İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
16-31 MART 2019

KÜRESEL GÜNDEM: Yeni Zelanda Saldırısı, Aşırı Sağ ve Beyaz Üstünlükçülük Terörüne Tepkiler

Yeni Zelanda Saldırısı, Aşırı Sağ ve Beyaz Üstünlükçülük Terörüne Tepkiler

Tarihçi Eric Hobsbawm, Kısa Yirminci Yüzyıl adlı eserinde 1914-1991 arasındaki dönemi ele almış ve bu yüzyılı “Aşırılıklar Çağı” olarak nitelendirmişti.  Görünen o ki, aşırılıklar çağı yeniden yükselişe geçti. Özellikle ABD’de Donald Trump’ın başkan olması sonrasında “siyasi doğruculuk”un rafa kalkması ile göç karşıtı, yabancı düşmanı, ırkçı akımlar da kendilerini daha rahatça ifade edebilme fırsatını buldular. ABD’nin Charlottesville kentindeki ırkçılık karşıtı gösteride gerçekleşen saldırıda bir kişinin öldürülmesi ile sorunun şiddet boyutu daha da görünür oldu. Anders Breivik’in 2011’de Oslo’da 77 kişiyi öldürdüğü terör saldırısında ise genel olarak sakin bir ülke olarak bilinen Norveç’te böyle soğukkanlı bir katlimanın yapılması gelinen vahim durumu ortaya koyuyordu. Son olarak, 15 Mart tarihinde Yeni Zelanda gibi dünyanın birçok bölgesine oldukça uzak ve neredeyse bir masal âlemi olarak addedilen bir yerde, Christchurch kentinde iki camiye yapılan saldırıda 50 kişi hayatını kaybetti. Saldırganın hareketlerini videoya kaydedip sosyal medyadan paylaşması ve bir robotmuşçasına soğukkanlı bir şekilde bu eylemi gerçekleştirmesi aşırı sağ ve beyaz üstünlükçü ideolojilerin ne kadar tehlikeli olabileceğini de açıkça gözler önüne serdi.

11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör saldırıları Amerikan Hükümeti’nin teröre karşı bir savaş başlatmasına yol açmıştı. Bu doğrultuda Afganistan’a ve sonrasında Irak’a müdahale edilmiş, El-Kaide ve IŞİD gibi İslam dini ile ilişkili olduklarını öne süren terör örgütleri hedef alınmıştı. Londra, Madrid, Barselona ve Paris gibi Avrupa’nın büyük şehirlerinde söz konusu terör örgütlerinin eylemleri güvenlik endişelerini ve önlemleri giderek artırmıştı. ABD kişisel özgürlükleri sınırlayan “Patriot Act” gibi yasalar ile güvenlik devletini daha da geliştirirken, AB terör örgütü listeleri oluşturmuş ve bu örgütlere herhangi bir şekilde yardım eden, parasal destek sağlayan kişi ve kurumları yakın takibe almıştı.

Yeni Zelanda’da gerçekleşen olay İslam ile ilişkilendirilen terör örgütlerinin eylemlerinden oldukça farklı olsa da en az onlar kadar tehlike arz ediyor. Bugüne kadar benzer eylemlere baktığımızda bu eylemlerin ırkçı, yabancı düşmanı, Müslüman ve göçmen karşıtı kişiler tarafından işlendiğini görüyoruz. Bu kişilerin genel olarak herhangi bir örgütle ilişkileri bulunmamasına rağmen, sosyal medya üzerinden örgütlenen bir harekete dönüştüğü, ideologları ve liderleri olduğu açık. Bu yeni tehlikeyi ortadan kaldırmak için sosyal medya ve internet üzerinden oluşan ağların kontrol altına alınması ve katliama kadar giden bu fikirlerin serbestçe dolaşıma girmesinin engellenmesi gerekiyor. 77 kişiyi öldüren Anders Breivik’in manifestosunun internet üzerinden serbestçe satılıyor olması bu tür fikirlerin ne kadar kolayca yeşerma imkânı bulduğunun bir göstergesi. İnsanları başka bir gruba karşı nefrete ve şiddete yönlendiren bu tür görüşlerin ifade edilmesi kuşkusuz ki ifade özgürlüğünün sınırları dışında kalıyor.

