AP Türkiye’nin AB Katılım Sürecinin İpini mi Çekiyor?
AP Türkiye raportörü Kati Piri’nin hazırladığı bu seneki Türkiye raporu ilk olarak 14 Kasım 2018 tarihinde bizzat kendisi tarafından kamuoyuna açıklandı. Rapor 26 Şubat 2019 tarihinde, 7 red ve 10 çekimser oya karşılık 47 oy ile AP Dış İlişkiler Komitesi’nde kabul edildi. Raporun mart sonuna kadar AP Genel Kurulu’nun onayına sunulması bekleniyor. AP’nin Türkiye raporu aslında Avrupa Komisyonunun her yıl aday ülke olarak Türkiye hakkında hazırladığı izleme raporunun bir değerlendirmesi niteliğini taşıyor.
Bu seneki raporun en fazla öne çıkan önerisi Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınması olarak şekillendi. Raporda, ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler ve yargı alanında yaşanan sorunlar nedeniyle, Komisyon ve Konseyin Türkiye ile katılım müzakerelerini resmi olarak askıya alması öneriliyor. Bunun yanında, AP’nin Türkiye ile demokratik ve siyasi diyaloğa bağlı kalacağı ekleniyor. Komisyon’dan Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) altındaki fonların AB tarafından doğrudan yönetilmek üzere Türkiye’de sivil toplum, insan hakları savunucuları ve gazetecileri desteklemek için ve insanlar arası temas, akademik diyalog, Türk öğrencilerin Avrupa üniversitelerine erişimi ve gazeteciler için medya platformları için ve demokratik değer ve ilkeleri, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü teşvik etmek amacıyla kullanılması çağrısında bulunuluyor. Bunun yanında rapor, Türkiye ve AB arasındaki ilişkinin etkili bir ortaklık çerçevesinde yeniden tanımlanması çağrısında bulunuyor ve Türkiye ve AB arasında herhangi bir siyasi ilişkinin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklara saygı ile ilgili koşulluluk hükümlerine bağlı olması gerektiği ekleniyor.
AP’nin Türkiye hakkındaki raporu Yürütme Organı olan diğer AB kurumları, Komisyon ve Konsey’e tavsiye niteliğinde. Parlamentonun konuyla ilgili kendi görüşünü yansıtıyor ve AB’nin Türkiye’ye yaklaşımı üzerinde bağlayıcı etkide bulunmuyor. Yani AP üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını öneren raporu Genel Kurul’da çoğunlukla kabul etse dahi, bu müzakerelerin hemen askıya alınmasına yol açmayacak. Müzakerelerin askıya alınması ile ilgili prosedür açık. Üyelik müzakerelerinin başladığı 2005’te kabul edilen müzakere çerçeve belgesi bu prosedürü belirliyor:
“Türkiye’de, Birliğin temelinde yer alan özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin ciddi bir şekilde sürekli olarak ihlal edilmesi durumunda, Komisyon kendi inisiyatifiyle veya Üye Devletlerin 1/3’ünün talebi üzerine, müzakerelerin askıya alınmasını önerir ve nihayetinde tekrar başlatılması için gereken koşulları önerir. Konsey böyle bir tavsiye üzerine, Türkiye’yi de dinledikten sonra, müzakereleri askıya alıp almamaya ve yeniden başlatılmaları için gerekli koşullara nitelikli çoğunluk ile karar verir. Üye Devletler Hükümetlerarası Konferans’ta, oybirliği kuralına halel getirmeden, Konseyin kararına uygun olarak hareket eder. Avrupa Parlamentosu haberdar edilir.”
