![]() |
![]() |
KÜRESEL GÜNDEM: Varşova-Soçi Hattında Ortadoğu’da Kalıcı Barış Arayışları
Varşova-Soçi Hattında Ortadoğu’da Kalıcı Barış Arayışları
Günümüzde Orta Doğu’nun hemen her yanında istikrarsızlık hâkim. Yabancı işgaller ve askerî müdahaleler, terörizm, iç savaşlar, askerî darbeler, insan hakları ihlalleri ve topraklarından göç etmek zorunda bırakılan milyonlar, bu coğrafyada barış ve huzurdan söz etmeyi âdeta imkânsız kılıyor. Özellikle Suriye’de insanlık suçlarının sonu gelmiyor. Suriye’de iç savaş sekizinci yılına girerken, sorunun Esad’la mı yoksa Esad’sız mı halledilmesi gerektiği hâlâ tartışılıyor. Bugüne kadar çeyrek milyon insanın hayatını kaybettiği günümüzün en acil insanlık felaketi ne yazık ki devam ediyor. Bu minvalde şubat ayı ortalarında Orta Doğu’yu ilgilendiren önemli gelişmeler yaşandı. 13-14 Şubat tarihlerinde Polonya’nın başkenti Varşova’da ABD öncülüğünde İran konulu bir konferans düzenlenirken; 14 Şubat günü Rusya’nın Soçi kentinde Türkiye, İran ve Rusya’nın katılımıyla üçlü bir zirve gerçekleştirildi. Soçi’de yapılan Zirve’de Astana Süreci temelinde Rusya, İran ve Türkiye Devlet Başkanları bir araya geldiler ve Suriye’yi görüştüler. Varşova Toplantısı ise temelde Orta Doğu’da kurulmakta olan İran karşıtı cepheyi güçlendirmeyi amaçlıyordu. Peki, bu zirveler pratikte düzenleyicileri için herhangi bir sonuç getirebilir mi?
Polonya'da ABD ve İsrail Önderliğinde Ortadoğu Konferansı
13-14 Şubat’ta Polonya’nın başkenti Varşova’da gerçekleşen “Ortadoğu’da Barış ve Güvenlik” konulu konferans İsrail ile ABD'nin müttefiki Körfez ülkelerini bir araya getirdi. Konferansta, bölgedeki terörizm, aşırıcılık, füze geliştirme ve yaygınlaştırma, deniz ticareti ve güvenliği, vekâlet güçlerinden kaynaklı tehditlerin dâhil olduğu bir dizi konu ele alındı. Öte yandan, iki günlük konferansın, sadece Orta Doğu'ya odaklanan bir konferans olmayacağı, asıl hedefin, İran'ın bölgedeki etkisini azaltacak, mümkün olduğunca geniş katılımlı bir oluşumu hayata geçirmek olduğu bilinen bir gerçek.
Şüphesiz ki Varşova Konferansı’nın ilan edilmeyen; ancak herkesin bildiği gerçek amacı, ABD ve İsrail’in İran’ı kuşatma siyasetlerine yeni ortaklar arayışlarıydı. Amerikalı üst düzey yetkililer bir süreden beri bu Konferans’ın İran karşıtı gündem ile düzenleneceğine vurgu yapıyorlardı. Amerika Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Ocak 2019 başlarında açıkça Varşova Konferansı'nın İran'ın bölgedeki nüfuzu konusuna odaklanarak düzenleneceğini duyurmuştu. Pompeo, daha önce toplantıyla ilgili açıklamasında, "Toplantı, İran’ın bölgede istikrarsızlık yaratan bir etkide bulunmamasını temin etmeye odaklanacak." demişti.
Bilindiği üzere Trump yönetimi İran'a karşı geniş propaganda savaşı ve ekonomi alanında eşsiz yaptırımlar uygulayarak geniş çaplı bir savaş başlatmış bulunuyor. Vaşington Varşova Konferansı'nı düzenlemesi ve katılmaları için 70 ülkeyi davet etmesi ile kendi açısından siyaset alanında İran'a karşı uluslararası görüş birliği oluşturduğunu ve böylece Tahran’ın bölgesel siyasetlerini değiştirmeye mecbur edebileceğini hayal ediyordu.
