TÜRKİYE-AB GÜNDEMİ: Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı`nın Bir Yıllık Karnesi
Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı'nın Bir Yıllık Karnesi
Birbirinden özgün küresel krizlerin, yükselen popülizm fenomeninin, artan bölgesel tansiyonların ve her tarafta yaşanan iç siyaset ile seçim hedefli retoriğin gölgesinde, hakkında 5’inci İlerleme Raporu yayımlanan Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı; Türkiye-AB ilişkilerinin belki de en sağlam sütunu konumunda.
Türkiye ile AB arasındaki mülteci işbirliğinin sağlamlığını sübjektif yorumlarla ölçmektense; güncel konjonktürde temel dayanak olarak düzenli ilerleme raporlarına bakmakta fayda var. 2 Mart 2017 tarihinde yayımlanan 5’inci Mülteci Uzlaşısı İlerleme Raporu bize son duruma ilişkin ipuçları verirken; hem temel eleştiri noktalarını yeniden gün yüzüne çıkarıyor hem de bu işbirliğinde doğru giden yönleri korumamız gerektiğini hatırlatıyor.
Türkiye ve AB, Kasım 2015’ten bu yana göç yönetimi, sınır kontrolü ve mültecilerin entegrasyonu ile yabancıların temel hizmetlere erişimi alanlarında işbirliğini tesis etmek üzere bir dizi zirve toplantısı gerçekleştirdi. Zirveler kimi zaman “Kayseri pazarlığı” gibi anılırken, bazı değerlendirmelere göre vize serbestliği için girilen son düzlük veya hedef odaklı insani yardım hamleleri, eleştirel yaklaşanlara göre ise aceleye getirilmiş kısa vadeli, dar kapsamlı girişimlerdi. Her ne söylenmiş olursa olsun, Mülteci Uzlaşısı’nın tesisine uzanan süreci, tarafların birlikte çalışma alışkanlığını geliştiren, karşılıklı siyasi iklimi yumuşatan ve uzun yıllar sonra ortak bir başarı hikâyesi yaratma arzusunu tekrardan canlandıran bir deneyim olarak görmek gerekir. Taraflara yöneltilen pek çok hak temelli eleştiri geçerliliğini korurken; amaçlanan işbirliği ortamı, büyük ölçüde sağlandı.
Gerçekleştirilen yüksek profilli zirveler ve çetin müzakereler sonucu, Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı’nın öngördüğü mekanizma 20 Mart 2016 tarihinden bu yana işlerliğini sürdürüyor. Mekanizmanın birinci yılının dolmasına günler kaldığı dikkate alındığında, Komisyon tarafından yayımlanan 5’inci rapor; sürecin etkinliğini, başarısını ve kazanımlarını ölçmek için benzersiz bir enstrüman.
Belki de bu çalışmanın sonuç bölümünde, istatistiklerle uzun bir inşa sürecinden sonra yazının kreşendo noktasına saklanabilecek en kritik değerlendirmeyi başta belirtmekte fayda var: Uzlaşı başarılı oldu ve çok sayıda düzensiz göçmenin hayatını kaybetmesinin önüne geçildi. Raporda paylaşılan şu veri bu durumu açıkça ortaya koyuyor; tarafların etkin bir işbirliğini tesisinden bu yana, bir gün içerisinde düzensiz yollarla Türkiye üzerinden Yunanistan’a göç etmeye çalışanların sayısı ortalama 10.000’den 43’e düşmüş durumda. Raporda, Türkiye üzerinden Yunan Adalarına geçiş yapan düzensiz göçmenlerin toplam sayısının yüzde 98 oranında azaldığı da önemle vurgulanıyor. Bu, diğer bütün faktörlerden bağımsız olarak önemli bir başarı. İnsani bir başarı; çünkü 2015-2016 döneminde yeni bir geleceğin peşinde 1.100 kişinin hayatını kaybederken, Mülteci Uzlaşısı sayesinde bu trend tersine döndü ve Doğu Akdeniz göç yolunda son 11 ayda hayatını kaybedenlerin sayısı 70’e geriledi. Öte yandan sınır ve göç kontrolü, tarafların üzerinde uzlaştığı konulardan sadece biriydi. Performans değerlendirmesi yapılması gereken iki alan daha bulunuyor: geri iadeler ve vize serbestliği.
Mülteci Uzlaşısında Gelgitli Alanlar
20 Mart 2016’dan 5’inci raporun yayımlandığı tarihe kadar geçen sürede, Yunan Adalarından Türkiye’ye 849 düzensiz göçmen iade edilmiş. Bu mekanizma, uzlaşının ikinci kritik sütunuydu. Taraflar, Doğu Akdeniz göç yolu üzerinde ulaşılan veya Yunan Adalarına girişini gerçekleştiren her düzensiz göçmeni Türkiye’ye iade edecekti. Karşılığında ise Türkiye’deki kamplarda bulunan Suriyelilerin belli bir kısmı AB ülkelerine yerleştirilecekti. Nitekim 15 Temmuz hain darbe girişiminin kamu yönetimi ve içişlerinde yarattığı aksaklıklar, taraflar arasında dönem dönem gerilen ilişkiler ve Yunanistan’da hukuki veya idari değerlendirme sürecinin yavaş işliyor olması sebebiyle; işbirliğinin bu sütunu beklenen hızda ve etkinlikte çalışmadı. AB kurumları bu alandaki eksiklerin farkında, dolayısıyla Türkiye ile mevcut işbirliğiyle eş zamanlı olarak AB’nin kendi kapsamlı göç politikasının temel unsurlarını; Dublin sistemini ve sınır kontrol mekanizmalarını da reforme etmeye çalışıyor.
