjında Polonya’da bir araya gelerek, Talanoa Diyaloğu’nun önemini gündemlerine taşıdı ve 1,5°C artış senaryosuna bağlı kalabilmek için ülkeleri NDC’lerini beş kat artırmaları için çağrıda bulundu. Diğer yandan Kural Kitabı’nın içeriği de COP24’te tartışılan konular arasındaydı. Daha az gelişmiş ülkeler kuralların kendi şartlarına daha uygun olmasını talep ederken, Brezilya’nın küresel karbon marketi mekanizması konusunda diğer ülkelerle mutabakata varamaması, müzakerelerin önünü tıkadı. Ayrıca ABD, Rusya, Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi önde gelen petrol sahibi ülkelerin 1,5°C Özel Raporu’nu dikkate alacaklarını belirtmeleri fakat bu raporun kayıtlara geçmesine karşı çıkmaları, onların günün “kötü adamları” ilan edilmelerine sebep oldu. Kural Kitabı bünyesinde belirlenen kılavuz ilkeler ışığında gelişmiş ülkelerin yıllık 100 milyar dolarlık finansmanı 2025 yılı itibariyla güncellemesi, iklim eylemlerinin verimliliğini ölçecek olan Küresel Envanter’in yürütülmesine ilişkin koşullar ve kalkınma ve teknoloji transferinin gelişiminin nasıl değerlendirileceği kararlaştırıldı. Ülkeler ayrıca mevcut taahhütler ile sıcaklık artışını 1,5°C, veya daha da kötüsü, 2°C dereceye sınırlayamayacağından, 2020 yılında emisyon açıklarını kapatmak için NDC’lerini güncelleme taahhüdünde bulundu.
Bu yılki COP’ta öncekilerden farklı olarak ayrıca iklim göçünün gelecekte nasıl bir küresel tehdit oluşturacağının üzerinde duruldu. Bugün 258 milyondan fazla göçmenin farklı ülkelerde yaşamakta olduğu belirtilirken, iklim değişikliğinin bu sayının daha da artmasına neden olacağı ifade edildi. Bu nedenle de, iklim değişikliğinden kaynaklanan insan hareketliliğinin önlenmesi, minimuma indirilmesi ve yönetilmesi için harekete geçilmesi gerektiği aktarıldı. COP24’te ayrıca yepyeni finansman taahhütleri de yapıldı. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere sağlamayı öngördükleri finansmanları güncelleyeceklerini belirtirken, Dünya Bankası 2021-2025 iklim hedefleri için yatırımlarını iki katına çıkaracağını duyurdu ve Çok Taraflı Kalkınma Bankaları Eylemlerinin, Paris İklim Anlaşması ile uyumlu yürütüleceğini açıkladı.
Türkiye Yeni İklim Rejiminin Dışında Kalabilir
Bilindiği üzere Türkiye, UNFCCC’nin imzalandığı 1992 yılında OECD üyesi bir ülke olduğu için gelişmiş ülkeler ile birlikte Ek-1 ve Ek-2 listesinde yer alıyordu. Böylece Ek-1 başlığı altında mutlak emisyon azaltım taahhüdü vermek ve Ek-2 kapsamında gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilen Ek-1 dışı ülkelere finansman ve teknoloji transferi sağlamak zorunda idi. Bu durumun kendi ekonomisi ile uyumlu olmadığını düşündüğünden Türkiye, 1997 yılında Ek-1 ve Ek-2’den çıkma isteğini bildirmiş fakat yıllarca bu istek reddedilmişti. Nihayet 2000 yılında Lahey’de gerçekleştirilen COP6’da Türkiye farklı bir strateji uygulamayı deneyerek sadece Ek-2’den çıkmayı, erken sanayileşme aşamasında olduğundan “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk” ilkesi esasında Ek-1 listesinde kalmayı teklif etmiş, bu teklif bir sonraki COP’ta kabul edilmişti. Bunun üzerine Türkiye, Sözleşmeyi imzalamayı kabul etmiş, hatta daha sonra Kyoto Protokolü’nün de bir parçası olmuştu. Ancak, Paris İklim Anlaşması’nın 2020 yılında yürürlüğe girmesiyle beraber Türkiye, UNFCCC’nin ana finans organı Global Environmental Facility (GEF) mekanizmasının sona erecek olması ve sonraki dönemde verilecek Yeşil İklim Fonu’ndan da Ek-1 listesinde yer aldığı için yararlanamayacağı gibi sebeplerden ötürü, listeden çıkartılma talebini yeniden dile getirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2017 yılının kasım ayında gerçekleştirilen COP23 ile eşzamanda gerçekleştirdiği konuşmasında bu duruma değinerek, Yeşil İklim Fonu’na erişilemediği sürece Paris İklim Anlaşması’nın TBMM’den geçmeyeceğini söylemişti. Türk delegasyonunun yoğun çabalarına rağmen COP23’te de istenen karar, özellikle diğer gelişmekte olan ülkelerin Türkiye’nin hâlihazırda AB fonlarından yararlandığı ve genç nüfusa sahip olduğu gerekçeleriyle, paylarından feragat etmek istememelerinden dolayı alınamamıştı. Bu seneki COP’un da gündemi fazla yoğun olduğundan dolayı, Türkiye’nin resmi gündeme dâhil olma başvurusu reddedildi ve talebin ikili görüşmelerle değerlendirilmesi istendi.