Buradan da anlaşılacağı gibi, müzakereleri askıya alma önerisinin Komisyon veya Üye Devletlerin 1/3’ünden gelmesi, sonrasında da Konseyin nitelikli çoğunluk ile karar vermesi gerekiyor. Raporda aslında AP, Komisyon ve Konseye bu adımı atmaları için çağrıda bulunuyor. Hâlihazırda Komisyon’un böyle bir öneriyi yapmaya hazır olmadığı ve Üye Devletlerin 1/3’ünün yani, İngiltere’yi dışarıda bırakırsak, yani 9 Üye Devletin bu konuda ortak bir girişimde bulunacak durumda olmadığı görülüyor. Ancak yakın vadeli bir tehdit olmasa da, AP’nin böyle bir öneride bulunması oldukça endişe verici. AP, tüm Üye Devletleri ve Üye Devletlerde yaygın olan siyasi parti ve grupları temsil eden bir yapı. Üyelerinin doğrudan seçimle iş başına gelmesi ve üyelerin milliyetlerine göre değil, parti gruplarına göre temsil edilmesi özellikleri ile uluslararası tüm benzer parlamenter yapılardan ayrılan bir uluslarüstü kuruluş.
He ne kadar, AP’nin AB içindeki rolü bazen azımsansa ve özellikle AP seçimlerindeki düşük oy verme oranı nedeniyle demokratik temsil açısından yetersiz bulunsa da demokratik meşruiyet odağı ve ortak yasama organı olarak AB’deki rolü önem taşıyor. Bu açıdan da bağlayıcı değil savıyla AP raporunu yok saymak akılcı bir davranış olmaz. Daha çok Avrupa halklarının bakışını ortaya koyan bir barometre niteliğinde olduğunu söylemek gerek.
Raporun bir yandan üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını önermesi, öte yandan da Türkiye’den göç ve dış politika gibi çeşitli alanlarda AB ile daha fazla işbirliği yapmasını beklemesi aslında bir ikilemi yansıtıyor. Ancak raporun Türkiye’deki durum ile ilgili yaptığı tespitlerden öte, bu tespitlerden yola çıkarak vardığı sonuçlar daha fazla eleştiriliyor. Yani AB Kopenhag kriterlerinden uzaklaşırken üyelik müzakerelerini kesmek bu kriterlere geri dönmesini sağlayacak bir araç mıdır? Yoksa Türkiye’de AB sürecinin bu kadar uzamasından ve AB’nin Türkiye’ye adilane bir yaklaşım sergilemediği yönündeki gelen algıdan kaynaklanan hayal kırıklığı ve bezginliği daha da artırarak, AB’den daha da uzaklaşmayı mı tetikler? AP üyelerinin raporu oylamadan önce, bu soruyu kendilerine bir kez daha sormalarında yarar var.
Raporun üyelik müzakerelerinin askıya alınması önerisinden farklı olarak, Türkiye ve AB arasındaki Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna destek vermesi ve bunun Türkiye ve AB arasındaki bağları güçlendireceğini ifade etmesi olumlu bir nokta oluşturuyor. Bunun yanında, vize serbestliği sürecinin de Türkiye’nin kalan kriterleri karşılaması koşuluyla, Türk vatandaşları için önemli olduğu raporda yansıtılıyor. Kıbrıs’ta çözüme destek verilirken, çözümün adil ve kapsamlı olması ve iki toplum arasında siyasi eşitliğe vurgu yapılması öneriliyor. Bu farklı noktaları birleştiren raporun mart ayı içinde Genel Kurul’da oylanarak kabul edilmesi öngörülüyor. Türkiye-AB ilişkileri açısından yeni bir gerilim oluşturması beklenen bu rapor, 2014 yılından beri görev yapan Parlamentonun son Türkiye raporu olacak. Mayıs ayındaki seçimlerle iş başına gelecek olan yeni AP’nin Türkiye’ye bakışını ise bekleyip görmek gerekecek. Ancak çeşitli AB ülkelerinde popülist ve aşırı sağ partilerin yükselişi dikkate alınırsa, yeni seçilecek olan AP’nin de Türkiye’ye karşı oldukça eleştirel ve dışlayıcı olacağını tahmin etmek mümkün.
Doç Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri