COVID-19 Kriziyle Sınanan AB’nin Kurtarma Planı ve Çıkış Stratejisi Arayışı
Yeni nesil koronavirüsün yol açtığı salgın, bütünlüğü son on yıl içerisinde Avro Alanı borç krizi ve mülteci kriziyle sarsılan AB’nin üzerine inşa edildiği ilkeleri sınıyor. AB’nin kurucu babalarından Jean Monnet’nin “Avrupa projesi krizlerle şekillenecek ve bu krizlere bulunacak çözümlerin toplamı olacak” sözleri bu krizde de geçerliliğini korurken, AB’nin salgının yarattığı ekonomik krizin ele alınmasına vereceği destek Birliğin geleceği açısından belirleyici önemde görülüyor.
COVID-19 krizinin yaratacağı ekonomik enkazın ele alınması amacıyla ortak borçlanma tartışmaları ve Avrupa için “Marshall Planı” çağrıları hız kazanırken AB liderleri, 23 Nisan 2020 tarihinde koronavirüs salgını gündemiyle dördüncü kez sanal ortamda bir araya geldiler. Temel olarak salgının yayılmasının önlenmesi, tıbbı teçhizat sağlanması, COVID-19’a karşı aşı geliştirilmesi, krizin sosyoekonomik etkilerinin ele alınması ve üçüncü ülkelerde bulunan AB vatandaşlarının tahliyesi önceliklerine odaklanan 10 Mart, 17 Mart ve 26 Mart tarihli önceki zirvelerden farklı olarak, bu kez orta ve uzun vadede toparlanmanın sağlanması ve uygulanan kısıtlamaların gevşetilmesi liderlerin gündemindeydi.
2021-2027 AB Bütçesi Toparlanma Çabalarının Merkezinde
Avro Alanı maliye bakanlarının 9 Nisan 2020 tarihinde üzerinde uzlaştığı şekilde COVID-19 salgınının sosyoekonomik etkilerinin ele alınması için sağlık sistemleri, KOBİ’ler ve istihdamın korunmasına odaklanan mekanizmalarla toplamda 540 milyar avro desteğin harekete geçirilmesine onay veren AB liderleri, söz konusu desteğin 1 Haziran 2020 tarihine kadar işlerlik kazanması gerektiğini vurguladı.
Liderler, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’i uzun dönem AB bütçesini de kullanılarak COVID-19’un yol açacağı krizden toparlanmayı sağlayacak kurtarma planına yönelik bir teklif hazırlamakla görevlendirdi. Böylece, AB liderlerinin Şubat 2020’den bu yana üzerinde anlaşmayı başaramadıkları 2021-2027 Çok Yıllı Mali Çerçevesi’nin aynı zamanda COVID-19 sonrası acil kurtarma fonu olarak kullanılmak üzere yeniden tasarlanması bekleniyor.
AB liderleri kurtarma planının büyüklüğü, ne şekilde fonlanacağı ve aktarılacağı gibi modaliteler konusunda sessiz kalmayı tercih ederken Avrupa Komisyonu, ekonomik toparlanma için mevcut AB bütçesinin neredeyse iki katı kadar yani 2 trilyon avro düzeyinde kaynağa ihtiyaç olduğu görüşünde. Komisyon Başkanı von der Leyen’e göre, Çok Yıllı Mali Çerçeve’de öz kaynaklar tavanının AB-27 GSMH’sinin mevcut %1,2’si seviyesinden %2’sine çıkarılması gerekecek. Bu artışın von der Leyen’in belirttiği gibi iki ya da üç yıl süreyle geçici nitelikte mi yoksa kalıcı mı olacağı ise bilinmiyor.
Önceki dönemlere kıyasla geciken 2021-2027 Çok Yıllı Mali Çerçevesi müzakerelerinin daha fazla uzaması, geçerli bütçe döneminin 31 Aralık 2020’de dolmasının ardından AB programlarının uygulanmasında aksaklıklar yaşanması riskini beraberinde getiriyor. Birtakım hukuki soru işaretlerine rağmen Komisyon Başkanı von der Leyen, AB bütçesinin yeni koşullara uyum sağlaması gerektiğinin altını çizerek krizin ele alınmasının tek yolunun bu olduğunu ifade ediyor. Bu kapsamda, AB bütçesine net katkı yapan ülkelerin de katkılarını artırmaları bekleniyor. Ekonomik daralmanın etkili olduğu bir dönemde, AB bütçesine yapılan katkının artırılması talebinin AB başkentlerinde kabul görüp görmeyeceği ise bilinmezliğini koruyor.
Söz konusu kurtarma fonunun finansmanının krediler aracılığıyla mı hibeler aracılığıyla mı yapılacağı konusunda Üye Devletler arasındaki görüş ayrılıkları güncelliğini korumaya devam ediyor. Bilindiği üzere, İspanya, İtalya ve Fransa gibi salgından en ciddi şekilde etkilenen ülkelerin savunduğu şekilde “korona tahvilleri” adı altında ortak borçlanma aracı ihraç edilmesi fikri, Almanya ve Hollanda başta olmak üzere Kuzey Avrupa ülkeleri nezdinde kabul görmüyor. Korona tahvilleri tartışması, AB içerisinde Avro Alanı borç krizi sırasında ortaya çıkan kuzey-güney ayrışmasını bir kez daha gözler önüne sermiş durumda. Zirveden bir hafta önce Financial Times’a verdiği röportajda, varlıklı Üye Devletlerin krizin ele alınmasında özel bir sorumlulukları bulunduğuna dikkat çeken Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a göre, mevcut kriz AB için bir karar anına işaret ediyor: AB siyasi bir proje mi yoksa yalnızca ekonomik bir pazar mı olduğuna karar vermeli. Macron, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin yüksek kamu borç stoku karşısında uygun seçeneğin, kaynağın doğrudan bütçe transferleri yoluyla aktarılması olduğunu savunuyor. Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen ise kredi araçları ve hibelerin dengeli şekilde kullanılması gerektiğini vurguluyor.
Söz konusu belirsizliklere rağmen AB bütçesinin COVID-19 sonrası toparlanma çabalarının merkezine yerleştirilmesi kararı, şimdilik tüm AB başkentlerine rahat bir nefes aldırmışa benziyor. AB bütçesinin kurtarma fonu olarak kullanılması, pratikte Avro Alanı borç krizi sırasındaki sonu gelmeyen zirve maratonlarıyla akıllara kazınan hükümetlerarası metodun aksine, bu kez karar alma süreçlerinde topluluk metodunun devrede olacağı anlamına geliyor.
AB COVID-19 krizinin ekonomi üzerindeki etkilerinin ele alınması doğrultusunda kapsamlı bir yaklaşım geliştirme yolunda önemli adımlar atarken AB başkentlerinin ulusal hassasiyetlerini sürdürdükleri görülüyor. Bu durum, geleneksel olarak zorlu çekişmelere sahne olan bütçe görüşmelerinin ve kurtarma fonunun modaliteleri üzerinde uzlaşı sağlanmasının kolay olmayacağının habercisi olarak yorumlanıyor.
COVID-19 Kısıtlamalarından Çıkışta Koordinasyon Arayışı
AB liderlerinin gündemindeki diğer konu ise Birlik genelinde koronavirüs salgını ile mücadele önlemlerinin gevşetilmesiydi. Bilindiği üzere, Üye Devletlerin krizin ilk aşamasında milliyetçi reflekslerle hareket ederek AB genelinde koordinasyona gitmeden tek yanlı önlemlere başvurmaları, AB genelinde kaos yaratmakla kalmayıp salgınla mücadeleyi zorlaştırmış ve Avrupa bütünleşmesinin temelindeki dayanışma ilkesinin sorgulanmasına yol açmıştı. Tedbirlerin kaldırılmasında benzer senaryonun önlenmesi ve AB genelinde koordinasyonun sağlanması, Tek Pazar’ın işleyişi ve serbest dolaşım için olduğu kadar AB’nin bütünlüğü açısından da büyük önem taşıyor. Komisyona göre, önlemlerin kaldırılmasında koordinasyonun sağlanması, Üye Devletler arasında olası siyasi çekişmelerin önüne geçilmesi için kritik önemde.
AB liderlerinin bir önceki sanal zirvede ortak bir strateji geliştirmekle görevlendirdikleri AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından 15 Nisan 2020 tarihinde sunulan AB COVID-19 tedbirlerinden çıkış yol haritasına göre, salgının yayılma hızının büyük ölçüde düşmesi, sağlık sistemi kapasitesinin yeterli olması ve gerekli izleme kapasitesinin geliştirilmesi; kısıtlamaların gevşetilebilmesi için göz önünde bulundurulması gereken temel parametreleri oluşturuyor. Bunun yanında kısıtlamaları kaldırma kararı alan Üye Devletin, bu karardan Avrupa Komisyonunu ve komşu ülkeleri haberdar etmesi gerekiyor.