Görüşmenin sonucu olumsuz görünse de, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelede halen aktif bir görev üstlenmeye istekli tutumu, yapıcı bir gelişme kabul edilebilir. Zira Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum COP24’te, IPCC'nin 1,5°C Özel Raporu’nu kabul ettiğini belirterek, iklim değişikliği ile mücadelenin aciliyetine dikkat çekti ve küresel iş birliğinin sağlanmasının kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Bu kapsamda Türkiye'nin küresel iklim değişikliği ile mücadeledeki yol haritasını belirlediklerini aktaran Bakan Kurum, hızla gelişen bir ekonomi olarak sera gazı emisyonlarını 2030'da %21'e kadar azaltmayı hedeflediklerini ifade etti. Bunun yanı sıra, elektrik enerjisi kurulu gücü içinde yenilenebilir enerjinin payının %45'e ulaştığını belirten Kurum, Enerji Verimliliği Eylem Planı'nın hazırlanmakta olduğunu ve son 15 yılda yaklaşık 41,5 milyon ton petrol eş değeri tasarruf sağlandığını da açıkladı.
Fakat bunların hiçbiri iklim değişikliği ile mücadele etmek ve sonuçlarına uyum sağlamak için yeterli değil. İlk olarak, Türkiye’nin öne sürdüğü NDC, mevcut sera gazı emisyonlarını azaltmayı değil, gelecek yıllarda artacak olan sera gazı emisyonlarında %21 azaltma sağlamayı taahhüt ediyor. Bu taahhütle sıcaklık artışını değil 1,5°C ile sınırlandırmak, 2°C ile bile sınırlandırmak mümkün değil. Pek inandırıcı olmayan bu NDC ile Türkiye’nin isteklerinin gerçekleşmesi UNFCCC’nin bir önceliği olamaz. Bu nedenle Türkiye daha inandırıcı bir NDC ortaya koymalı. Emisyon Azaltım Açığı Raporu’nun da belirttiği üzere Türkiye, G20 ülkeleri arasında salınımını yüksek oranda artıran ülkelerden biri ve uzun yıllar boyunca bu oranın düşüşe geçmesi beklenmiyor. Öyle ki, sera gazı emisyonlarının yükselme eğiliminde olması elbette en çok Türkiye’yi sarsacak. Öyle de görünüyor ki, Türkiye’nin Ek-1’den silinmesi mevzusu yakın bir dönemde gerçekleşmeyecek. Daha da kötüsü, Türkiye bu anlaşmayı imzalamayan 13 ülkeden biri olarak kaldığı sürece, sonraki COP’lara ancak gözlemci statüsünde katılabilecek ve hiçbir karar mekanizmasının içerisinde bulunamayacak. Türkiye, her geçen sene yapısını değiştiren COP’larda aktif bir rol oynamazsa gelecekte kendisini yeni kurulacak iklim rejiminin dışında bulabilir. Her ne kadar Türkiye 2020 yılında COP26’ya ev sahipliği yapmak için resmi başvuruda bulunmuş olsa da, henüz Paris İklim Anlaşması’nı onaylamamış bir ülkenin bu etkinliği ev sahipliği yapmasının kabul edilmesi olasılığı çok düşük.
İklim Değişikliği ile Mücadelenin Asıl Kahramanları: Sivil Toplum
Siyasi iradenin zayıf eylemlerle katıldığı onca yıldan sonra, bu yılki COP’ta 15 yaşındaki Greta Thunberg bir ışık gibi parladı. Bu sene, yüzyılların en sıcak yaz mevsimine şahit olan ve orman yangınları ile mücadele eden İsveç’te yaşayan genç kız, Cuma günleri okula gitmeyi bırakıp, iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratmak için meclis binasının önünde yaptığı oturma eylemi ile tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Thunberg COP24’teki çarpıcı konuşmasıyla, politik olarak neyin mümkün olup olmadığına değil, neler yapılması gerektiğine odaklanılmadıkça dünyamız için hiçbir ümit olmadığı, yetişkinlerin çok sevdiklerini söyledikleri çocukların geleceklerini çaldığı ve mevcut sistemin değiştirilmesi gerektiği gerçeklerini gözler önüne serdi. Thunberg’ün bu protestosu ayrıca Polonyalı ve Alman gençlerini de aynı şeyi yapmak için harekete geçirdi.
Paris İklim Anlaşması’nı halen onaylamayan Trump yönetiminin ev sahipliği yaptığı bir yan etkinlikte de, enerji danışmanı Wells Griffith’in son 40 yılın en düşük kömür tüketiminin bu sene yapıldığını ve vatandaşlara sağlanan hizmetler için fosil yakıt kullanmaya devam edileceğini söylemesi ile bir grup ABD’liden oluşan SustainUS tarafından gerçekleştirilen protestolar, etkinliğe damga vuran çarpıcı anlardan biriydi.
Siyasilerin iradesizliğine tezat bir şekilde bireylerin kendi geleceklerini savunma çabaları çok büyük bir önem taşıyor. Yıllardır tanık olunduğu üzere tek başına devletlerden bir şeyler beklemek, somut sonuçlar ortaya koymuyor. Öyle ki, üç yıllık bir duraklama döneminden sonra G20 ülkelerinin neden olduğu emisyonlar 2017 yılında tekrar yükselme eğilimine geçti. Fakat diğer yandan da, küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlandırabilmek için sadece 12 yılımız kaldı. Bunun için, emisyonların 2030 yılında 2010 yılına oranla %45 azaltılması ve 2050 yılında sıfırlanması, böylece dünyanın birincil enerji ihtiyacının üçte ikisinin yenilenebilir enerjiden karşılanması gerekiyor. Paris İklim Anlaşması’nın gereğinin yerine getirilmesi, 2030 yılına kadar her yıl milyonlarca insanın hayatını kurtulmasına yardımcı olabilir. Bu nedenle de, ilk önce biz, vatandaşlar olarak, karbon ayak izimizi azaltarak karar vericilere bir ilham kaynağı olmalıyız.
N. Melis Bostanoğlu, İKV Uzman Yardımcısı