Nitekim Konferans'ın açılışında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte basın mensuplarına açıklama yapan Pompeo, İran'ın Lübnan, Yemen, Suriye ve Irak üzerindeki etkisini kötü yönde kullandığını ifade ederek, İran ile cepheleşmeden Orta Doğu'da barışa ve bölgesel istikrara ulaşılamayacağını savundu. Toplantıya tek başbakan düzeyinde katılan isim olan Netanyahu, "Burada 60 ülkeden Dışişleri Bakanı ve Hükümet Temsilcisi, İsrail Başbakanı ve önde gelen Arap ülkelerinin Dışişleri Bakanları karşılıklı oturup bugüne kadar görülmemiş bir güç ve açıklıkla İran rejiminin yarattığı ortak tehditle nasıl baş edilmesi gerektiğini konuştu. İlk kez birlikte geleceğimizi tehdit eden şeyin ne olduğunu ve onu güvence altına almak için neler yapmamız gerektiğini tartışma fırsatı bulduk. Bu diyaloğu gelecekte yalnızca güvenlik konusunda değil, Orta Doğu halklarının yaşamını etkileyecek her alanda sürdürmeliyiz." değerlendirmesinde bulundu.
Benzer şekilde Konferans’ta konuşan Bahreyn Dışişleri Bakanı, İran tehdidinin İsrail-Filistin ihtilafından daha önemli olduğunu söyledi. Bakan Halid bin Ahmed Al Halife, "Çocukluğumuzdan beri İsrail-Filistin ihtilafının en önemli sorun olduğunu, öyle ya da böyle bunun çözülmesi gerektiğini dillendiriyoruz ancak geldiğimiz noktada çok büyük bir meydan okumayla karşı karşıya olduğumuzu gördük. O da modern tarihimizin en tehlikeli meydan okuması olan İran İslam Cumhuriyeti'dir. Dolayısıyla hâlihazırda İran tehdidi ile mücadele Filistin davasından daha önemlidir." ifadelerini kullandı.
Peki, Varşova Konferansı pratikte düzenleyicileri için herhangi bir sonuç getirebilir mi? Konferansın herhangi bir alanda somut başarılar kazanacağı düşünülmemelidir. Başarılı uluslararası konferanslar çok daha hazırlık tedbirleri gerektiriyor. Ayrıca kilit meseleler hakkında da daha genel bir uzlaşıya ihtiyaç var. Amerika ve İsrail’in İran’a karşı bir uluslararası cephe organize etmek için düzenlediği Varşova Konferansı, daha ilk gününde belirsiz hedeflere yöneldi. Diğer taraftan Konferansa beklenen katılım sağlanamadı. Toplantıya 70’den fazla ülke dışişleri bakanları ve üstü seviyelerde çağrılmış, ancak 50 civarında ülke, o da çoğunlukla alt düzeylerde temsilcilerle katıldılar. Her ne kadar konferans organizatörleri Avrupalıların katılımını arttırmak için içerikte değişikliklere gitse de birçok Avrupa ülkesi, Konferans'ın “İran” odaklı olmasından dolayı katılmaktan uzak durdu. Fransa ve Almanya, Konferans'a üst düzey temsilci göndermedi, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini de konferansa katılmayı reddetti. Varşova konferansına katılan Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı, yalnızca Yemen konusunda konuşma yapmayı kabul ederken Rusya, Çin ve Filistin konferansa katılmayı reddetti. Türkiye de, İran politikası ve komşu ülkeyle ilişkilerinin önemi ışığında doğru bir kararla Varşova’daki büyükelçisini görevlendirmekle yetindi. Diğer bir deyişle, ABD katılım sayısı ve seviyesi bakımından istediğini bulamadı.
Suriye’de Kalıcı Barış Arayışı: 4’üncü Soçi Zirvesi
Varşova Konferansı devam ederken Suriye'de siyasi geçiş için oluşturulan Astana Süreci'nin garantör ülkeleri Rusya, İran ve Türkiye 14 Şubat tarihinde Rusya’nın Soçi kentinde bir araya geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin katılımıyla yapılan Zirve'de, ABD'nin Suriye'den çekilme süreci, İdlib'deki gelişmeler ile Suriye'deki siyasi geçiş süreci ele alındı.
