İtalyan Siyasetinde Déjà-vu: Hükümet Krizinin Ardından Demokratik Parti Sahnede
1 Haziran 2018 tarihinde resmen göreve başlayan sistem karşıtı sol parti Beş Yıldız Hareketi (M5S) ile aşırı sağ parti Lega, popülizm ve mevcut politik konjonktür eleştirisinde birleşerek bir koalisyon hükümeti kurmuştu. Bir araya gelmesi “politik kurgu” olarak görülen iki partinin AB şüpheciliği ve popülizm odağı üzerine kurdukları iş birliğinin ne kadar dayanacağı ciddi bir merak söz konusuydu. Bahislerin hem fikir olduğu konu ise, politik istikrara hasret İtalya’nın bu amacına ulaşmaktan daha da uzaklaştığı yönündeydi.
Gerçekten de halkın kurtarıcısı rolüne bürünen Luigi Di Maio ve Matteo Salvini ülkedeki işsizlik, ekonomik durgunluk ve politik istikrar sorunlarına 14 aylık görev sürelerinde kalıcı bir çözüm getirmeyi başaramadı. Onun yerine analistlerin, sivil toplum temsilcilerinin ve AB liderlerinin en başından beri altını çizdiği ideolojik farklılıklar, koalisyon hükümetinin ortak çıkarlar sona erdiğinde dikkatini çekti. 8 Ağustos 2019 tarihinde Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini’nin koalisyon ortağıyla yola devam etmek istemediğini açıklamasının ardından ülke yeni bir politik kaosun içine düştü. Üç olası senaryonun ortaya atıldığı dönemde İtalya Cumhurbaşkanın Sergio Mattarella kendisine verilen yetki dahilinde erken seçime gitme kararı almak yerine M5S’in yeni koalisyon ortağını onaylamayı tercih etti: 2013-2018 yılları arasında ülkeyi yönetmiş Demokratik Parti.
“Politik Kurgu”dan Çıkmayan Mucize
Avro Alanı’nın en büyük üçüncü ekonomisi İtalya, yıllardır süren ekonomik durgunluk nedeniyle AB’nin endişeyle baktığı bir ülke olarak ön plana çıkıyor. Diğer yandan İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden günümüze kadarki süreçte 66 hükümet değiştiren ülkede hükümetlerin ortalama ömrü 1 yıl. Bu anlamda ciddi bir politik istikrarsızlığa sahip İtalya, kurucu ülke olmasına rağmen Avrupa entegrasyonunda Almanya veya Fransa gibi öncü¨ rol oynayan bir ülke olmadı. Buna rağmen büyüklüğü ve AB ekonomisinde ilk sıralarda yer alması nedeniyle İtalya’daki herhangi bir kriz, Birliği içinden çıkılması oldukça zor bir krizler silsilesinin içine çekebilme kapasitesine sahip.
Öte yandan sosyo-ekonomik sorunlar, politik istikrarsızlık ve düzensiz göçün yarattığı sıkıntılarla yıllardır mücadele eden İtalyan vatandaşları arasında giderek daha fazla güç¸ kazanan bir terkedilmişlik hissiyatı da mevcut. AB’nin İtalya’yı gerekmediği sürece ciddiye almadığı veya AB liderlerinin İtalya’nın yanında durmadığı argümanlarının her geçen gün vatandaşlar tarafından daha fazla benimsenmeye başladığı bir konjonktürde gerçekleşen 4 Mart 2018 genel seçimleri, sistem karşıtı M5S’in oyların yaklaşık %33’ünü kazanmasına neden oldu.
4 Aralık 2016 tarihinde gerçekleşen anayasal referandum öncesinde yürüttüğü hayır kampanyasında kazandığı başarı ve itibarın devamında genel seçimleri kazanan M5S, statüko eleştirilerini hayata geçirme göreviyle baş başa kaldı. Ancak politikadaki deneyimsizliğiyle ülkeyi nasıl yöneteceği tartışmaları çerçevesinde sistem karşıtlığı retoriğindeki en büyük rakibi AB yanlısı demokratik merkez sol Demokratik Parti (PD) ile bir koalisyon kurması o dönem şartlarında mümkün gözükmüyordu. 4 Mart seçimlerinde oyların %19’unu almasına rağmen yenilgisini açıklayarak süreçten çekilen PD oyların %17,4’ünü alan aşırı sağ Lega’ya da koalisyon kapılarını açmış oldu. 2,5 ay süren koalisyon tartışmaları sonucunda 1 Haziran 2018 tarihinde göreve gelen M5S+Lega koalisyonu, Matteo Salvini’nin Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı olarak koalisyonun defacto lideri haline getiren bir bağlamda ilerledi. Seçimlerin galibi Di Maio, politikada hiçbir deneyimi olmamasının etkisiyle Salvini’yi yönlendiren değil takip eden bir politikacı olmayı tercih ederken; sert popülist retoriğini ön plana çıkaran Salvini, sosyal medyayı sürekli kullanarak ve göç konusunda oldukça sert politikalar yürüterek desteklenme oranını artırmayı başardı.
Haziran 2019 anketlerine göre desteklenme oranını %17’den %38’e çıkaran Lega’ya karşın M5S’in desteklenme oranı %33’ten %17’ye düştü. Bu gidişatı koalisyon hükümetinin lideri olma ihtimaline dönüştürmek isteyen Salvini, 8 Ağustos 2019 tarihinde M5S’in “Bay Hayır”a dönüşen bir parti olduğu ve koalisyonun etkin politika yürütemediğini dile getirdi. Koalisyonu dağıtma girişimine 20 Ağustos günü gerçekleşen Senato Genel Kurulu’nda sert bir dille cevap veren İtalyan Başbakanı Giuseppe Conte Salvini’yi “kendi çıkarları için ülkeyi kaosa sürükleyen bir sorumsuz” olarak nitelendirdi. Bu çıkışıyla popülaritesini gözle görülür bir şekilde artıran Conte, istifa ettiğini açıklayarak koalisyon hükümetini dağıttı.
Eskinin Anayasal Referandum Rakipleri, Şimdinin Koalisyon Ortakları
Ortalama hükümet ömrünün 1 yıl olduğu İtalya’da geleneği bozmadan sadece 14 ay ayakta kalabilen merkez sol ve aşırı sağ koalisyon hükümeti, 4 Mart sonrasında mümkün olmayan sol ittifakı ihtimalini yeniden gündeme getirdi. Bu konuda olumlu ışık yakan PD’nin yeni lideri Nicola Zingaretti, aşırı sağcı Salvini’yi oyun dışı bırakma senaryolarının da tartışılmaya başlamasını sağladı. AB liderleri için yeni bir umut olarak görülen durumda M5S’in PD ile koalisyon kurmasının yanı sıra PD ve Silvio Berlusconi’nin partisi Forza Italia ile koalisyon kurması tartışmaları yürütülüyordu. Lega dışındaki taraflar için en az tercih edilen diğer seçenek ise yeniden seçime gidilmesiydi.
Yeni bir koalisyon kurma fikrinin Salvini’nin yeni hükümeti boykot etme çağrılarına takılacağı ifade edilse de Cumhurbaşkanı Mattarella M5S+PD koalisyon hükümetini onaylarsa Salvini’nin yapacağı fazla bir şey kalmayacağı biliniyordu. Nitekim Salvini’nin oldukça büyük bir risk alarak attığı zarlar, oldukça beklenmeyen bir dönemde oyunu kaybetmesine neden oldu. AB perspektifinden bakıldığında 31 Ekim 2019 tarihine yaklaşılırken Birleşik Krallık’ta Avam Kamarası’nın askıya alınması ile artan Brexit geriliminin yanı sıra İtalya’daki hükümet krizi üye ülkelerde artan bilinmezlikleri ifade ediyor. Hem Birleşik krallık hem de İtalya iç politikasında ise AB şüpheci ve AB yanlısı görüşler arasındaki çatışma karmaşanın merkezinde yer alan kritik ögeler arasında yer almaya devam ediyor. Bu yönüyle İtalya’da AB yanlısı bir koalisyon oluşturma ihtimalinin yeşermesi AB liderleri için güzel bir sürpriz olarak nitelendirilirken; Salvini’nin koalisyon dağıtma hamlesinden sonra desteklenme oranının 4 puan düşmesi İtalyanların Salvini’ye karşı duydukları memnuniyetsizliği kanıtladı.