Günün sonunda konuya ilişkin şu eleştirileri ortaya atmak mümkün: Öncelikli olarak, AB’nin ve Yunanistan yetkili makamlarının, Yunan Adalarında bulunan ve tek görevi, giriş yapan düzensiz göçmenlerin Türkiye’ye iadesini yönetmek ve itirazları değerlendirmek olan birimlerin kapasitesini geliştirmesi, böylelikle süreçleri hızlandırması gerekiyor. İkinci olarak, AB’nin geleceğinin tartışıldığı, yapısal reform senaryolarının gündemde olduğu bir aşamada AB ülkelerinin, göç yönetimi alanında ileri seviye işbirliği ve ortak politika üretmeye meyilli olup olmadıklarını netleştirmeleri gerekiyor. Çünkü rakamlar, sınır ülkeleri Yunanistan ve İtalya ile konuyu öncelikli iç politika kozu olarak tasarlayan Almanya gibi ülkeler haricinde Üye Devletlerin başarılı bir eşgüdüm, işbirliği ve entegrasyon performansı ortaya koymadığını gösteriyor.
Türkiye açısından ise uluslararası insan hakları çevrelerinde yankı bulan temel eleştiri konusu, gözetim merkezlerinin durumu ve kapasitesi. Güncel mekanizmayla, Türkiye’ye iade edilen düzensiz göçmenler öncelikle Kırklareli’ndeki iade merkezlerine veya Düziçi’deki kamplara yerleştiriliyor. Geçici veya ikincil koruma statüsü elde edene kadar bu göçmenler, belirtilen tesislerde tutuluyor. Komisyonun 5’inci raporda yayımladığı veriler; mekanizma çerçevesinde Suriyeli olmayan 529 kişinin Türkiye’de korumaya başvurmadığı için, 10 Suriyelinin ise Türkiye’de geçici korumaya başvurmadığı için ülkelerine döndürüldüğünü gösteriyor. Bu süreçlerdeki ve süreçlerin gerçekleştiği tesislerdeki standartların her koşulda uluslararası göç hukuku ve insan hakları düzenlemelerine uygun olması gerekiyor. Türkiye hâlihazırda etkin bir mevzuat oluşturarak ve çok hızlı şekilde gerekli tesisleri hayata geçirerek, kritik bir insani çaba ortaya koydu. Nitekim bunun sürekliliğinin ve etkinliğinin garanti altına alınması şart.
Karnenin Zayıf Halkası: Vize Serbestliği
Raporda üzerinde durulan ve performans değerlendirmesi yapılabilecek son konu ise vize serbestliği meselesi. Türkiye-AB Mülteci Uzlaşısı’nın kabul edilmesiyle müzakere masasında o gün için Türkiye’nin en büyük kazanımı, Türkiye-AB Vize Serbestliği Diyaloğu’nun hızlandırılması konusunda tarafların ortak irade beyan etmeleriydi. 2 Mart 2017 tarihinde yayımlanan 5’inci Mülteci Uzlaşısı İlerleme Raporu’nda da vurgulandığı gibi, Türkiye-AB Vize Serbestliği Yol Haritası’nda yer alan, Türkiye tarafından henüz karşılanmamış 7 kriter varlığını koruyor. Türk vatandaşlarının AB ülkelerine kısa süreli seyahatlerindeki vize engelinin ortadan kaldırılması için son kriterler de karşılandığında, vize serbestliği şüphesiz ki Türkiye-AB ilişkilerinin yakın geçmişindeki en somut başarı hikâyelerinden biri olarak tarihe not düşülecek. Bu aşamada şu soru önem taşıyor: Komisyon, müzakere masasında kabul ettiği gibi, vize serbestliği diyaloğunun hızlandırılması için çaba harcadı mı?
Tarafların 2015 yılının sonunda ve 2016 yılında vize serbestliği için girdiği yüksek tempolu diyalog ve işbirliğinin altını çizmek gerekir. Bu olumlu hava, Ekim 2016’da hatta Haziran 2016’da vizelerin kalkacağı yönünde umut taşıyan “prime time” haberlerinin o dönem her gün ana akım medya kanallarında karşımıza çıkmasına dahi sebep oldu. Nitekim gelinen noktada siyasi iklim, olumsuz bölgesel gelişmeler ve diyalog eksikliğinden doğan gerilim hatlarıyla süreç Penrose merdivenlerinde asılı kaldı. Bu noktada iki konunun altını çizmek gerekiyor. İlk olarak mültecilerin hayatının ve temel haklarının korunmasının her şeyin ve bütün müzakere denklemlerinin ötesinde insani bir mesele olduğunu önemle hatırlamakta fayda var. Öte yandan geri kabul ve mülteci uzlaşısı mekanizmalarının etkili ve iki tarafı da tatmin eder nitelikte bir ortak başarı hikâyesi kabul edilebilmesi için, bütün bu sürecin vize serbestliği ile taçlanması gerekiyor.
Ahmet Ceran, İKV Uzmanı