İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni

KÜRESEL GÜNDEM:Koronavirüs, Çevre ile Olan İlişkimizi Yeniden Düşünmemiz Gerektiğini Gösteriyor

İnsanlar doğaya müdahale etmeye ve ekolojik ayak izlerini artırmaya devam ettiği takdirde, gelecekte koronavirüs gibi pandemik hastalıkların artacağı tahmin ediliyor.
KÜRESEL GÜNDEM:Koronavirüs, Çevre ile Olan İlişkimizi Yeniden Düşünmemiz Gerektiğini Gösteriyor

Koronavirüs, Çevre ile Olan İlişkimizi Yeniden Düşünmemiz Gerektiğini Gösteriyor

31 Aralık 2019 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhan şehrinde ilk koronavirüs vakalarının ortaya çıkmasının ardından dünyanın ne kadar zor zamanlar geçireceğini henüz bilmeyen milyonlar, aynı günün akşamında en içten dileklerle yeni yılı kutlamaktaydı. Bu insanların çoğu belki de girdikleri yeni yılın ilk aylarını, hayatlarında ilk defa ortak kaygı ve üzüntülerle geçireceğini bilmiyordu bile.

Kaynağının ne olduğu henüz hâlâ tam anlamıyla bilinmeyen bu yeni nesil koronavirüs (COVID-19) vakalarının, bir balık ve canlı hayvan pazarı olan Wuhan’daki Huanan Deniz Ürünleri Pazarı ile ilişkisi olduğu tahmin ediliyor. 1 Ocak 2020’de pazarın kapatılmasının hemen ardından pazardan alınan örneklerin korona pozitif olduğu ortaya çıkmasıyla bu iddianın neredeyse doğrulandığı bile söylenebilir. Bir yandan koronavirüsün “biyolojik silah” olabileceği  dile getirilse de, bilim insanları virüsün doğal nedenlerle ortaya çıktığını açıklayarak bu tartışmaları sonlandırdı. Yapılan bilimsel analizler, normalde yarasalarda görülen ve SARS-CoV-2 olarak da bilinen koronavirüsün, hem insanlar hem de yarasalarla temas halinde olan bir “taşıyıcı” aracılığıyla insanlara geçmiş olabileceğini öne sürdü. Özellikle Asya ve Afrika’da yaşayan pangolin adlı memeli canlıların SARS-CoV-2 ile benzer reseptör bağlanma bölgesi yapısına sahip olduğuna dikkat çeken bu bilimsel çalışmalar, bu hayvanın koronavirüsün insanlara geçmesinde taşıyıcı rolünde olabileceğini ortaya koydu.

Yine bazı bilimsel araştırmalar, bulaşıcı hastalıkların yaklaşık üçte ikisinin yabani hayvanlardan kaynaklandığını gösteriyor. Son yıllarda gündeme gelen SARS, MERS ve Ebola gibi enfeksiyon hastalıkları bunun en bilinen örneği. Arazi kullanımındaki değişiklikler, tarım faaliyetleri ve insan nüfusu yoğunluğu gibi insan kaynaklı faktörlerin ve “insani ekonomik kalkınmanın” yarattığı görünmez maliyetin, enfeksiyon hastalıklarının oluşmasına neden olduğu sonucuna varılıyor. Bu da, insanların doğaya daha fazla müdahale etmesi ve ekolojik ayak izlerinin artmaya devam etmesi durumunda gelecekte benzer pandemik hastalıkların daha fazla ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Bununle birlikte, BM Çevre Programı’na göre, son yirmi yıl içinde ortaya çıkan enfeksiyon hastalıklarının doğrudan maliyeti 100 milyar dolardan fazlaydı.

