İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI
E-Bülteni
29 HAZİRAN-5 TEMMUZ 2009

HAFTAYA BAKIŞ

Türkiye tartışıyor. Bu kez tartışma konusu askeri ve sivil yargı ayrımı ve darbecilerin yargılanması konusu. Türkiye’nin sivilleşmesi ve sivil-asker ilişkilerinin normalleşmesi bir AB kriteri olduğu kadar demokratik bir ülke olmanın da ön şartını oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin askeri müdahaleler ile dolu geçmişi demokrasi hakkında olumlu bir izlenim vermiyor. Türkiye özellikle AB reform sürecinde Milli Güvenlik Kurulu’nun yetkileri ve kompozisyonunda yapılan değişiklikler ile başlayarak sivilleşme yönünde önemli yol kat etti. Artık Türkiye’de bir askeri darbe gerçekleşme olasılığının oldukça düşük olduğunu söyleyebiliriz. Bazı kesimler tarafından ordu hala büyük ölçüde Cumhuriyetin temel ilkelerinin ve Atatürkçü değerlerin savunucusu ve koruyucusu olarak görülse de, artık bu rol sadece ordudan beklenmiyor, sivil toplum kuruluşları da ‘Cumhuriyetin kazanımları’nı korumakta oldukça etkin olarak kamusal alanda rol oynuyorlar.

Günümüzde yaşadığımız sorun kamuoyu araştırmalarında en güvenilir kurum olarak ifade edilen ordumuzun yetki ve ayrıcalıklarını Avrupa standartlarına getirmek ve bunu yaparken bu kurumu yıpratmamak ve toplumda derin yaralar açmamak. Oysa son dönemde yaşadıklarımız sivilleşme sürecinin oldukça sancılı olduğunu gösterdi. Ordunun sivil yönetime müdahalesinin engellenmesi ordunun güçsüzleşmesi değil, ama yetki alanı dikkatlice çizilmiş, daha etkin ve çağdaş bir orduya dönüşmesi anlamına gelmeli. Bu süreçte tabiri caizse ‘belden aşağı’ olarak adlandırılabilecek bazı üzücü olaylar yaşanıyor. Bu tür olaylara zemin hazırlamamak için da çok dikkatli davranması, verilen demeçlerde çizgiyi aşmamak için özen gösterilmesi, ordu içinde ortaya çıkabilecek müdahaleci yapılanmaların önünün alınması konusunda hassasiyetle tavır konulması gerekiyor.

AB süreci Türkiye üzerinde bir dönüşüm etkisi yarattı. Bu etki her zaman düzgün bir şekilde ilerlemeyebiliyor. Bazen sancılı süreçlere, iktidar kavgalarına ve siyasi şantajlara da yol açabiliyor. Bu sürecin mümkün olan en ideal şekilde yönetilmesinde iktidara olduğu kadar, muhalefete, devlet kurumlarına, medyaya ve sivil topluma önemli görevler düşüyor.

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesinde kimi zaman AB’den tavır koymasını bekliyoruz. Her çevre AB’nin de kendi yaklaşımına yakın bir tavır sergilemesini bekliyor ya da AB nötr kalırsa veya karşı taraftan yana ağırlığını koyarsa memnuniyetsizliğini ifade ediyor. Oysa AB kurumları ya da yetkilileri sadece genel ölçülerde ve Avrupa standartları bağlamında Türkiye hakkında söz söyleyebilirler. Bunun dışındaki her türlü müdahale ya da yaklaşım gereksiz olur ve olumsuz sonuçlar verir. “AB Türkiye’de demokratik güçlerin yanında olsun” demek de sorunu çözmez çünkü demokrasi bazı çevreler tarafından zor anlarda sarınılan bir araç veya siyasi emeller için kullanılan bir retorik olabilir. Bu açıdan bakınca AB’nin tutacağı en iyi yolun taraf tutmak değil, demokratik sürece destek vermek, yani sorunların ve çatışmaların demokrasi sınırları içinde demokratik süreçler sonucunda çözüme kavuşturulmasını desteklemek olduğu söylenebilir.