Genel olarak aşırı sağ yaklaşımın içinde kendisine yer bulan bu hareket “beyaz üstüncülük” olarak adlandırılıyor. Beyaz ırkın üstünlüğü söylemine dayanan bu hareket, göç hareketlerinin hızlanması ve etnik olarak farklı kökenden gelen insanların Batı toplumlarındaki sayısının artmasını varoluşsal bir tehlike olarak addediyor. Tehdit, taciz, şiddet ve öldürmeyi meşru olarak gören radikal unsurları barındıran beyaz üstünlükçülerin son yıllardaki bazı eylemleri şu şekilde sıralanabilir:

-Temmuz 2011- Anders Breivik’in adlı saldırganın, Norveç’in başkenti Oslo’da bombalama ve Utoya Adası’nda İşçi Partisi’nin düzenlediği yaz kampına gelen gençlere ateş açarak 77 kişiyi öldürmesi,

-Ağustos 2012-ABD’nin Wisconsin eyaletinin Oak Creek kentindeki bir Sih mabedine yapılan saldırıda 6 kişinin öldürülmesi,

-Eylül 2013-Rapçi ve anti-faşist aktivist Pavlos Fyssas’ın Yunanistan’ın Pire şehrinde Altın Şafak Partisi’nin kıdemli bir üyesi tarafından bıçaklanarak öldürülmesi,

-Nisan 2014-ABD’nin Kansas eyaletinin Overland kentinde eski bir Ku Klux Klan liderinin Yahudi Merkezi’nde 3 kişiyi silahla öldürmesi,

-Haziran 2015-ABD’nin Güney Carolina eyaletinde Charleston kentindeki siyahların gittiği bir kilisede 9 kişinin bir beyaz üstünlükçü tarafından öldürülmesi,

-Ekim 2015-İsveç’in Trollhattan kentinde göçmen kökenli öğrenci oranının fazla olduğu bir okulda bıçakla yapılan saldırıda 3 kişinin öldürülmesi,

-Haziran 2016-Birlerşik Krallık’ta Brexit referandumu öncesinde AB’de kalma yanlısı İşçi Partisi milletvekili Jo Cox’un bir beyaz üstünlükçü tarafından silahla öldürülmesi,

-Ocak 2017-Kanada’nın Quebec City kentinde bir camide akşam namazı sırasında 6 kişinin öldürülmesi,

-Mayıs 2017-ABD’nin Oregon eyaletinin Portland kentinde trende tacize uğrayan Müslümanları savunmak için araya giren 2 kişinin bıçaklanarak öldürülmesi,

-Haziran 2017-Birleşik Krallık’ta Finsbury Park’daki bir caminin dışında, “tüm Müslümanları öldürmek istiyorum” diye bağıran bir kişinin  kamyonla yaptığı saldırıda 12 kişinin yaralanması ve bir kişinin ölmesi,

-Ağustos 2017-ABD’nin Virginia eyaletinin Charlottesville kentinde beyaz üstünlükçü saldırgan tarafından kullanılan bir arabanın anti-Nazi protestocuların arasına girmesi sonucu bir kişinin öldürülmesi ve birçok kişinin yaralanması,

-Ekim 2018-ABD’nin Kentucky eyaletinde beyaz üstünlükçü bir saldırganın 2 siyahı öldürmesi,

-Kasım 2018-ABD’nin Pennsylvania eyaletinin Pittsburgh kentinde bir sinagogda gerçekleştirilen saldırıda 11 kişinin öldürülmesi.

Hareketin Özellikleri

“2083: Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi” adlı 1515 sayfalık manifestosunda Breivik kültürel Marksistler olarak gördüğü çokkültürlülüğü savunanları eleştiriyor ve Avrupa’nın bir İslam tehdidi altında olduğunu belirtiyordu. Azınlıklara, Müslümanlara ya da siyahlara karşı saldırıda bulunanların büyük bir kısmı da dâhil olmak üzere, beyaz üstünlükçü hareketin taraftarları Breivik’i bir kahraman olarak görüyor. Özellikle sosyal medya aracılığıyla düşüncelerini yayan ve birbirleriyle iletişim halinde olan beyaz üstünlükçü ya da daha geniş adıyla alternatif sağ (alt-right /alternative right) olarak ifade edilen görüş beyaz ırkın bir saldırı ile karşı karşıya olduğunu ve yok olma tehlikesi altında olduğunu savunuyor.

