KÜRESEL GÜNDEM: Bonn İklim Değişikliği Konferansı: Umut mu, Hayal Kırıklığı mı?
Bonn İklim Değişikliği Konferansı: Umut mu, Hayal Kırıklığı mı?
Bu yıl 50’nci kez gerçekleşen Bonn İklim Değişikliği Konferansı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) Yürütme Yardımcı Organı (SBI) ve Bilimsel ve Teknolojik Tavsiye Yardımcı Organı’nın (SBSTA) düzenlediği oturumlar kapsamında yürütüldü. Yaklaşık üç bin iklim bilimcinin katıldığı Konferans’ın bu yılki konuları arasında, Sözleşme çerçevesindeki uygulamalarda yaşanan güncel sorunların yanı sıra Kyoto Protokolü ve 2020’den itibaren yürürlüğe girecek olan Paris Anlaşması yer aldı. Ek olarak Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yayımladığı “Küresel Isınma 1,5°C” isimli özel raporu da oturumlarda dikkatle ele alınan ve kural kitaplarına referans olarak eklenen bir kaynak niteliği taşıdı.
İklim Değişikliği Yerini İklim Krizine Bırakırken
İklim değişikliği ve küresel ısınma denildiğinde oluşan algının yeterince farkındalık yaratmadığı düşüncesi uluslararası örgütlerin, sivil toplumun ve medya kuruluşlarının hem fikir olduğu bir konu. Bu nedenle durumun vahametini çok daha iyi yansıtan bir kelimenin konu literatürüne girmesi için çalışmalar başladı bile. Nitekim The Guardian 17 Mayıs 2019 tarihinde iklim değişikliği ve küresel ısınma yerine “iklim krizi” ve “küresel ısıtma” terimlerini kullanacağını açıkladı. Referans kaynağı olarak Angela Merkel’in de danışmanlığını yapmış olan iklim bilimci Prof. Dr. Hans Joachim Schellnhuber’in son çalışmasındaki “iklim krizi” tanımlamasını ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 10 Eylül 2018’de yaptığı konuşmada “bir iklim krizi yaşıyoruz” demesini gösteren basın kuruluşu, farkındalıkların sadece konu üzerinde çalışan kişiler ve kurumlar ile sınırlı kalmaması için uğraşıyor.
İklim konusundaki çalışmaların, araştırmaların ve aktivist hareketlerin görünürlüğünü artırdığı 2019 yılı, bu yönüyle gerçekleşecek iklim zirvelerinin somut çıktıları olacağına dair inancı artırmış olabilir. Zira ekonomik kriz, politik çalkalanma, güvenlik endişeleri, demokratik gerileme, mülteci krizi başta olmak üzere daha birçok sorun ve krizin gölgesinde kalmaya mahkûm edilen iklim krizi, her ne kadar fazlasıyla geç kalınmış olsa da insanlığın ve gezegenin karşı karşıya olduğu birincil krizler arasındaki yerini aldı. Ancak bilimsel, politik ve sosyal alanda gerçekleşen yoğun ve özverili çalışmaların bir sonucu olarak artan farkındalık, ne yazık ki istenen ve en önemlisi de gereken düzeyde değil. Karar alıcıların bir anda ülkelerin gündemini iklim kriziyle mücadele çerçevesinde şekillendireceğini düşünmenin ayakları yere basmayan bir tutum olduğunu, 17-27 Haziran 2019 tarihlerinde 50’ncisi gerçekleşen Bonn İklim Konferansı ve paralelindeki gelişmeler açık bir şekilde gösterdi.
Eylül ayında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in düzenleyeceği iklim zirvesi ile Aralık 2019’da Şili’de düzenlenmesi planlanan 25’inci taraflar Konferansı (COP25) öncesi Bonn İklim Değişikliği Konferansı, kendinden sonra gerçekleşecek görüşmelere ışık tutacak çıktılar sunması açısından kritik önem taşıyordu. Bonn Konferansı’nın paralelinde gerçekleşen Brüksel’deki AB Liderler Zirvesi ile Japonya’daki G20 Zirvesi’nin iklim ayağı, iklim kriziyle mücadelenin birçok koldan aynı anda yürütüldüğünü de gözler önüne serdi. Eş zamanlı bu gelişmelerin hem olumlu hem de olumsuz sonuçları mevcut. Farklı alanlarda hem iyi hem kötü haber olarak nitelendirebilecek olan bu durum, söz konusu iklim krizi olduğunda aynı şekilde yorumlanamayabiliyor. Zira iklim mücadelesinde yükselen tek bir karşıt görüş, uzun uğraşlar sonucu gerçekleşen olumlu gelişmeleri sıfırla çarpma etkisi yaratabiliyor.