Diğer yandan iklim değişikliği ile mücadele, son yıllarda karşı karşıya kalınan en büyük zorluklardan biri hâline geldi. Aynı şekilde “insan kaynaklı” olduğu kanıtlanan iklim değişikliği, son birkaç yıldır aşırı sıcaklıklar, doğal afetler ve kuraklıklara sebep olarak hem insanlar hem de doğal yaşam için büyük bir tehdit oluşturuyor. Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından yayınlanan “2019 Yılında Küresel İklimin Durumu” adlı rapor, sera gazı emisyonlarının, özellikle de karbondioksitin yükselişte olduğunu ortaya koyuyor. Rapora göre 2019 yılı küresel sıcaklık ortalamaları, sanayi öncesi dönemi ortalamasının 1,1°C üzerinde seyrederek 2016 yılının ardından rekor seviyeye koştu. Raporun tanıtımının yapıldığı toplantıda BM Genel Sekreteri António Guterres, iklim faciasından kaçınmak istiyorsak zamanımızın kalmadığını ifade etmişti. António Guterres, iklim krizini ele almak için bu yılın çok büyük bir önem taşıdığını vurgulayarak, 2050 yılında net sıfır emisyonların elde edilebilmesi için tüm ülkelerin kısa vadede daha iddialı eylemler ortaya koyması gerektiğini belirtmişti. En önemlisi Guterres, koronavirüs gibi iklim değişikliğinin de ciddi bir problem olduğunu dile getirmiş; hükümetlerin, kurumların ve insanların her ikisiyle de kararlı bir şekilde mücadele etmesi gerektiğinin altını çizmişti. Bununla birlikte çok önemli bir noktaya da parmak basmıştı: COVID-19 geçici bir sorun, fakat iklim değişikliği on yıllarca bizimle kalacak ve sürekli eylem gerektirecek.

Biz insanlar koronavirüsün insan sağlığı üzerindeki etkilerine odaklanmışken, COVID-19 dolaylı yollardan da olsa çevreyi hem olumlu hem de olumsuz etkilemeye başladı. Öncelikle olumlu etkilerinden bahsedilecek olunursa:

-Bazı işletmelerin kapatılması, başta havacılık olmak üzere taşımacılık sektörünün sefer sayılarının azaltılması gibi koronavirüs ile mücadele kapsamında alınan önlemler emisyonların ve hava kirliliğinin azalmasına neden oldu.

-İnsanların evinden dışarı çıkmadığı bu dönemde; normalde meydanlarda dolaşmayan hayvanların ortaya çıkması, Venedik kanalındaki suyun alışılmadık bir şekilde berraklaşması ve hatta bu kanalda balıkların yüzmeye başlaması, boş sahillerde deniz kaplumbağalarının daha rahat yumurtalarını bırakması gibi sahnelere daha fazla tanıklık etmeye başladık.

Fakat koronavirüsün olumsuz etkileri de gözden kaçırılamazdı:

-İnsanların kendilerini eve kapatmaları ve gerekmedikçe araçlarıyla yolculuğa çıkmamaları nedeniyle petrol talepleri hayli düştü. Petrol taleplerindeki düşüş, haliyle petrol fiyatlarının düşüşünü de beraberinde getirdi. Bu durumda yenilenebilir enerjiye olan talebin de düşebileceği yönünde bazı endişeler meydana geldi.

-Virüsten kaçınmanın en önemli yolu sık sık ellerin yıkanmasından geçtiği için su kaynaklarının geleceği hakkında endişeler dile getirilmeye başladı. Sorumsuzca su kullanımının önüne geçilmesinin önemine dikkat çekilirken, hâlihazırda su kıtlığı yaşayan ülkelerde enfeksiyon riskinin artabileceği gerçeği korkuları pekiştirdi. Türkiye gibi “su fakiri” olma yolunda olan ülkelerde de bu konuya dikkat çekildi.

-Tek kullanımlık plastiklere olan talep büyük oranda arttı. Tam da ülkelerin tek kullanımlık plastiklerle savaşının zirvesinde olduğu bu dönemde, kullandıktan sonra elden çıkarabilme ve hijyen gibi iki önemli özelliğe sahip tek kullanımlık plastikler, koronavirüs ile mücadelenin bir parçası haline geldi. Hatta ABD’deki bazı eyaletler, tek kullanımlık plastik yasaklarını geri çekmek zorunda kaldı. Hâliyle atık çıkarma oranı da bir hayli artışa geçti.

Tüm bunlarla birlikte, emisyonlar ve hava kirliliği şu an düşüş eğiliminde olsa da, bu düşüşün iklim değişikliği ile mücadelede uzun vadede önemli bir etki yaratacağı düşünülmüyor. Hatırlanacak olursa, 2008 ekonomik krizi sırasında da emisyonlar %1,3 azalmıştı. Ancak ekonominin rayına oturmaya başlamasıyla 2010 yılında emisyonlar rekor seviyede yükselmişti. Koronavirüs sonrası işletmelerin, sanayinin ve taşımacılık sektörünün yeniden tam kapasite çalışmaya başlamasıyla birlikte emisyonların yeniden yükseleceği tahmin ediliyor.