Zeynep Ekmekçi ve Gülener Kırnalı Medyascope’ta “Alt-right: ABD’nin Neo-conlardan beter yeni aşırı sağ hareketi”, başlıklı yazılarında bu hareketi şu şekilde tanımlıyor:

“Irkçılık, beyaz milliyetçilik ve popülizmi harmanlayan bir muhafazakârlık dalı; sınırlı hükümet, düşük vergiler ve katı yasa ve düzen gibi geleneksel muhafazakâr düşüncelerin yanı sıra ABD’deki beyaz ırkın muhafaza edilmesi ve korunmasını vurgulayan bazı beyaz üstünlüğü yanlıları ve beyaz milliyetçiler tarafından, kendilerini ve ideolojilerini tarif etmek için sahiplenilmiş bir isim.”

İktidarlar, entelijensiya, basın ve üniversitelerin bu tehlikeyi örtbas etmekte olduğuna inanıyor ve tek çarenin terör eylemlerine başvurmak olduğunu düşünüyorlar. Bugüne kadar tek bir örgütün değil de bireysel eylemlerin sonucu olarak ortaya çıkan bu hareketlerin birbirlerinden esinlendikleri ve Donald Trump gibi açıkça göçmen karşıtı ve ırkçı özellikler sergileyen bir başkanın iktidara gelmesi ile daha cesaretlendikleri görülüyor. Son olarak Yeni Zelanda’daki insanlık dışı saldırıyı gerçekleştirlen Avustralyalı Brenton Tarrant da saldırıdan önce benzer bir manifestoyu yayınladı. Bu manifestoda saldırıyı, “işgalcilere bu toprakların hiçbir zaman kendi toprakları olmayacağını göstermek” için yaptığını ifade ediyor.

Donald Trump’a destek veren kitle arasında alt-right denilen aşırı sağ kesimin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Trump’ın Meksika sınırına duvar örme ve çeşitli Müslüman ülkelere vize yasağı uygulaması gibi politikaları bu kesimin takdirini kazanmıştı. Bu kesimin içinde Trump gibi üst gelir sınıfından olanların yanında çoğunluğu orta ve alt orta sınıf oluşturuyor. Beyaz ve erkek egemen olarak adlandırabileceğimiz bu grup genel olarak toplumdaki değişime karşı, feminizm, LGBT hakları, göçmen hakları gibi kavramları toplumu yozlaştırdığını ve giderek azalan doğum oranları ile beyaz ırkın yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu savunuyor. Trump’ın iktidara gelmesi ile siyasette ve toplumsal alanda ağırlıklarını artırdılar.

Beyaz üstünlükçü şiddet eylemleri, genellikle bu tür faaliyetlerin akli dengesi yerinde olmayan kişilerin bireysel eylemleri olarak görülmesi, önemsenmemesi ve terörle mücadele kapsamına alınmaması sonucunda daha da yaygınlaşıyor.  Özellikle internet üzerinden dezenformasyon ve nefret suçlarının yaygınlaşması ve bunlara karşı önlem alınmaması önemli bir güvenlik açığına işaret ediyor. ABD Başkanı Trump’ın eski başstratejisti Steve Bannon gibi isimler aşırı sağ ideolojinin yaygınlaşmasında önemli rol oynuyor. 2012 yılında Breitbart adlı internet sitesinin başına geçen Bannon, bu site aracılığıyla alternatif sağ (alt-right) hareketine bir platform oluşturdu.  Brexit referandumu sırasında da İngiltere’nin AB’den çıkması yönünde faaliyette bulunan Bannon, Avrupa’da aşırı sağ partileri bir çatı altında birleştiren “Hareket” (The Movement) isimli bir grup oluşturdu. 

AB’nin Yaklaşımı

Yeni Zelanda saldırıları sonrasında Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker üzüntülerini ifade eden bir açıklama yaptı. Saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine ve Müslüman toplumuna başsağlığı dilyeyen Juncker, bu zalimce ve anlamsız eylemin AB’nin Yeni Zelanda ile paylaştığı değerler ve barış kültürünün tam karşıtı olduğunu belirtti. AB Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ise terörle mücadelede işbirliğinin artırılması vurgusunda bulundu. İbadethanelere yapılan saldırıların din ve vicdan özgürlüğü ve çeşitliliğe değer veren herkese yapılan bir saldırı olduğunu belirten Mogherini, bu tür saldırılar karşısında AB’nin terörizm, aşırıcılık ve nefret suçları ile mücadelede kararlılığının arttığını söyledi.