Önlemlerin kademeli şekilde gevşetilmesi gerektiğinin her fırsatta vurgulandığı belgede; iç sınır kontrollerinin koordinasyon içerisinde kaldırılması gerektiği belirtilirken dış sınırların açılmasının sonraki aşamada; salgının AB dışındaki yayılma seyri göz önünde bulundurularak ele alınması üzerinde duruluyor. İnsanların bir araya gelmesine kademeli olarak izin verilmesi, genel önlemler yerine savunmasız gruplar ile risk altındakileri koruyacak ve ekonomik faaliyetleri kolaylaştıracak hedef odaklı önlemlerin uygulanması vurgulanan başlıca noktalar. Durumun devamlı olarak takip edilmesi ve gerektiğinde daha sıkı önlemlerin uygulanmasına hazır olunması da Komisyonun Üye Devletlerden beklentileri arasında.
Komisyonun aslında 8 Nisan 2020 tarihinde açıklamayı planladığı COVID-19 çıkış stratejisi, zamanlaması nedeniyle bazı Üye Devletlerde rahatsızlık yaratmıştı. AB başkentlerinin salgının akut safhasındayken gevşemeden söz edilmesinin COVID-19’la mücadeleyi zayıflatacağı riskine dikkat çekerek erteleme talebinde bulunması üzerine, Komisyon stratejiyi bir hafta geç açıkladı. Danimarka, Çekya ve Avusturya gibi ülkeler ise bu süreçte, önlemlerin gevşetilmesine ilişkin ulusal stratejilerini açıklayarak uygulamaya başladı. Bu durum Üye Devletlerin, COVID-19 krizinin ele alınmasında koordinasyon arayışında olan von der Leyen Komisyonu’nun işini kolaylaştırmadığını gösteriyor. Komisyonun COVID-19 çıkış yol haritası AB liderleri tarafından memnuniyetle karşılansa da, kısıtlamaların kaldırılmasında Üye Devletlerin sürücü koltuğunda olması, Komisyonun çizdiği yol haritasının AB çapında uygulanmasının ne ölçüde mümkün olacağına dair soru işaretlerini artırıyor.
Hidrokarbonlar GKRY’nin Hamlesiyle Yeniden Liderlerin Gündeminde
COVID-19 krizi odaklı zirvede, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sondaj çalışmaları GKRY ile Yunanistan’ın talebiyle gündeme alındı. Yavuz sondaj gemisinin KKTC ruhsat sahasında bulunan Erenköy açıklarına demirlemesinin ardından paniğe kapılan GKRY, Türkiye’nin hidrokarbon sondaj ve arama faaliyetlerini bir kez daha AB platformuna taşıdı. Yavuz sondaj gemisi, Eylül 2011’de Türkiye ile KKTC arasında imzalanan Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması kapsamında KKTC’nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına arama ruhsatı verdiği sahada çalışmalar yapıyor.
Bilindiği üzere, AB’nin; Türkiye’nin kıta sahanlığından kaynaklanan haklarını ve adadaki kaynakların eşit ortağı konumundaki Kıbrıslı Türklerin meşru haklarını göz ardı ederek “Birlik dayanışması” adı altında GKRY’ye koşulsuz destek vererek yaptırım niteliğinde kararlar kabul etmesiyle birlikte bu konu, son dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde önemli bir sorun alanı haline gelmiş durumda. AB’nin hidrokarbonlar konusunda işbirliğini teşvik edecek yapıcı çözüm önerileri üzerinde çalışmak yerine, yaptırım kartını kullanarak üst düzey diyalog süreçleri ve Ortaklık Konseyi toplantılarını askıya alma ve sondaj çalışmalarıyla bağlantılı kişi ve şirketlere kısıtlayıcı önlem uygulama gibi kararlar alması, ilişkilerde tansiyonu artırmıştı. Bu konuda GKRY’nin tezlerini savunarak bilinen pozisyonlarını yineleyen AB liderleri, GKRY ile dayanışma içerisinde oldukları ve önceden aldıkları kararların geçerliliğini koruduğu mesajını verdiler. AB liderlerinin bu yaklaşımı Dışişleri Bakanlığı tarafından eleştirilirken yapılan açıklamada, AB’ye ilgili tarafları diyaloğa teşvik edecek bir rol üstlenmesi gerektiği hatırlatıldı.
Yeliz Şahin, İKV Kıdemli Uzmanı