Karşıt görüşlerin gücünün sebeplerinden birisi, küresel ısınmanın evrensel etkisinden istisnasız her ülkenin payını alacak olmasıyken; diğer sebebi tek bir vetonun oy birliği gerektiren kararların önünde engel oluşturması. Nitekim belirlenen iklim hedeflerinin AB genelinde uygulanmasının önünde tek bir üye ülke bile durabilirken; 20 Haziran günü gerçekleşen Liderler Zirvesi’nde 2050 yılına kadar karbon salınımını sıfıra indirme politikasına 4 üye ülke karşı çıktı. Çekya, Estonya, Macaristan ve Polonya, Komisyonun sunduğu 2050 yılına kadar Birlik sınırları içerisinde net sıfır karbon salınımı önerisine karşı çıkarak entegrasyon projesinin en hırslı iklim hedeflerinden birisini yerle bir etti.
20 Haziran günü 51’inci yaş gününü kutlayan Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki’nin gelecek nesilleri doğrudan tehdit eden iklim krizine karşı duran söz konusu tavrı, karar alıcılara karşı yöneltilen tüm eleştirilerin doğruluğunu kanıtlıyor aslında. Zira geçen yılın Aralık ayında Polonya’nın Katoviçe kentinde düzenlenen COP24’te iklim krizine dikkat çekmek için okula gitmeyen 15 yaşındaki İsveçli Greta Thunberg isimli iklim aktivisti, yaptığı konuşmada karar alıcıları genç nesli umursamamakla suçlamıştı. BM Genel Sekreteri ve AB liderleri ile görüşen, toplantılarda konuşmacı olarak yer alan ve birçok ülkede iklim hareketi başlamasına vesile olan Greta’nın küresel çapta sarsıcı bir etkisi oldu. Nitekim bundan sonra iklim krizine duyarsız kalan liderlerin ekonomik veya politik hiçbir mazeret altında kararlarının “vatandaşlarının iyiliği için” olduğu konusunda herhangi birini ikna etme ihtimali yok.
Öte yandan 1 Mayıs 2019 tarihinde Birleşik Krallık Parlamentosunun “çevre ve iklim için acil durum” ilan etmesi ve akabinde 24 Haziran günü Avam Kamarası’nın net sıfır karbon yasa tasarısını onaylaması iklim mücadelesine dair en olumlu gelişmelerin arasında yer almaya hak kazandı. Bu anlamda 31 Ekim 2019 tarihinde Birlik’ten ayrılma planları yapan Birleşik Krallık, iklim krizi konusunda AB’den daha hırslı adımlar atıyor denilebilir. Zira Lordlar Kamarası’nın onayına sunulacak olan yasa, kabul edilmesi halinde Birleşik Krallık’ı resmi olarak sıfır karbon hedefine sahip ilk gelişmiş ülke haline getirecek.
Birleşik Krallık, Birlik kapsamında vetoya uğrayan net sıfır karbon salınımı hedefinin, üye ülkeler düzeyindeki karar alma mekanizması için bir engel oluşturmadığını da kanıtladı. Liderler Zirvesi’nde kararı kabul eden 24 üye ülkenin, ulusüstü bir yapıya sahip AB’den farklı olarak kendi yasama organlarında söz konusu yasayı geçirmesi konusunda bir engeli olmadığı aşikâr; fakat bu konuda nasıl bir inisiyatif kullanacakları en büyük merak konularından biri.
COP 25 öncesi en büyük hazırlık arenası olan Bonn İklim Değişikliği Konferansı, bir araya getirdiği iklim uzmanları, araştırmacı ve politikacılar ile 50’nci yılını da geride bırakırken, bunca yıl sonra farklı çıktılar elde edilememesinin yarattığı hayal kırıklığını da beraberinde getirdi. Oysa bireylerin yanı sıra ülkelerin ve kurumların geleceğe dair senaryolarında iklim krizini görmezden gelme ihtimali giderek azalıyor. Farkındalıkların artma hızının krizin ilerlemesine kıyasla çok yavaş kalması, umut kırıcı bir gerçekliği ifade ediyor. Bu nedenle Bonn İklim Değişikliği Konferansı birçok kez olduğu gibi yeniden iklim mücadelesine dair çokça hayal kırıklığı ve az miktarda umut ile noktalandı. Somut bir çıktı elde etmenin önemine dair sadece gelişmekte olan ülkelerin değil, aynı zamanda gelişmiş ülkelerin liderlerini de ikna etmekte zorlanan bilim insanları, araştırmacı ve aktivistler yine de her adımla birlikte daha iyiye gidildiği inancından vazgeçmiş değil.
Selvi Eren, İKV Uzman Yardımcısı