Peki, tüm bunlar bize ne anlatıyor? Belki de artık doğa ile olan ilişkimizi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Biz insanlar özellikle de  kalkınma için başvurduğumuz eylemlerle ekolojinin bozulmasına neden oluyoruz. Ekolojinin bozulması, koronavirüs örneğinden de görüldüğü gibi, aynı zamanda bizim yaşam kalitemizi de olumsuz etkiliyor. Bunların önüne geçmek için artık yaban hayata daha fazla müdahale etmeyi bırakmalı, ormansızlaşmayı durdurmalı, aldığımız ürünlerin de ormansızlaşmaya neden olmadığından emin olmalıyız. Yaban hayvan ticaretinde hijyen koşullarının iyileştirilmesi ve illegal yaban hayvan ticareti sorununun çözülmesi de çok büyük önem taşıyor.

İklim değişikliği de aynı şekilde insan faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Yani, koronavirüs ve iklim değişikliği birbirinden bağımsız değil, birlikte ele alınması gereken tehditler. Her ikisi de aslında insanların artık “karbonsuz” bir ekonomiye geçiş yapması gerektiğini gözler önüne seriyor. Koronavirüs krizinde de gördüğümüz üzere, ülkelerin ekonomik endişeleri maalesef almaları gereken tedbirlerin önüne geçti. BM Genel Sekreteri António Guterres’in de dediği gibi, bir gün koronavirüs etkisini yitirmeye başlayacak ancak bu sefer iklim değişikliğinin yaratacağı olumsuz etkiler belki de tüm dünya için benzer krizler yaratacak. Bu nedenle koronavirüsle mücadele ederken iklim politikalarının göz ardı edilmemesi, aksine her iki tehditle mücadele için ortak politikalar üretilmesi gerekiyor.

AB’nin Avrupa Yeşil Düzeni Tehlikeye Girecek mi?

İklim değişikliği ile mücadelede deyince akla ilk gelen aktörlerden birisi hiç şüphesiz ki AB. Son zamanlarda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine tanık olmaya başlayan AB, özellikle de yeni Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in liderliğinde iklim politikalarını ön planda tutmaya başlamıştı. Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in Avrupalıları bir araya getiren ortak fikirler ve önceliklerden yola çıkarak, beş yıllık Komisyon başkanlığında gözeteceği altı öncelikli konuyu içeren politika kılavuz ilkelerinden en iddialısı hiç şüphesiz ki, 2050 yılında Avrupa’nın ilk iklim nötr kıtası haline gelmesini amaçlayan Avrupa Yeşil Düzeni’ydi.

Diğer yandan Avrupa Yeşil Düzeni tüm Birlik üyelerinin hemfikir olduğu bir öncelik değildi. Zira Avrupa Yeşil Düzeni, çok yüksek hedeflere sahip olduğu gerekçesiyle Birlik içerisinde bir hayli muhalefet ile karşılanmıştı. Tüm bu muhalefete karşın von der Leyen Komisyonu, ilk 100 gününde Avrupa Yeşil Düzeni Yatırım Planı, Adil Dönüşüm Mekanizması gibi mali desteklerle birlikte Avrupa’nın ilk İklim Yasası’na ilişkin önerileri kamuoyuyla paylaşarak Yeşil Düzen hedefinin gerçekleştirilmesi yönündeki kararlılığını ortaya koyuyordu. Ancak Avrupa’da ilk koronavirüs vakasının 24 Ocak 2020 tarihinde Fransa’da görülmesiyle, Avrupa yavaş yavaş yeni bir döneme girmeye başladı. Önceleri çok fazla aldırış edilmeyen koronavirüs salgını, İtalya’daki vakaların ve ölümlerin ciddi oranlarda artması ile büyük bir endişe kaynağı haline geldi. Öyle ki, İtalya ardından İspanya, Fransa ve Birleşik Krallık’ta da salgının meydana getirdiği sağlık krizinin korkunç boyutlara ulaşmasıyla, salgının ana merkezi Avrupa haline geldi.