Oysa 23-26 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen AP seçimlerinde oyların %34,4’ünü elde ederek 28 sandalye kazanan Lega, Fransız Ulusal Birlik (RN) ile birlikte aşırı sağcı popülizmin AP’deki en büyük temsilcisi olmayı başardı. Hem ülke içinde hem de AB nezdinde yüksek bir desteklenme oranına ulaşan Salvini’nin erken seçim ihtimalinde en yüksek oyu alan parti olması muhtemeldi. Ancak M5S ve PD arasındaki görüşmeler sonucunda istifa ederek M5S ve Lega koalisyon hükümetini dağıtan Giuseppe Conte’nin yeni koalisyonun da başbakanı olması konusunda fikir birliğine varılması, aşırı sağın ülke siyasetini yönlendirmesinin önünü kesmeyi başardı. Nitekim 29 Ağustos 2019 tarihinde kararını açıklayan Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella, Giuseppe Conte’nin kabinesini kurmasına izin verdi.
9 Eylül 2019 tarihinde Temsilciler Meclisi’nde gerçekleşen ilk güven oylamasında 263’e karşı 343 oyla kazanan Giuseppe Conte, 90 dakikalık konuşmasında Brüksel ile ortaklaşa yürütülecek bir politik ajandaya dikkat çekti. Öte yandan Lega lideri Matteo Salvini’nin bir diğer aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri partisinin lideri Georgia Meloni ile yeni koalisyonu protesto etme süreci devam ediyor. Fakat Ocean Viking isimli kurtarma gemisindeki 82 göçmenin Lampedusa adasında karaya çıkmasına izin verilmesi, eski İçişleri Bakanı’nın mültecilerin karaya adım atmasına izin vermeyen Matteo Salvini döneminin bittiğini işaret ediyor. Her ne kadar yeni koalisyon hükümetinin Dışişleri Bakanı olarak göreve gelen Luigi Di Maio açık kapı politikasına geri dönülmeyeceğini ifade etse de göçmen karşıtı sert retoriğin bir nebze yumuşadığı göze çarpıyor.
AB yanlısı merkez solcu PD’nin yeniden ülke yönetiminde yer alması AB adına sevindirici bir haber olsa da ülkede statükoyu temsil eden PD ile statüko karşıtı M5S’in oluşturduğu koalisyonun M55 artı Lega koalisyonundan daha etkili olup olmayacağı büyük bir soru işareti. Şu bir gerçek ki 4 Aralık 2016’da gerçekleşen Anayasal referandumda karşıt iki taraf haline gelen PD ve M5S’in aşırı sağ retoriğin güçleneceği bir erken seçime gitmemek için bir araya gelmesi, ülkede politik istikrara ulaşma konusunda daha çok zaman gerektiğini gösteriyor. Öte yandan politik deneyimsizliğinin önünde büyük bir engel oluşturduğu açık olan Luigi Di Maio’nun bu sebeple PD’nin defacto liderliğine izin vereceği de düşünülüyor. Genç işsizliğin %29 olduğu ülkedeki yüksek kamu borcu ve ekonomik durgunluk İtalya’daki en büyük sorunlardan olmaya devam ederken; PD’nin bu sorunlara çare bulmadaki zayıf karnesi yeni koalisyona dair umutların fazla yüksek olmaması gerektiğini hatırlatıyor.
Selvi Eren, İKV Uzman Yardımcısı