AB'nin Sürdürülebilir Yol Haritası: İnsan-Doğa İlişkisinde Mutlu Sona Doğru
Koronavirüs krizinin yarattığı ani ve derin sarsıntı, devletlerin, uluslararası örgütlerin, ulusüstü yapıların ve küresel ekonominin beklenmeyen durumlara karşı hazırlıklı olmadığını ve zaaflarını gözler önüne serdi. Bu nedenledir ki pandemi öncesinde iklim krizi, göç, afetler, çatışmalar ve gıda krizleri konularında var olan yapıyı sürdürme eğilimiyle hazırlanan rapor ve belgelerin yeni bir bakış açısıyla tekrar ele alınması gerekiyor.
AB'nin uzun süredir beklenen Tarladan Sofraya Stratejisi ile Biyoçeşitlilik Stratejisi, etkilerinin AB'de güçlü olarak hissedildiği bu küresel krizden alınan dersleri de içerdiği için diğer strateji ve politika belgelerinden ayrılıyor. Yeşil Düzen'in eksik kalan parçalarını tamamlayarak "mutlu son" yapbozunu vatandaşlarına ve tüm dünyaya sunan AB, sürdürülebilir dünyanın ulaşılabilir olduğu umudunu veriyor. Bu sona ulaşmada ise yola rehberlik etmeye gönüllü olan AB, aynı zamanda yüksek öngörülü bir girişimci gibi herkesten önce adım atarak geleceğin getireceği tüm bilinmezlere karşı direnen küresel aktör olma hedefiyle hareket ediyor.
Tarladan Sofraya Sürdürülebilir Bir Yolculuk
11 Aralık 2019'da yayımlanan AB Yeşil Düzeni tebliğinin temel yapıtaşlarından birisi olan sürdürülebilir gıda zinciri hedefi, "Tarladan Sofraya Stratejisi" ile vatandaşların ve paydaşların dikkatine sunuldu. 1 Haziran 2018'de önerildiği tarihten bu yana Üye Devletlerin, AB kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin ve diğer sektör paydaşlarının sıcak gündeminde yer alan Ortak Tarım Politikası (OTP) Reformu'nu bir üst aşamaya taşıyan strateji, üretime ek olarak işleme, paketleme, tedarik ve tüketim adımlarını sürdürülebilirlik zincirinin elzem halkaları haline getiriyor. Bu yönüyle hem tamamlayıcı hem de yenilikçi yapısıyla insanlığın geleceğinde hak ettiği başrolü tarım sektörüne veren Tarladan Sofraya Stratejisi, gıda sistemlerinin ekosistem üzerinde yarattığı baskıyı gerçekçi bir dille kabul ediyor.
Üretim ve tedarik zincirlerini döngüsel bir hale getirmeyi hedefleyen strateji, aynı zamanda sürdürülebilir tüketimin sağlıklı beslenmeyi teşvik edecek kilit unsur olduğunu da vurguluyor. Bu çerçevede BM Gıda ve Tarım Örgütü ile Dünya Sağlık Örgütünün gıda sistemlerinin sağlıksız beslenme alışkanlıklarını teşvik ettiği yönündeki uyarılarını dikkate alan Avrupa Komisyonu, gıda kaybı ve israfını da asgari düzeye indirme sözü veriyor. Hedeflerindeki önceliklere göre zaman çizelgesini de paylaşan Komisyon, temel amacının 2023 yılında sunulacak "sürdürülebilir gıda zincirleri" yasal çerçevesinin hazırlanması olduğunu belirtiyor. İkinci öncelik "gıda tedariğini ve gıda güvenliğini garanti edecek acil durum planlarının geliştirilmesi" ise koronavirüs sürecinde alınan derslerin doğrudan bir yansıması olarak en geç 2021'in son çeyreğinde gerçekleştirilmeyi bekliyor.
Gıda sistemlerindeki dönüşüm isteğinin Birliğin tarım politikası üzerindeki etkilerini ve üreticilere sağlayacağı faydaları aynı gün yayımladığı "OTP Reformu ve Yeşil Düzen Arasındaki Bağlantılar" isimli çalışma belgesiyle açıklayan Komisyon, karmaşık ve birbirinden ayrı şekilde ortaya koyulan hedeflerin aslında yapbozun parçaları olduğunu vurguluyor. Yeşil Düzen'in oluşturacağı sürdürülebilir iş modelleri, etiketleme yöntemleri ve pazarlama standartları ile üreticilere yeni iş imkanları açacağını belirten Komisyon, en önemli çıktı olarak üreticilerin tedarik zincirlerindeki edilgen rollerinden çıkarak belirleyici hale gelmesini ortaya koyuyor.