Söylemek gerekir ki, koronavirüsün AB ülkelerinde yarattığı büyük krizin ardından, Avrupa Yeşil Düzeni’ne ilişkin yeni gelişmeler ivme kaybetmeye başladı. Avrupa Yeşil Düzeni’nin önemli bileşenleri Çiftlikten Çatala ve Biyoçeşitlilik stratejileri ertelenmek zorunda kaldı. Koronavirüsün yarattığı sağlık krizi ve ekonomik endişeler, Birlik içinde muhalif seslerin iyice yükselmesine yol açtı. Çekya ve Polonya gibi Avrupa Yeşil Düzeni’ne zaten karşı olan ülkeler, bu krizi fırsat bilerek Yeşil Düzen’in arka plana atılması gerektiğini açıkladı. Çekya Başbakanı Andrej Babiš’in “Avrupa’nın Yeşil Düzeni unutup, koronaya odaklanması gerek” sözü hala hafızalarda. Diğer yandan, Polonya bir adım ileriye giderek Emisyon Ticaret Sistemi’ne (ETS) karşı söylemlerde bulundu. Koronavirüs nedeniyle ülkelerin zarar eden vatandaşlarına ve işletmelerine yardım yapması gerekirken, ETS’nin ülkelere bir yük olduğunu ima ederek ülkelerin kendi iklim politikalarını kendilerinin belirlemeleri gerektiğine dikkat çekti. Bu nedenle de ETS’nin 1 Ocak 2021 tarihi itibarıyla kaldırılması ya da en azından Polonya’nın bu sistemden muaf tutulması gerektiğini açıkladı. Bunun yanı sıra AP’de de muhalif sesler artıyordu. Çoğunlukla Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular İttifakı’ndan oluşan 37 parlamenter, koronavirüs ekonomik ve sosyal sonuçlar yaratacağı için “önceliklerin gözden geçirilmesi gerektiği”ne ilişkin bir mektup imzalayıp, bu mektubu Komisyon Başkanı von der Leyen’e, AB Konseyi Başkanı Charles Michel’e ve AP Başkanı David Sassoli’ye gönderdi.

Fakat iyi haber şu ki, AB’nin en azından şimdilik önceliklerini bir kenara atmak gibi bir niyeti yok. AP Başkanı Sassoli 26 Mart’ta koronavirüs ile mücadele konusunda AB Konseyine hitap ettiği konuşmasında, AB ülkelerinin ekonomilerinin bir an önce Avrupa Yeşil Düzeni ile uyumlu olarak yeniden inşa edilmesi gerekliliğine vurgu yaptı. 2008 ekonomik krizi ardından yapılan hatalara dönülmemesi gerektiğinin altını çizerek ekonomiyi daha yeşil ve kapsayıcı olacak şekilde modernize etmek için bu krizin fırsata çevrilebileceğine dikkat çekti. Bununla birlikte, Almanya ve Fransa’nın da dâhil olduğu 17 AB ülkesinin çevre bakanları, “COVID-19 sonrası dirençli bir şekilde toparlanmanın” Yeşil Düzen’in merkezinde gerçekleşmesi çağrısında bulundu. Yeşil toparlanma çağrısı yapan bu 17 ülke, AP’nin çevre ve kamu sağlığı komitesinin başkanlığını yürüten Fransız milletvekili Pascal Canfin liderliğinde “Yeşil Toparlanma İttifakı”nı kurdu. İttifakın imzacıları, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı ile mücadelenin Avrupa’nın ekonomik politikalarının merkezinde olması gerektiğini dile getirerek pandemi sonrası ekolojik dönüşüm planlarına olan bağlılıklarını ortaya koydu. Yeşil Düzen’e olan destek yalnızca bununla kalmadı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Birinci Başkan Yardımcısı Franz Timmermans da, Avrupa Komisyonunun 2030 ve 2050 iklim ve enerji hedeflerine hâlâ bağlı olduğunu açıklamıştı.

Hatırlanacak olunursa, 2008 ekonomik krizinin ardından yeşil yatırımların eski haline dönmesi beş yıl almıştı. Bu sefer bu hatadan ders alınır ve koronavirüs krizi ve iklim değişikliği ile mücadele eş zamanlı ve hız kesmeden devam ettirilirse, uzun vadede iklim değişikliğinin meydana getirebileceği yeni krizlerden kaçınabiliriz.

Melis Bostanoğlu, İKV Uzman Yardımcısı

Diğer Yazılar