AB 28 Kasım 2008 tarihinde kabul edilen “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele için Çerçeve Karar” ile ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı AB genelinde cezai müeyyide uygulanmasının kapısını açtı. Söz konusu karar, bu alanda Üye Devletler arasında adli işbirliğini de öngörüyor. Çerçeve kararda, aşağıdakiler cezalandırılacak eylemler olarak belirlenmiş:

-halkı, ırk, renk, köken, din veya inanç, ulusal veya etnik köken esasında tanımlanan bir gruba veya onun bir üyesine yönelik şidddet veya nefrete tahrik etme,

-yukarıda belirtilen suçun, halka broşür, resmi veya diğer materyali dağıtmak yoluyla işlenmesi,

-halka açık bir şekilde soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarını inkar etme, tasvip etme veya önemsizlştirme,

- yukarıdaki suçlara yardım ve yataklık etme.

Çerçeve karar, AB üyesi ülkeleri bu suçları etkili, orantılı ve caydırıcı şekilde, en aşağı bir yıl hapis ile cezalandırmak ile yükümlü kılıyor. Tüzel kişilerin bu suçları işlemesi halinde ise, etkili, orantılı ve caydırıcı para cezasına çarptırılmaları öngörülmüş. Bunun yanında, tüzel kişiler söz konusu suçları işlemeleri halinde, devlet yardımından men, ticaretten geçici veya daimi olarak men, adli vesayet altına alınma, tasfiye gibi cezalara da çarptırılabilir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin suçların soruşturulması, kurbanın şikâyetçi olmasına bağlı olmadan da başlatılabilir. Nefret suçlarında, ırkçı veya yabancı düşmanlığı içeren güdülerle hareket edilmesi verilecek cezayı ağırlaştıracak bir unsur olarak ele alınır. 

Jacinda Ardern Örneği:

Yeni Zelanda saldırısı karşısında Başbakan Jacinda Ardern’in duyarlı, empatik ve sorumlu yaklaşımı dünyada birçok lidere örnek olması gereken bir model oluşturdu. Saldırganın adını telaffuz etmeyi rededen, kurbanların cenazesinde dayanışma için başörtüsü takan Arden, bu tür şiidet olayları karşısında tüm insanlığın birleşmesi ve ortak bir cephe sergilenmesi çağrısında bulundu. Ardern, olaydan 2 hafta sonra kurbanlar için düzenlenen anma töreninde son derece anlamlı bir konuşma yaptı. Yeni Zelanda dili Maorice ile konuşmasına başlayan ve Arapça olarak barış dileğinde bulunan Ardern’in mesajları ile yazıyı bitirirken, beyaz üstünlükçülük gibi çağdışı ve insanlık dışı ideolojilerin etkilerini yitirmeleri ve şiddet eylemleri karşısında küresel işbirliğinin gerekliliğini vurguluyoruz:  

“Esselamu Aleyküm. Barış sizinle olsun. Bu kelimeler, nefret ve şiddet karşısında öfkelerini göstermeye her türlü hakkı olan ama bunun yerine bizlere onlarla birlikte yas tutmamız için kapılarını açan bir topluluk tarafından söylendi. En fazla kayba uğrayanlara biz de bu sözleri iletiyoruz.

[Kurbanların] hikâyeleri şimdi kolektif belleğimizin bir parçasını oluşturuyor. Edebiyen bizimle kalacak. Onlar biziz. Ancak anılarla birlikte sorumluluk da doğuyor. Olmak istediğimiz yerde olma sorumluluğu. Çeşitli, kucak açıcı, iyi ve merhametli bir yer. Bu değerler en iyi yanımızı oluşturuyor… Nefret virüsüne karşı bağışıklık kazanmış bir ülke değiliz belki ama tedavisini bulacak ülke olabiliriz… Şiddet ve terörizmin kınanmasının müşterek bir tepkiye dönüşmesini istiyoruz. Dünya aşırıcılığın daha fazla aşırıcılık doğurduğu bir kısır döngüde takılıp kaldı. Bu sona ermeli. Bu sorunlarla tek başımıza başa çıkamayız. Cevap yerel sınırlarla kısıtlanmayan, etnisite, güç veya yönetişime bağlı olmayan basit bir kavramda yatıyor. Cevap insanlığımızda yatıyor… Evimizin mükemmel olduğu iddiasında bulunamayacağımız ve bulunmadığımızı hatırlıyoruz. Ama ulusal marşımızdaki sözlere sadık kalmaya çabalayabiliriz:

Her inançtan, her ırktan insan,

Yüzüne karşı burada toplanır,

Bu yeri kutsamanı ister,

Tanrı özgür ülkemizi korusun

Devletimizi çekişmeden, kıskançlıktan, nefretten

Ve yolsuzluktan koru

Ülkemizi iyi ve güçlü yap

Tanrım Yeni Zelanda’yı koru”

Doç Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri