![]() |
![]() |
AB GÜNDEMİ: Seçimler Öncesi Saflar Sıkılaşıyor: Fidesz’in EPP Üyeliği Askıda
Seçimler Öncesi Saflar Sıkılaşıyor: Fidesz’in EPP Üyeliği Askıda
Şubat ayında Macaristan’ın hükümet partisi Fidesz, 2014 yılından bu yana Avrupa Komisyonu başkanlığı görevini yürüten Jean Claude Juncker’e karşı bir suçlama kampanyası başlatmıştı. Macar kökenli Amerikalı işadamı ve hayırsever George Soros ile birlikte Juncker’i illegal göçün destekçisi olarak ilan eden billboard afişleri AP içerisinde Fidesz’in üyesi olduğu merkez sağ muhafazakâr grup EPP üyeleri tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Kendisi de 2014 yılında EPP’nin Spitzenkandidat adayı olarak Komisyon Başkanı seçilen Juncker, göç destekçisi olduğu gerekçesiyle suçlandığı afişler nedeniyle Fidesz’in EPP’den ihraç edilmesi gerektiğini belirtmişti. 20 Mart 2019 tarihinde AP’deki en büyük grup olan merkez sağ Avrupa Halk Partisi (EPP), Fidesz’in üyeliğini askıya aldığını açıkladı; ancak eleştiriler dezenformasyon çerçevesinde yürütülen AB şüpheci kampanyaya karşı verilen tepkinin yetersiz kaldığı yönünde. Aslında hem geç gelen hem de yetersiz bir hamle olarak nitelendirilen askıya alma kararı, seçimlere 2 ay kalmışken Parlamentonun içerisindeki bölünmüşlüğü çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bu bölünmüşlüğün özellikle de EPP içerisindeki AB şüpheci ve popülist görüşleri daha da görünür kılacağı endişesi ise Birliğin geleceğine dair soru işaretlerini artırıyor.
Kısır Döngüye Giren “Orban vs. AB” Çatışması
Göreve geldiği 2010 yılından bu yana AB değerlerinin sınırlarını esnetme konusunda kararlı adımlar atan ve statükonun direncini hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, demokratik değerlere bağlılık başta olmak üzere farklı alanlarda zorlayan Macaristan Başbakanı, dönüşümlerin eşiğindeki AB’nin geleceğine dair söyleyecek sözü olduğunu her seferinde ortaya koyuyor. Soğuk Savaş’ın ardından komünist rejimlerden demokrasiye geçiş yapan Doğu Avrupa ülkelerinin AB üyesi olduğu 2004 big bang genişleme dalgası, çok vitesli Avrupa modelini daha da görünür kıldı. Bu model ışığında dinamo ülkelerin periferisinde kalma riski taşıyan Doğu Avrupa ülkelerinden Macaristan, bu anlamda Birliğin krizler karşısındaki bocalamalarına kendi alternatif çözümlerini bulma yoluna gitmeyi tercih ediyor. Özellikle de 2015 yılında patlak veren mülteci krizinde “ötekilere” karşı örülen metaforik duvarların yeterli gelmeyeceğine karar verilmiş olacak ki Hırvatistan ve Sırbistan ile olan kara sınırlarına tel örgüler çekerek mültecilerin Macar topraklarına ayak basmasına bile engel olunması bu kararın en somut örneği oldu. Hoşgörü ve insan hakları temelli Avrupa değerlerinin Orban’ın hayal ettiği Avrupa’yı şekillendiren temel kavramlar olmadığı da böylece açıkça görüldü.
Gündemin çok yönlü krizleri AB yanlısı liderleri sürekli olarak yeni bir sınava tabii tutarken; Orban Macaristan’ı özellikle 2017 yılından bu yana kendisini ara ara hatırlatmaktan hoşlanıyor.Kısa bir flashback yaşanması bugüne gelindiğinde Viktor Orban’ın aslında istediklerini elde ettiğinin ve kaybetme ihtimali olan tarafın AB olduğunun görülmesi için önemli. Nitekim 4 Nisan 2017 tarihinde Macaristan Parlamentosunda kabul edilen bir düzenlemeyle ülkedeki yabancı yükseköğretim kurumlarının kapatılmasının önü açılmıştı. Bu yasanın birincil hedefi ise uzun zamandır Orban’ın merceği altındaki Orta Avrupa Üniversitesi (CEU) idi; zira Üniversitenin kurucusu Macar asıllı AB yanlısı milyarder George Soros’tan başkası değil. Soros’u kitlesel göçü teşvik eden bir Macaristan düşmanı ilan eden Viktor Orban, bu söylemi 2018 yılının nisan ayında gerçekleşen genel seçimlerdeki oy oranını garanti etmek için etkili bir taktik olarak da kullandı.
12 Eylül 2018 tarihine gelindiğinde AP’de Yeşiller Partisi Üyesi Judith Sargentini’nin 12 ana başlık altında Macaristan’daki sorunları ele aldığı raporun oylanmasının ardından Macaristan hakkında 7’nci Madde’nin devreye girmesini tavsiye edildi. Üye Devletin Konsey’deki oy hakkını askıya alınması anlamına gelen 7’nci Madde’nin başlatılma önerisiyle birlikte AP, Macaristan’da sistematik bir şekilde demokrasi, hukukun üstünlüğü ile temel hak ve özgürlüklerin tehdit edildiği bir politik atmosfer olduğunu da oy çokluğuyla kabul etmiş oldu. Bu yönüyle AP üyelerinin, Orbán’a Birliğin temel değerlerinden uzaklaşan lider damgası vurarak; gelecek senaryolarının illiberal demokrasi ekseninde şekillenmemesi için çabalayacağını gösterdiği de söylenebilir.
Ancak ne var ki Birliğin karar mekanizmalarındaki çok aşamalı onay süreçleri, tavsiye kararlarının uygulanabilirliği önünde bir engel oluşturduğu için AP seçimlerine odaklanan Orban’ın iç politikadaki retoriğinde bir yumuşama sağlamayı başaramadı. Nitekim şubat ayında sokaklara asılan “vatandaşların Brüksel’de olanları bilmeye hakkı var” temalı afişlerde George Soros ve Jean Claude Juncker kitlesel göçün diğer bir deyişle “güvenlik tehdidinin” arkasındaki isimler olarak lanse edildi. Kendisine yöneltilen otoriter, milliyetçi ve göç karşıtı şeklindeki eleştirileri başarılı bir kontratakla muhatabına yansıtan Orban, AB yanlısı politikacıların vatandaşları umursamadığı algısını yaratmaya çalışıyor. Bu konuda başarılı olma ihtimali ise 23-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleşecek AP seçimlerinde otoriter eğilimli popülist politikacıların daha fazla sandalye kazanması riskini ortaya çıkarıyor.
Tartışmaların Düğüm Noktası: Liberal Hıristiyan Değerleri Kim Koruyor?
Juncker'i doğrudan hedef alan seçim kampanyasını Macarların gerçeği öğrenme hakkı olduğu iddiasıyla savunan Orban hükümeti, AB'nin özellikle de seçimleri manipüle edecek yalan haber ve nefret söylemleriyle mücadelesindeki birincil muhatap haline geldi. Macar Hükümeti'nin bilgi alma hakkı, AB liderlerinin ise dezenformasyon olarak nitelendirdiği kampanya, kavramlar arkasındaki ince çizgiyi bir kez daha ortaya koyarken; bu konudaki en büyük sınavın üye ülkeler nezdinde verileceğini de gösteriyor.
Terör saldırılarından ders alınmadığını ve daha fazla mültecinin üye ülke topraklarına girmesine izin veren politikalar yürütüldüğünü iddia eden Viktor Orban, göç karşıtı olduğu düşünülen üye ülkelere finansal yardımın azaltılmak istendiğini de dile getirdi. Ülke güvenliğini sağlamanın yanı sıra Hıristiyan değerleri korumak için uğraştığını belirten Orban’ın göç odaklı AB şüpheci ve popülist kampanyası, bir üst seviyeye taşınmış gibi görünüyor. Nitekim Juncker’in de Hıristiyan demokrat değerlerle bağdaşmamakla suçladığı Fidesz, dini ögelerinden arındırılmış liberal Hıristiyanlık tartışmalarının merkezine oturmayı başardı.
Batı kimliğini tanımlamada son yıllarda ön plana çıkan “Hıristiyan değerler” laik ve liberal düzenin kökeni olarak gösterilirken; bu düzenin en büyük tehdit unsuru İslami ögelere sahip üçüncü ülkelerden gelen göçmenler olarak görülüyor. Popülist görüşlerin statükocu AB liderlerine yönelik eleştirilerinin belkemiğini oluşturan mevcut göç politikaları, AB şüpheci görüşlerin vatandaşlar arasında giderek daha fazla nüfuz etmesine katkı sağlıyor. Bu bağlamda AB’yi kendi görüşleri çerçevesinde dönüştürmek isteyen popülist politikacıların hedef tahtasını mevcut AB liderlerine çevirmiş olması amaçlarına giden yolda atılmış stratejik bir adım. Nitekim Birliğin değerlerini eleştirmekten ziyade mevcut liderlerin “yanlış politikalar” yürüttüğünü iddia etmek, vatandaşlara doğrudan suçlanması gereken kişiyi gösterdiği için AB şüpheci politikacılara daha fazla oy kazandırıyor.
Tüm bu değerler çarpışması konjonktüründe Orban’ın politikalarını ekarte etmenin en etkili ve stratejik yollarını arayan EPP üyeleri, Fidesz’i gruptan ihraç etmenin yaratacağı tepkilerden çekindiği için üyeliği askıya almada fikir birliğine vardı. Seçimlere kadar EPP üyesi olmama anlamına gelen askıya alma, Orban’ın son 2 aylık dönemdeki kararlarına karışamamasını garanti altına alıyor. Eski Konsey Başkanı Herman Von Rompuy, eski Parlamento Başkanı Hans-Gert Pöttering ve eski Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel’in yer alacağının açıklandığı Komite tarafından izlenecek olan Fidesz’in üyeliğinin yeniden başlatılmasına yapılacak değerlendirmeler sonucu karar verilecek.
Her ne kadar AB’nin kötü çocuğu olarak ön plana çıksa da reklamın kötüsünü de kendi lehine çevirmeyi bilen Macaristan Başbakanı, AP içerisindeki sınırlarını elinden geldiğince zorluyor. Birliğin yaptırım uygulama ve direnç gösterme kapasitesini sınava tabii tutan Orban, her ne kadar statükocu liderler tarafından Birliğin geleceği için bir tehdit olarak algılansa da ne üye ülke liderleri ne de vatandaşlar nezdinde yalnız bırakılan bir lider. Tam tersine Macar Başbakan, AP’deki en büyük grup olan merkez sağ EPP’nin seçimlerde geçirmesi beklenen dönüşümün başrolünde olma ihtimali çok yüksek olan bir politikacı. Bu bağlamda AB’yi yenileme gayesindeki iki karşıt cephenin ne ölçüde başarı sağlayacağı, önümüzdeki günlerin en tartışmalı konularından olacak gibi görünüyor.
Selvi Eren, İKV Uzman Yardımcısı