Zirve’de öncellikli olarak, El Kaide çizgisindeki Heyet Tahrir Üş Şam (HTŞ) örgütünün sahada kontrolü büyük ölçüde eline geçirdiği İdlib ele alındı. Bilindiği üzere HTŞ’nin bölgedeki kontrolünü arttırmaya dönük girişimlerinden üç ülkede kaygı duyuyor. Zirve’de bu girişimlere etkili bir şekilde karşılık verilmesinin yanı sıra buradaki ihlallerinin azaltılması için somut adımlar atılması hususunda görüş birliğine varıldı.
Zirvenin diğer önemli gündem maddesi ise, ABD'nin Suriye'den çekilme kararı oldu. ABD'nin çekilme sürecinde terör örgütlerinin istismar edebileceği bir boşluğun doğmaması için atılabilecek adımların yanı sıra, güvenli bölge önerisi ve Münbiç ile Fırat'ın doğusundaki durum da masaya yatırıldı. Üç liderin ABD'nin Suriye'den güçlerini çekmesiyle ilgili gündemlerinde Türkiye'nin Fırat'ın doğusunda yapacağı operasyon ve Münbiç konusu oldu. Rusya, Türkiye'nin Fırat'ın doğusundaki terör örgütü YPG/PKK varlığına karşı yapacağı operasyona prensip olarak karşı çıkmıyor. Ancak Moskova'da, bölgede kontrolün kısa sürede rejime bırakılma beklentisi mevcut. Türkiye ise Haseke'de olduğu gibi rejimin YPG/PKK ile iç içe yaşayacağı bir modelin oluşmasından endişe ediyor. Bu nedenle Ankara, YPG/PKK'nın rejim vasıtasıyla geri dönmesinin önüne geçmek için askeri tedbir almak istiyor. Zirve’nin sonuç bildirisinde Türkiye ile Suriye arasındaki anlaşmalara atıf yapılması kaçınılmaz olarak Ankara’yı önümüzdeki dönemde Esad rejimi ile bir şekilde ilişki kurmaya zorlayacak bir potansiyel taşıyor.
Toplantıda ayrıca, Suriye'deki siyasi geçiş sürecine yönelik çalışmalar, insani yardım çalışmaları, Suriye'de Anayasa Komisyonu çalışmaları da ele alındı. Liderler, Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceğine ve krizin yalnızca Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde, BM'in kolaylaştırıcılığında, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararıyla uyumlu siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğine dair inançlarını yineledi. Üç garantör ülke lideri, krize siyasi çözüm bulma çabaları kapsamında kurulacak Anayasa Komitesi'nin en kısa sürede kurulmasını hızlandırmaya yönelik kararlılıklarını teyit etti. Bu çerçevede liderler, Suriyeli taraflar ve BM Genel Sekreteri'nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'le etkileşimi ve eş güdümü sürdürmenin önemine işaret etti.
Sonuç olarak Varşova Konferansı, ABD ve İsrail’in kendi Ortadoğu gündemini dünyaya dayatma girişimi olarak değerlendirilebilir. Varşova’nın aksine Soçi’nin ise ortak gündeme sahip ülkeler arasında daha somut adımlar atılmasını sağlayan ve siyasi sonuçlar ortaya koyan bir toplantı olduğu söylenebilir. 2017 yılı ocak ayında başlayan Astana Süreci'nin üçüncü yılına girerken artık kurumsallaşmaya başladığını gösteriyor. Astana mekanizmasının kurumsal işleyişini incelediğimizde bugüne dek cumhurbaşkanları düzeyinde dört zirve, dışişleri bakanları düzeyinde üç buluşma ve siyasi direktörler düzeyinde de 11 toplantı yapıldığını görüyoruz. Burada önem taşıyan nokta, Suriye’de son iki yıl içinde ülkenin batısında sahada meydana gelen gelişmelerin, bunun dışında siyasi çözüme dönük arayışların önemli ölçüde bu toplantılarda şekillenen, olgunlaşan fikirlerin, önerilerin çıktısı olmasıdır.
Emre Ataç, İKV Uzman Yardımcısı