9 temel amaç çerçevesinde önerilen ve son gelişmeler ışığında 2 yıllık bir geçiş sürecinin ardından yürürlüğe girecek olan yeni OTP'nin basit ve kolay uygulanabilir bir yapıya kavuşması, ortak politika reformunun arkasındaki birincil motivasyon olarak konumlanıyor. Ancak artan çevreyi koruma sorumluluğu ve israfın en aza indirgendiği üretim modellerine üreticilerin adapte olması gerekiyor. Öte yandan üye ülkelere stratejik planlamaları çerçevesinde doğrudan ödemeler ve kırsal kalkınma politikalarında özerklik tanıyacak olan yapı, taraflar ve paydaşlar arasındaki yetki ve sorumluluk dağılımını net çizgilerle belirlemiyor. Aynı belirsizliği Tarladan Sofraya Stratejisi'nde de sürdüren Komisyon, önerdiği dönüşüm politikalarının şu anki aşamada uygulanabilirlikten uzak olduğu eleştirisine maruz kalıyor. Avrupa Sayıştayının yanı sıra üreticiler ve tarım kooperatifleri çatı örgütü Copa Cogeca ile hayvan refahı üzerine çalışan Eurogroup for Animals, süreci yakından takip ederek teklifin içeriğini zenginleştirmeye yönelik analizlerini Komisyonun ve üye ülkelerin dikkatine sunuyor. Bu anlamda farklı tarafların perspektifinden bakılmasına rağmen eleştirilerin iki temel noktada kesiştiği ve yoğunlaştığı görülüyor: Hedeflerin ortaya koyulan faaliyet planlarıyla gerçekleşme ihtimalinin düşük olması ve üreticilerin adaptasyon döneminde finansal ve teknik anlamda desteklenmesi gerekliliği.
İnsan-Doğa İlişkisindeki Denge Tartışmaları
20 Mayıs 2020 tarihinde yayımlanan Biyoçeşitlilik Stratejisi, AB Yeşil Düzeni'nin insan odaklı stratejilerinden farklı olarak insan dışındaki canlı hayatının korunması üzerine bireylere, devletlere ve örgütlere düşen görevleri sıralıyor. Tarladan Sofraya Stratejisi'nde tarım sektöründe önemli yer tutan hayvancılık faaliyetlerinin iyileştirilmiş hayvan refahı yasası çerçevesinde uygulanacağının duyurulması, bu anlamda atılmış önemli bir adım. Yine de somut iyileştirmelerin gıda tedarik zincirinin kısalması ve canlı hayvan ticaretinin yasaklanması ile yapılabileceğini vurgulayan paydaşlar, aynı zamanda zoonotik virüslerin yayılmasının önüne geçmenin yolu olarak da aynı adımların elzem olduğunu belirtiyor.
Gıda zincirinden ayrı olarak yaban hayatını korumaya odaklanan AB Biyoçeşitlilik Stratejisi, Kuşlar ve Habitatlar Yönergesi'nin sıkı şekilde uygulanması ile Yaban Hayatı Ticaretine Karşı AB Eylem Planı'nın yeniden düzenlenmesi vaatlerini içeriyor. Ancak yaban hayvanları ticaretinin illegal kısmına dikkat çekilmesi, stratejinin içeriğini bir yandan kısıtlarken; diğer yandan yaban hayatını koruma gayesinin gerçekleşmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. Nitekim yasal çerçevede belirlenmiş olan yaban hayvanı ticareti, sahiplendirilmesi, kafeslenmesi, avlanması veya etinin tüketilmesi, biyoçeşitliliği sınırlandıran bir etki yaratırken; illegal faaliyetleri tetikleyen yasal boşluklar oluşmasına neden oluyor. Bu anlamda "zarar vermeme prensibinin" insan-doğa ilişkisindeki temel norm olması gerektiğini hatırlatan paydaşlar, dönüşümün ise ancak insan faaliyetlerinin bu prensip etrafında yeniden önceliklendirilmesi sayesinde sağlanacağını ifade ediyor.
Öte yandan 2030 yılına kadar tarımsal üretimin %30'unun organik hale gelmesinin yanı sıra kara ve denizlerin %30'unun koruma altına alınması gibi hedefleri içeren strateji, iki ana temel sonuca ulaşma çabasını taşıyor: İnsan faaliyetlerinin biyoçeşitliliği azami düzeyde koruyacak şekilde düzenlenmesi ve zoonotik virüslerin yayılmasının engellenmesi. Bu yönüyle bireyleri doğaya yaklaştırarak ekosistemi koruma bilinci aşılama isteğini ortaya koyan Komisyon, insan-doğa ilişkisindeki tarafların uğradığı zararı en aza indirgemenin mümkün olduğunu savunuyor. Mütevazı adımlarla da olsa üretim ve tüketim sistemlerinde insana ve ekosistemlere zarar veren unsurlara dikkat çekilmesi, gerekli ve değerli bir başlangıç noktası olarak nitelendirilebilir. Yine de sürdürülebilirlik hedeflerinin gerçekleşmesinde "yeterli" seviyeye gelinmesi için iyi yönetişim temelinde net ve radikal değişikliklerin hayata geçirilmesi gerekiyor.
Selvi Eren, İKV Uzman Yardımcısı